bir kadınım ben
elleri ve ayakları çamura batmış
bu çağda
kimsesiz sayılırım
yarı aksak, bir gözü kör sevdalarımın
parmak uçlarım kan içinde
tırnaklarımla kazıyorum vicdanını insanlığın
ölümü hak etmek muhasebesini yapan
yere batmış insanlığın

mış’lı geçmiş zaman bütün kabahatlerim
en büyüğü ise yaşamak,
ben yaşamak diliyorum…
yeşil hakim, kır bahçeleri inşa ediyorum
karanlık izbe mahzenlerinize
ve yurdumun en güzel çiçeklerini derliyorum
en çok da gelincik
takıp takıştırıyorum hepsini
esaret kavline rabıt
parmaklıkların boylu boyunca
ölüyorlar, ölüyorum…
zamansız maviden yeşilden azade
hücre hücre taşan sonsuz bir gayız ile

hatırası kaçmış sokaklarda
çıkmaza varıyor düşlerim
el uzattım erişilmezlere
son ara
ve o dehşet manzara
bir çocuğa rastlıyorum
kana çalar iri gözleri ve bembeyaz elleri
karanlığa takılmış yüzüstü
hep yara ve titrek dizleri
kayboluyor o çocuk sonra
duvarda kaldı gülüşü ve o meçhul fail
o sokak derin, o sokak karanlık, o sokak zelil
ve ben güneş diliyorum, sonsuz aydınlık
lakin
çıplak ayaklar, kirli sokak, ıslak zemin

bir kadınım ben…
kınalı ellerim bir memleket türküsü
perçemime takılıp düşmüşüm işte
yerde yatıyor gençliğim boyunca
yirmisinde bir kan damlası
şakaklarım niye ak?
sanki veda öyküsü
hiçbir şeye malik değilim
bu dünya sizin
yalnızca ardım sıra tutulacak bir yasım
ruhumun şad olmasını bekleyemem
beni bugün anmalısın.

Tuğba ŞAHİN

Kaç tren kaçırdım
Kaç ayakkabı eskittim
Senden kaçarken
Kaç ömür geçti gözlerimin perdesinden
Seni uzaktan izlerken

Kaç ayrı uçurumun başında
Kaç ayrı çay faslını es geçtim
Gelişinden ümitvâr iken
Kaçar defa atladım uçurumlardan
Seni uzaktan izlerken

Kaç uykumu böldün
Kevser’de yıkanmış nefesinle
İsmimi anarken
Alacağım solukları sığdırdım sigara kağıdına
Seni uzaktan izlerken

Kırk yıl ihtiyarladım seni uzaktan izlerken
Enva-i çeşit atî düşledim
Sen her birinde giderdin
Gülümserken rast geldim birkaç sefer
Bana da böyle güzel gülerdin
İçimde savaşlar peyda olurdu
Ben seni uzaktan izlerdim

Yalnızlığın kolaylığını anladım yoksunlukla baş edince
Yoluna güller sermek istedim
Dikenleri ayağını delerdi
Uzaktan da çok güzeldin, öyle güzeldin
Gelmen için kırk yılımı daha silerdim ama
Gelince biraz daha uzaktan izlerdim

Biz eski zamanlarda yaşamalıydık,
Hem değeri vardı o zamanlar sevdanın.
Soylular eğiliyorken önünde kirli esvaplarımızın,
Coşkusunu anlatmalıydık Paris’teki o anların.
Bize bakarken mutsuzlar, imparator ve yağmalanan köşkler,
Dilimize dökülmeliydi yasaklanmış tüm kelimeler
Ya da bir serseri olmalıydım Bastille’in zindanında
Yahut bir burjuva, talan edilmiş bulvarlarda.

Biz eski zamanlarda yaşamalıydık,
Değeri bilinen zamanlarda aşkların,
Kol gezdiği günlerde bile vebaların
Tutulmalıydık en karasına sevdaların.
Evinde beraber uyurken bir Cenevizlinin,
Anahtarını bulup zincirini çözmeliydik denizin,
Meşke dalarken Beyoğlu’nun konağında,
Azgın köpeklerden kaçmalıydık Pera’nın sokaklarında.

Biz eski zamanlarda yaşamalıydık,
Değeri bilinen zamanlarda sevdanın.
İki seyyah olmalıydık ilhamını veren Polo’ya,
Amacımız yolculuk olmalıydı Hindistan’dan Burun’a,
Acısı ağırlaştırırken bedenini yorgun Dante’nin,
Şahidi olmalıydık serpilişinin maşuku Beatrice’nin.

Ben eski zamanlarda yaşamalıydım.
Sevda bir cıvıltı,
Zamanın korularına yabancı.
Yabancı bir ses yadırgıyor çağını,
Anlattığım o kadınlar da masalsı,
İnce ince dallar gerçeklerin ormanında,
Artık birer resen kadınların saçları.

Meftunum sana ecem!
Yalnız eski zamanlardan ateşimin harı,
Sen tuttursan da şimdiki zamanların şarkısını.

Sis düşer balkonuna
Sen beyaz kadın
Elinde tutarsın sabahlarımın kadehini
Dayanırsın hatıralarına şekersiz
Kâh çiçekli ağaçlarla dolu bir yol
Kâh yaslanmış bir baş
Uzanmış saçlar
Gözlük parçaları duraktadır
Bekler yeni hüzünlerin dolmuşunu
Öğrendiklerini unutmayan bir alzaymır
Yudumlar papatyaları
Her bakıştan ırak
Her sözden saklı
Bizden bize bize dair aşk
Kimse solduramaz
Kimse araya giremez der
Sarmaşıklar
Soğuk alevler
Yakar ve yutar
Acımazsızdır beyazın sözü
Kâh bir kırık bardak
Kâh bir kumanda
On iki kedili bir evdir aşk
Zulmün ülkesinde
Kâh kıştır
Kâh bahar
Tuzlu bir yemektir aşk
Kâh acılı
İçinden çıkılmaz bir andır
Kurtulamaz hiçbir ruh
Unutmaz saç
Unutmaz sakal
Yığılmış çantalardır tutku
Utanmaz arlanmaz bir şımarık çocuk
Elinde hiç kırmak istemediği bir oyuncak
Kâh bir keman
Sonra
Yıllar geçer sanki dün gibi
Sis çöker yine balkonlara
Sabaha
Ve yokuşlara
Umutlu dağlara ve uçsuz manzaralara
Terlikle koşulur yine
Oturulur
Uzatılır bacaklar
Umutsuz tepelere
Yarını düşünmez sarmaşık
Hep gençmiş gibi
Hiç yaşlanmaz gibi
Kim bilir yokuşları
Çıkmak zor inmek daha zor
İnce bir gelinliktir
Aşk
Karlar düşerken alınlara

Cengizhan Selçuk

ayağıma dolaşan kirli kedi
artık sokağıma uğramıyor Tebriossa
-yaz yaklaşıyor-
sabahlara değin yoldaş olduğun balkon özlem çekecek
ben, etimle kemiğimle hasret çekeceğim
o, parmaklıklarıyla küllüğüyle çekecek
zaman kendini yavaşlattıkça yavaşlatacak

-bir karınca adımı gibi-
istikrarlı ama güçsüz
galip ama ziyanı çok
sabahlar zor edilecek ama kavuşmak yok
hatırla Tebriossa
seni bağrımda nasıl gül gibi kuruttuğumu

en güzel cümlelerin raksına soktuğumu
hatırla Tebriossa
hatırla ve unutma
maytapların yanışına bakarken kendi(m)ni kaybettiğimi
bir şiirin şah dizesinde seni sevdiğimi
kirli kedi kapına geldikçe hatırla

ah Tebriossa
gidişin, bir diktatörün kafasına sıktığı kurşundur
gidişin, bir kavmin çığlığıdır
gelişin Tebriossa, kirli kedinin yıkanmasıdır

T. Feyza MACİT

gözlerimde yanarken uykusuzluğum
caddelerinin tümü sana çıkan şehirlerde
ellerini gezdirdiğin tüm yüzleri birer birer havsalama kazıdım
sana varmak görkemli kaybetmişlikler ister
ne kurtlar konuşuyor
ne atlar eskisi gibi gözlerimin içine bakmaya cesaretsiz
gençliğimi kuşandığım bin yıl sürmüş savaşların nişanesi olarak
seni göğsümde taşıyarak giriyorum gönlüne
bütün bu adımın geçtiği hadiselerin
yüzümün güldüğü kısımlarına sen için taht yaptıran Tanrı
gönlümü sayısız kere mağlup etmeyi başaran tüm atlara da adını fısıldayandır
seni görünce tüm tarihini unutan o doru atların
ve benim bu kurda komşu paslı kalbimin
varacağı yer şanlı kaybetmelerden yapılma bir sabahtır
sesinin iliştiği tüm kış meydanlarında bir bahar esintisi
şehrin çocuklarını sırasız salıncaklara bindirir
unutulmaktan bitap düşmüş varlığımı
diyar diyar gezdirdiğin gözlerinde
ilahi maviliklere galip gelen hadiseler olduğunu
bütün kuşlar bilir
sana bakıp varlık sahasını unutanların arasından
ilmek ilmek dokunmuş mağlubiyetlerimi geçiriyorum

Alperen Alparslan Gözen

beni Beyrut’a gömmesinler söyleyin
sakallı bir adamım ben nerden baksan
nerden baksan faniyim
uçmam
yollar benim için yaratılmıştır
göklüsü değilim bu kentin, yerlisi hiç değilim
saçıma sarı diyor halkım
beni sakın Beyrut’a gömmeyin
hata yapmama fırsat vermiyorlar
hiç bilmiyorlar ben hiç ben miyim?
hapşıramam kendi başıma
bıraksalar kaybolurum
kaybolduğuma inanmıyorlar, sahi ben neredeyim?
şurada bulunmuştum ama hiç burada değilim
yürümediğimi de hatırlıyorum
ama uzun yıllardır sabitim
yer üstünde tanımazlar beni
rüyanızda görürseniz de kafanızı çevirin
küfürler edebilirsiniz ve rencideler de ama
Beyrut’a, bilhassa Harissa’ya beni asla gömmeyin
saymak bilmem milyarlardan sonrasını
ihtiyacım da yoktur
Allah birdir, eminim
ve ilah hiçbir şeyin ikincisi değildir
ben hiçbir şeyin sonuncusu veya birincisi değilim
her kayadan ses çıkarır
her ağaçla konuşurum
nehirlerin taklidine epey yatkınımdır
ama bir ünvanım yoktur, aynı adım gibi
anonslar yapılsın, beyrut’a gömmesinler beni
”babam her şeyi yapmış” diyecek oğlum, doğarsa
”hiçbir şeyde en iyi değil”
fizik olmak
hareket etmek ve yer kaplamak
konuşmaya bir gerekçe değil ama
oğlum konuşacak
doğdum mu doğmadım mı henüz kestiremiyorum
zaman ve mekan tanıyor mu beni?
bilmiyorum
sadece ve sadece beni
Beyrut’a gömsünler istemiyorum

izin verin de günah neymiş tadayım
ısıtır mı yoksa yakar mı cehennem,
bileyim
belki ortak yanım vardır zebanilerle
belki ismimi daha önceden biliyorlardır
belki aynı trompetçiyi seviyorumdur onlarla
belki onlar da işlerini isteksiz yapıyorlardır
kulakların duyduğunu sanıyorsunuz
duyanlar insanın bizzat aslıydı
ben de duyardım arkamdan konuşulan her şeyi
eğer arkam olsaydı
yok
ne sağım ne iskelem ne kuzeyim ne arkam
yönsüz ve yer kaplamazlıkla meşhurum
saklambaçlarda yenilirdim
yerdense hiç yüksek olmadım
zeki ve çevik de değildim
sürekli yakalanırdım
gezegen ve okyanuslarda yabancıydım
ülke ve memleketlerde hain
otoyol ve denizlerde kayıptım
üzerimden gözler eksik olmazdı ben geçerken
şehir ve eyaletlerde sapıktım
ne bir mıcır ne bir taş kalmıştı üzerime atılabilir
ahlaksızdım
cadde ve meydanlarda serseriydim
aç ve tehlikeli
mahallede çatlaktım
köylerde deli
şimdi sizden kibarca rica ediyorum
lütfen
söyleyin Beyrut’a gömmesinler beni

Ozan R. KARTAL

Bir Mart günüydü
Azrail’den hesap sorduk ilk defa
Ruhumuz tutuştu kardeşim
Yüce Tanrım affetsin bizi.

Bembeyazdı, kefen gibi Keş dağı
Ağladı peygamber çiçekleri
Öfkemizin tek amiliydi kardeşim
Koca bir demir yığını.

Gül dağıtırdı insanlığa
Ümit çağlardı içimizde
Güneşe ahbaplık ederdi, kardeşim
Güvercindik, öksüz kaldık.

Zehirli bir çiçek gibi besledik
ayrılığı bulanık zihnimizde.
Tavana asılan kavuşmaların hatırına
gece dökülüyordu yaprak yaprak.
Bir yolcu sesleniyordu ağlayarak:
“Mahzun olma, geleceğim!”
Tozutur geçmişim, bozlaşır geleceğim.
Gece tavan aynaya dönüşür ve aynalar aynı kalmaz.
Lizbon Caddesinde yankılanır hasret,
azalır yığın mazgallardan.
Sessizlik sensizliğe bürünür,
sensizlik sessizliği doğurur.
Kısır döngüler için açılmıştır defter.
Gece tavan aynaya dönüşür ve aynalar haklı kalmaz.
Kusur döngüler için kapanmıştır ışık.
Bu belirsiz bekleyiş…
Dalından koparılan çiçeklerin
solmasın diye vazoya konulma nezaketidir.
Her gece tavanda açılan defter,
her gecenin felaketidir.

Bleda YAMAN

“Ben seni sevdiğim için bu dünyadayım”
Okların, kılıçların ve kurşunların arasında
Seni aradığım için telaştayım
Çok erken yola revan oldum, biliyorum
Lakin sana geç kalmaktan korkmaktayım
Ve sık sık hatırlatmaktayım kendime
Ölüm Allah’ın emri, ölüm Allah’ın emri!
Yorgunluklarımı alın çizgilerime eklemekteyim
Ne olursun beni bul!
Beni bul, bu varoluşun içinde kayboluştayım

Seni anlatmaktayım geceye gündüze ve yaradana
Adını flechazo* koymaktayım
İspanyolca “ok saplanması”
Kalbimde atalar cengi bağırmaktayım
Evvela şairler ağlıyor halime, yapma
Vuruldumsa senin attığın okla vuruldum, anla!

*İspanyolca “ok saplanması” ilk görüşte aşk.