Evim bildim elbet seni

Islak ve gürültülü bir sokak

Gövdemde ay kesiği

Öksüz bir kavga,

Umut gibi gece yarısı,

Gel ve boz bu sükuneti.

Evim bildim elbet seni

Kalabalık bir cadde

Kulaklarımda eski bir türkü

“Lambada titreyen alev üşüyor.”

Yalnız mıdır bu insanlar

Yanmaz mı hiç yürekleri

Evim bildim elbet seni

İnsanlar topladım hakikate

Aydınlatsın diye geceleri

Silemedim yeryüzünden felaketi

“Sanat için midir sanat?”

Ölmek için gerekirse yaşamak

Çözemiyorum bu bilinmezi.

şimdi sana anlatacaklarım a gülüm

yastık diye başımı göğsüne yaslayamadığım

kaburgalarımın tarlalarda çit diye gerildiği

çarmıha gerilmiş vaziyette tek bir kuşu bile korkutamamış

benin sevdasıdır

bir adım bile yakından göremediğim atların

şimdi bu kalbimde işi nedir

daha yeryüzüne düşmeden eriyen karların

gözlerine yakın tüm mesafelerde yangına kapılmasına rağmen

bin yıldır sana baktıkları gerçeği büyüyor içimde a gülüm

devasa belediye binalarının

yapraklarını dökmüş ama

seni görse gençlik yıllarındaymış gibi yeşerecek ağaçların

şehrin gürültüsünü yırtan kuşların

yanından geçmek a gülüm

ayaklarını sürüdüğün bütün kaldırımların

muazzam gözlerle baktığın tüm sokak başlarının yanından geçmek

şanlı bir ibadet meselesi halini almış

bu soğuk ama yangını hiç dinmeyen bir mevzu

güzel saçların arasına düşmüş beş kar tanesinin

beş farklı ilimden farkı olmadığı halde

benim gibi kayıp birinin yüzüne dokunan sihirli ellerinin

bütün kutsal hadiselerden daha mühim bir yeri vardır

bu yere erişmek için a gülüm

bütün hadiselerden atlar diliyorum bin farklı dilde

duysa herkes sokak başlarında

annelerine seslenen çocuklardan yüz isim

evlerin sokaklara bakan camları çatlasa yine yüz yerinden

benim kulağımın işittiği hep senin ismindir

kimsesi kalmamış sokak hayvanlarının başını okşayıp

bir ev, bir karın tokluğu bahşettiğini hiçbir kutsal kitap yazmazken

her birine merhametle baktığın çiçekler gibi hasretim

yıllar dönerken senin olduğun şehirde

bir kantarmış gibi üzerine çıktığım

ağırlığımın ağrısıyla adını sayıklayan bu zaman

sana hayranlık besleyerek su gibi geçmiştir a gülüm

asla parçalamayacağını bildiği halde

ısrarcı bir mermi gibi senin yollarında savrulmaktan bir türlü vazgeçmeyen

yorgun ayaklarım bu sevdanın mağlubudur

kalabalık koridorlarda bir tek sana bakan

tarihi resimler dirilip sığar içime

tutamazken yavruluğu asla geçmeyecek bir kediyi

kendi varlığından ürken bir köpeği

sana sevda cesaretini gösteren

bu doludizginden uzak kalbimin

sürgünü neredir a gülüm

Alperen Alparslan Gözen

Bir yolculuktasın sen bilinmeyen duraklardan geçiyorsun
Durmuyorsun üstelik bir rüzgar gibi geçiyorsun
Duyuluyor bir ses ufuğun beyazlığında
Bir yıldız gibi parıldıyorsun inadınla
Oysaki geceler kara
Oysaki ay doğmadı daha
Duyuluyor bir ses yürekler sağırken
Diller susmuş, analar feryat ederken
Çaresizliğin içinde bir sevda
Bir ümit bağımsızlık türküsü
Duyuluyor bir ses bir destanın öyküsü
Duyuluyor bir ses umudunu işitmeden
Dağılıyor istasyonlara gazete manşetleri
Ve bir çocuk esiyor teninden
Tırmanıyor Kemal’im Anadolu’nun sarp dağlarını
İstikbal göklerdeyse o vakit
Duyuluyor bir ses: Samsun’un ayak izleri
Duyuluyor bir ses: “Ya istiklal ya ölüm!”
Duymazdan gelemiyorum
Geçiyorsun yüreğimden durmak bilmeden
Duyuluyor bir ses: “Ben size ölmeyi emrediyorum!”
Kalkıyorum düştüğüm yerden
Duyuluyor bir ses: “Artık el etek öpmek yok”
Duyuluyor bir ses…
Duymazdan gelemiyorum
Vatanımın tek umudu, seni seviyorum.


Can ÜLGEN

Solgun yüzlerin haritası sokaklarda 
Yaşanan vedalar anıtlaşmış rıhtımlarda
Acımasız bir ayazın içine bıraktım benliğimi 
Kaç seyahatin tanığıysa bu yıldızlar 
Onlar namına yaktım tütünümü 
Yarınların tedirginliği vardı üzerimde 

Aniden sis çökmüştü kente  
Kumsalda sarhoşluklar  
Uçsuz bucaksız denize  
Uçuruma bakar gibi bakmışlar


Görülecek hesabı var denizlerin
Küstü bize bu şehir 
Küstü bize bu gökyüzü  
Yokluyor sızısı anımsayışların


Saatlerin kıpırtıları hırçın  
Takvimler kilit tutmaz  
Sahibinden satılık uykuyu, devralmış gece 
Günün birinde yolculuk vakitlerinde  
Açılır yelkenlerimiz yeni serüvenlere 

Yel eser kımıldanır ceviz ağacının yaprakları 
Dile gelir göğün ışıkları 
Dinleye dururuz şu köhne köşede 
Dünyanın fısıltılarını

El verip taşıyacak doludizgin akan ırmaklar kederimizi 
Elbet sezen olur yumrukların feryadını ve yolların çilesini 
Düşünmek maziyi denize nazır akşam vakitleri 
Bayraklaşıyor ufuklarda suskunlukların çehresi 
Kulağımızda hâlâ o şarkıların izi
Onca uğultunun ardından çıkagelen 
Yaşamak ezgisi 

Oğuz ÖZTÜRK

Vera Çakmak

Bir düzen kurma hevesini yarı yolda terk ettim
Son kuralın hakkını verdiğim hırıltıda anca
Sokak köpekleri alıyorken selamımı verecektim
Yine de şarapçılar en iyi arkadaşımdır amca

Pencereden izlenirken yadırgansın diye
Ayak izlerimden silüetimi bıraktım sokaklara
Duahan oldum bir tanıdığım eceliyle ölsün diye
Çünkü tabutunu taşıdığım kimse otuzunu geçmemişti amca

Kimseye eyvallahı yok diye kambur olmasa omuzlarım
O yaşta bileklerimden büyük kelepçeyi takmazdım
Benim de sırtımı yasladığım bir kaya olsa
Çocuk şubenin baş komiseriyle ahbap olmazdım amca

Helal ile haramı karıştırır olur bir çocuk
Çalıştığı tüm iş yerlerinden kavga dövüş ayrılınca
Nedense evine ekmek götürmek için
Gururundan kısmanı istiyorlar amca

Bir akl-ı selimden nasihat alsaydım bilbedahe
Ya da öğütler iki kulağımın ortasında sabit kalsaydı amca
Girmek için hayal kurduğum Harbiye’nin önünde
Kolumdaki kesiklere acıyarak bakmıyordum amca

Her sabah ekip mektebi boş bir gecekonduda
Talih kuşunun omzumuza pislemesini beklerken
Odun ve kumaş attığımız sobanın etrafında
Kabus gibi günler ağır geldi diye
Rüya görmek için para harcardık amca

Aman elin omzumdan eksik olsun!
Hasbihal etmekten gocunmam ama
Dostluğun para etmediğini senden duydum amca
Bu kadar geç kalmasaydın eğer,
Bilseydim dostluğun para etmediğini daha erkenden
İki hafta topallayıp, üç yıl imza vermeye gitmezdim amca

Burnum başımdan dik olmasaydı eğer
Daha erken fark ederdim amca
Tüm gözler yaşantım için yukarıya bakmıyormuş meğer
Ben o hayatları yaşamak için on defa ölürmüşüm amca!

Savurduğum yumruklarım patladı duvarlarda
Kıpkırmızı gözlerle sallanarak yürüdüm
O ayak basılmamalı denilen sokaklarda
Bu çocuk o çocuk değildi hiç ama
Olmaya da mecburdu amca

İçimden gelse bile uyamam adab-ı muaşerete
Nezaket kahrolmaya çok yaklaştı amca
Nitekim burada özür dilemek erdem değil
Düpedüz tavizdir amca

Dolunaydan bana emrolundu,
Tercihim değil yazgım bildim.
Kısa bir bakışmanın sonrasında,
Zamandan çıkarcasına sevdam bildim.

Yıldızları seyre daldım o gece, dolunaydı,
Bir ses fısıldadı yıldızlar kulaklarıma,
“Onu asla bırakma.”
Ruhum kucaklaştı tabiatla,
Göz göze geldik beklenmedik
Gözlerin gözlerime değdi anlayacağın,
Korkuyorum senden mübeccel,
“Seni asla bırakmam.”

Bir şiir ayakta bira içiyordu,
Gözlerimle gördüm.
Ellerinden tuttum ve dans ettik,
Dinle beni dedi iyi dinle,
“Onu asla bırakma.”
Göz kapaklarım ağırlaştı,
Bileklerimde ay kesiği bir yara,
“Seni asla bırakmam.”

Eski bir yüze rastladım,
Geçmişe alaycı bir ışık gönderdi,
Müfrit bir ses kucakladı beni,
Gökyüzünde muhayyel kelimeler,
“Onu asla bırakma.”
Bu ne şanlı bir rüya,
Göğsümü açtım semaya:
“Seni asla bırakmam.”

Aklıma mukayyet ol Leyla
Yine bir bakışın etmeyen ağrılar silsilesi
Bu şehirde bin ışık yanıyor
Senin bin ışıklı şehirden daha güzel bakışların var.
Sen ışık yılı uzakta olsan bile kokun benim göçmen aklımın evinde
Bir gülüşün bin kurşun eder
Kurşunlar bilir, ellerim bilir.

Beni senin hayatına not düşsünler Leyla
Kutsal şehirler içinde sen olmayınca kalp ağrısıymış
Çöllerden kapının önünde çiçek olmaya geldim
Bu araf, damarlarımda raks eden kan
Ve şair olamayışım
Yetmiyor, yetişemiyorum sana
Bütün gezegenler birbiri ardınca dönüyor
Ben sana

Leyla dilime mukayyet ol
Bakışların kurşun
Herkes senin için bir kurşun yer
Bense baktığın her yöne koşuyorum çılgınca
Bir kitap ayracıyla ayırıyorum seni diğer insanlardan
Bir dikiş iziyim, bakma öyle
Şakaklarımda kederden yapılmış bir namlu
Ha patladı patlayacak

Kırık kemiklerimin ölüme götüreceğini bilsem
Yine o vaziyette sana koşardım
Benim bir çok söküğüm varken
Sızlamayasın diye ilk seninkileri dikmedim mi?
Senin adın benim sızım
Yine iç savaş var bende
Tüm cephelerde tüm ağrılarımı kaybediyorum
Leyla, ağrılarıma mukayyet ol.

Benim yerime de uyursan mutlu olacak masalın cüceleri
Kaburgalarımdan bir köprü düşün
Narin ayaklarınla uyukla
Bas Leyla, ağrımaz ya daha fazla. 

Oturduğun kaldırım, sokak lambası
ve sen
Üryandan az biraz hallicesin tam manası
ile sen
Ellerin bomboş, ceplerin yüreğinin yansıması
Kafan dolu, başka hiçbir şeyin yok

Ne yaşamak istiyorsun
Ne ölmekten korkuyorsun

Cesaretten aptallığa uzanan gözü kara çizgiyi geçsen
Kalmadı arkasından göz pınarı kurutacağın kimsen
Üstelik sahibi değil kimse, senin kaybında bir hisse
Göz altı torbaların, başka hiçbir şeyin yok

Ne yaşamak istiyorsun
Ne ölmekten korkuyorsun

Çirkin bir leğende zar atar gibi hayatının kumarı
Dipten daha aşağısı yok ama görünmüyor da yukarı
Ya çıkacaksın ya bir anda düşecek, işte son kurşunun hüneri
Tırnakların var, başka bir şeylerin de olmalı

Yaşamaya heveslendin ama
Hala ölmekten korkmuyorsun

Şansın yaver gideli ışık görünüyor bir parça
Hatta elde ettiklerin tahmininden çok daha fazla
Peki eski günler? Dönüş yok asla!
Bir şeyler var, kaybetmeye niyetin yok

Biraz daha yaşamak istiyorsun
Ölüm biraz gecikmeli

Benjamin ve Kemal Paşa masanda iskambil gibi
Direksiyonun başında Azrail
Tırnaklarınla kazıyarak geldiğin arka koltuktan
Yumruğun hakkını verdiği sürece kim indirebilir?
Kaybedecek çok şeyin var, başka hiçbir şeyin yok

Yaşamayı çok istiyorsun
Diğer ihtimal seni korkutuyor