bir ok daha eklemek varmış nasipte bu hiç birleşmemiş demete
aklımda binlerce soru var ve hepsinde cevaplanması güç anlamlar
bildiğim
 
unuttuğum kalbimdeki yurdu ve yavaş yavaş tekrar uyandığım şu hayat denen rezalete
ve gün geçer gün ayar, ay ayar
ve bu ayarı düşük altınlar
bozar mı sandın altın kaplama raylar
 
gülümsemek kadar zor bir çile var mı hayatta
varsa kim koymuş adını anlat
çünkü ben bilmediğimi defalarca söyledim
bir kedi kadar beyaz olamadıysam bunun suçlusu kim
 
ben tek bir kelimeye sıkışmış ruhumun esiriyim
siz esir olamayacak kadar kendine düşkün
bu hayatta aldığım derslerin temelinde yatan bu değil hayır
belki sayfalara sığmaz belki sığar
 
her zamanki gibi benden bağımsız gibi oysa ben sadece sevdayı öğrenmek istedim
ve özlemeyi
ve özledim
özlemeyi özleyecek kadar özledim
 
bir dost feda ettim bir dede gömdüm karanlığa
getirisi götürüsünden fazla olmadı asla
götürüsü getirisinden fazla olmadı asla
 
kimse bilmez
kim bilmiş ki ilahi adalet hangi çapta işler dünyaya
bildiğim bir dost var ve sevgili
sevgili çok sevgili bilmez bendeki sevgiyi
mesele bilmekte olsa ne işim var burada
bilmekte değil iş duymakta
 
kulaklar neymiş onlardan sağırı yok ki dünyada
gün geçti gün bitti geceler artık isyankâr
günlerin yerini almakta haksızlar mı bilmem
değilim ben artık geceden gündüzden
 
ben benim olduğum bendeyim
ben bende bendeyim
bendelik bile güzel olur tatmasını bilince bu hayatta
güzelliği olmayan duygu var mıdır sence
ayarını kaçırınca bakır bilezik diye satarlar eminönünde
her şey ne kadar gelişmiş
 
ruhumun esiriyim
tekrar söylemek istedim evet
çünkü bir kedi baktı gözlerimin içine
bende sevgi onda aşk ama nefret dolu bir yaş
aklımı çelmekte onun üstüne yok evet
her sesinde şiiri baltalayacak
ben yine bende bendeyim
o ise yanağımda bir konak
 
özlemek dedik evet özlemek
özlemekten de bıktım özlememekten de
insan neden özlemek istediğinin dibinde
kavuşmak istediğinle bir kelam bile edemez şu uçsuz bucaksız evrende
 
marslılar demez mi biz sizi bulduk
siz birbirinizden uzak
hangi etiğe sığar bu
 
ben bilmem
 
sen bilir misin
Ekrem Müftüoğlu
Editör: Elif Berra Kılıç
Aklımın kıvrımındaki son hatıranın tarihi İki Bin On Altı
Sanki peygamberlerim taşlanmış tekinsiz şehir önlerinde
İffet abidesi olsun diye taşa diktiklerim olmuşlar birer fahişe
Öyle bir boşluk var işte içimde, rengi kızıla çalan kara
 
Yol kenarı evlerinde ergenlik yenisi tüylü çocuklar
Benden bir zafer bekliyorlardı, samandan tacı takmak için
O vakitler ki dünyaydı avucumda duran, düşünmeden yere attıydım
Parçalanmıştı akrep ve yelkovan, öfke dilimde bir kurşun, rengi kahverengi
 
İki bin on altıdan beridir olmadı güneş ışıklarını topladığım günler
Aklımda olan kadın erkek sesleri, bağırışlar ve vazgeçilmez gülüşler
Ağıtladım bilincimi, gibi yurdu yağma olmuş bir ozan
Ağladım, gibi bir polis evladı, babası eve bir tahtayla gelmiş
 
Çok cenazeler kalkmıştı o yıl şehrimin ortasındaki camiden
Hepsi de pek gençti yola çıkanların, çoğu akrandı bana
Gitmedim uğurlamalarına da çünkü buna yüzüm yoktu
Onların ruhunu abad kılacak öfke ve kurt dolu yeminlerim yoktu
 
Söz kısası bu işte; film yok bende iki bin on altı sonrası
Benim yaşlı ozanlardan heceler çalan o sarı ve iri çocuk
Oturduğum yer bir ceviz altı ve beraber yatıyorlar topuk altımda
Yani kara ve bereketli toprakta; Pers valisi, Türkmen çoban ve askerî Roma!
Berat Şendil
Editör: Elif Berra Kılıç

Seni her gördüğümde ırgalanmış gökyüzüne koşuyor kalbim,

Yokuş yolcusu yolların şahlanışını izliyorum seninle beraber.

Senli sevdaların dibine düşüyor kalbim,

Boyut kazanan hevesleri geçip gidiyor seninle beraber.

Göğün binbir katından çekip alıyorum bu gönül kuşatmasını,

Senden kalan maviliği yüceltiyorum,

Yine senden sana yüceliyor gönlümün imkânsız hücreleri.

Binbir odaya hapsediyorum kokulu sevda bültenini,

Sessizliğin rehavetini de çekip aldım göğden,

Her şey göğümden göğsüme akarken,

İşlenirken ilmek ilmek bu sevda bülteni,

Binbir kurşuna hazırız göğüm ve biz.

Gönlünün en derininde bir nehirle beraber akıp giden işte biziz.

Seninle birlikte yücelmekteyiz.

Gönlünden bana öpecek bir yer kaldıysa

Binbir çiçek teslim ediyorum ben de sana.

Güzellikler arasından uzak diyarlara ulaşan ellerinin tazeliğine,

Bahar çiçeklerimi bırakıyorum seninle,

Seninle ve

Senin sevginle.

İrem Yılmaz

Editör: Elif Berra Kılıç

Mevsim soğuk, dalları budanmış bir kestanenin
Rüzgâr meltem yoksunluktan bîhaber yüzünde
Râyihâ dargın, titrek bir dost ağıdı mırıldanıyor
Dost bilmez, sesinden tanınmaz, sâhibi meçhul
Okunan her kasîdede telaşa kapılıp sen diyebilen
Örtün üzerini Râyihâ, avucum kınalı kızıl yaradan
Cam kırıkları batıyor tenine vebâli gölgeliklerden
Dokun pervâ ile, yabancı bir duyguyu duyar gibi
Vefâna minnet eyleyen kuşun kırılgan kanatları
Buz dağının zâhirinde kalan bir dal papatya gibi
Yaprakları dökülmeye hasret her zayıf esintide
Gör ki yedi gök sayarım gözlerim âmâ olsa dahi
Yedi gök, yedi cennet, yedi kıta sayarım ellerinde
Duvarlar ücra, bir demet karanfil ve nane kokusu
Kehribar taneleri dökülüyor kaldırım kenarlarına
Ve tutulmuş aya karşı dilekler, bir elem uyanıyor
Uyanmak ki hangi kara boyalı çiçeğin kucağında
Saat sekize beş kala, rüya dalgınlarından yalnız
Vazgeçmiş kutup yıldızı, geç kalınmış bir sabah
Parıltısı mahmur, bulantılar karamsar ve sürekli
Birkaç damla sızıntıyla çizilen uzun yolun menzili
Ürkek adımlar atıyorum, sen kere sen yazılı izinde
Yürüyorum Râyihâ, ifritin iflah olmayan ateşinde
Zümrüt tüylü bir kuş duydum, ağ örülmüş sesine
Dimağına varıncaya dek gece dehlizini arzulayan
Kirpikleri düşüyor, ucundaki zarfların ağırlığından
Güz sürgünü yüzünde ve ıssız, boş tabutlar kadar
Bir mektup oku Râyihâ, mührü mimlenmiş olsun
Bir mektup oku ki saklansın dantel bakışlarında
Zerre adedince intizâr, sana ve esrârlı yazgına
Hilâl Sönmez
Editör: Elif Berra Kılıç
ezbere soluyorum hayat
çok savurgan bir zeminde 
sırlarımı üflediğim demir küpler kadar anlamsız
bazen sıkılgan
uzun ve hıncahınç
bir yolu yarılamış gibi
gecenin ortalarında istasyon görevlisini küfrederek yattığı yerden kaldırmış
amerikan hesabına göre 10 galon benzini depoya ver ettikten sonra
keskin bir soğuğun ortasında izlenen bir manzara
acep, soğuğu mu unutmadım
yoksa sarı benekleriyle siyah ovayı mı
elbet
yolu unutmadım ben
kara kaplı deftere yazdığım şiiri unutmadım
tebessüme benzeyen uykular
kahreden korkular getiren yoldu
unutmadım
kelimeler ancak ulaktır stefın
ve çok zalimdir kadınlar
sevişip durduğumuz kadınlar
sevişip duruyoruz hepimiz
sükûta yaraşır bir derinliğimiz olmadığından
seslerle sırnaşıyor sevişmelerimiz
telkin edişlerin esiri seslerle
teskin ile huzur aynı zindanda
ağyar kuleye zincir vurmuş.
kolyelere benzeyen bir yanlışlık var bu masalda
boynumda soğuk bir demir taşımama benzeyen bir yanlışlık yani
iki gram ne olsa kurtarır bizi
cevap
çıplak bir adamın koşmasına benziyor
angora'ya doğru
ümitsiz bir koşu bu
kavuşacak kimsesi yok çünkü adamın
hem
sarhoş duramayacak kadar
ölemeyecek kadar sarhoş
dedim ya
çok savurgan bir zeminde
ezbere soluyorum hayat
bana gönderilmiş birkaç elçi tanıyor ve iman ediyorum
adam,
iman edebilecek kadar ayık,
devrilmeyecek kadar!

sokaklara benziyor adam,
kirli sokaklara
devletin üvey evlatlarına benziyor
çocukken sapanla vurduğu kuş geliyor aklına
kuşun gözleri ve ciğerini patlatan taş geliyor bir an
ağlayamayacak kadar sarhoş ve
çıplak olmasaydım keşke
ağlamak için üstüne bir şeyler alması gerektiğini biliyor adam
aklına çıplak cesedi geliyor kuşun
çok hızlı bir zeminde
çok bilinçli soluyor adam
sokak
kente bir ayrıklık vuruyor
tam o an bekçi mühür vuruyor sokağa
adam koşuyor
gece devinimi tamamlamak üzereyken
ülke, bekçiye ve geceye ihtarname yolluyor
adam bu saçma sapanlık karşısında şaşıramayacak kadar sarhoş
adam sarhoş 
bir balığın kılçığını hayal ediyor
bir balığı çıplak düşleyecek kadar çıplak adam
tam bu sıralar
bekçi üstüne atlıyor adamın
güneş doğuyor
kent buyur ediyor sokağı kahvaltıya
sokak affediyor ülkeyi
ihtarname yitiriyor resmiyetini 
adam yaşayacak kadar istekli
önce sokağa bakıyor
sonra kente
bekçiye
ve ülkeye
bir bayrak olmayı düşlüyor şimdi
rüzgar devleşiyor
Cüneyt Uysal
Editör: Elif Berra Kılıç

Kötüler sevinirken her yerde
şairler ve bilgeler sadece
düşlerinde dünyanın.
Son kalıntısı yakılırken
dolunayda sevdanın,
bir ben miyim
Oluk oluk akan sana.
Bu kaçıncı şiir sana yazılmış?
Bu kaçıncı şair sana tutulmuş?
Ama bir benim
Kalubeladan yangın sana.

Ömründe sevmeyenlerle dolarken
Cehennemin en alt katı,
Güller küstürülmüş,
Elimizde hazan yaprakları,
Bir ben miyim koşan
Sana çıkan tüm yollara.
Bir ben miyim hapsolan
dudaklarına giden fincana.

Ya evinde ölmek açlıktan
Ya sınırlarda kurşunla
Bu dertli başların yazgısı,
Krallar makamında otururken soytarı
Bir tek sensin
Benim bildiğim lisan
Bir tek sensin
satırlara düşen saçları.

Ya sen ya ben ölmedikçe,
Gonca gülün dermedikçe
Bitmez bu eski zamanın sevdası,
Bir ben değilim
tüfeksiz vurulmuş sana,
Şen bir mezardır gönlün
genç âşıkların yattığı.

Osman Sefa Yalçın

Editör : Elif Berra Kılıç

-Bilge Ağabeyim Emrah Birgül’ün Büyük Katkılarıyla-

Kısa giyineni gözüyle taciz eden,
Geceleri ite köpeğe tecavüz eden,
Alkolü haram bulup her haltı yiyen,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
Ezilen görünce ses çıkarmayan
Zulmedene zulme alkış tutan,
Şeyhin, dervişin elin eteğin öpen,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
Erkek adamdır aldatır diyen,
Kadının hakkı kötektir diyen,
Şark kurnazı İblis gibi gülümseyen,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
 
Kendi dilinde dua etmeye çekinen,
Daha çok sevap sanıp Arapça şükreden,
Kirli çoraplarıyla ibadete giden,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
 
Her gördüğü çimenlikte ateş yakan,
Lama gibi tükürmediği yer bırakmayan,
Edebe gelince en çok laf atan,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
 
Herkesin arkasından boş atıp tutan,
Yüz yüze gelince utanmadan sırıtan,
İzlediği diziyi salt gerçek sanan,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
 
Kibar insan görünce hep zayıf sanan,
Yaşına güvenip hürmet arayan,
Sadece kaba güçten anlayan,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
Her hakikati bilirim diyen,
İşin aslı hiçbir haltı bilmeyen,
Cahil ama her lafa bir cevap veren,
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
Başlık uğruna kızını ellere veren,
Kızı üzülünce dizini döven,
Acırsan arkandan hırt hırt laf eden
Sen değil misin bu arsız anadolulu?
Kurunun yanında yaş da yanmasın
Güzel Anadolu'm bana hiç kızmasın
Ben acı söylerim, dost bal anlasın
Edremit'i Haktan Deyiş Söylerken
Tanrı'ya dileği gönül kırmasın,
Sözü olan varsa anda söylesin,
Bilen konuşsun âlim sanalım,
Bilmeyen  sussun insan sanalım,
Gel el ele verelim canım gardaşım,
Kurtaralım güzel Anadolu’yu!

Emin Haktan Altın

Editör: Elif Berra Kılıç 
 

o namlunun ucunda her gece ölümü kucaklayacağım
tetiğe bütün bedenim arsız bir sarmaşık gibi dolanacak
bazen Tanrı ile konuşup kendimi mutlak hatırlatacağım
yaşamak, zincirini çoktan koparmış öfkeli kurda döndü
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

ihtilale bulaşmış şanlı, son bir şiir yazacağım
kerpiç duvarların gölgesinde duracak atlılar
vaktin yelkovanını uyuz itin boynuna asacağım
adımı ve atımı soysuz ihtimale bırakamam
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

beni azgın bir ırmağa vurur gibi, batırıp çıkardılar
tüm kaburgalarıma adımı sayıklıyordum
nasırlı avuçlarımın içinde kalbim kaynıyordu
görmek ile bakmak arasında bir yerde çarmıha gerildim
kurdumun, kudretini gözlerime kazıdığı şanlı hâkimiyetim
boynu vurulmaktan son anda kurtulmuş kuzuya teslim edildi
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

atımı beş kere dünyanın etrafında sürdüm
havsalamda, yüzleri namlunun ucuna getirdim
bıçak kesmez uykulardan geçip gelmiştim
bana bakan birkaç savaşın yenilgisini görür
kapı önlerinde kılıç yüzlü güzelleri görmezden geldim
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

mahrur bestenin çaldığı her yere kesik bakışlar taşıyorum
kurşundan yapılma aşlar pişiyor zihnimde
mağlubiyete tok devler birleşmeye duruyor
parmaklarımdan taşan bu ihtilal pıhtısını
demirden barajların göğsüne muhakkak saplayacağım
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

bir bey kızının damağa aheste çarpan dilinin ucundan
yahut bizim diye sahiplenen gecenin köşesinden
hiç çarpışmamış saray fatihlerinin kılıcından
bozguncu değilim, muhakkak üstesinden gelirim
herkes evine dönsün, uykumu vuracağım
benim adım savaşlara gebedir

çobanın kuzuyu
kurdun intikamını unuttuğu
evvela enine uzayan şiirlerde
bir kurşun sesi patlıyor göğsümde
benim adım savaşlara gebedir

Şaman Kadın – Demir Yabgu

Alperen Alparslan Gözen

Editör : Elif Berra Kılıç

bana dünyamı unutturdun neredeyim?
kara kuzguna vurulmuş ak kelebeğim.
durmak bilmez yağmurların doldurduğu deredeyim,
kayalara çarpa çarpa boğulmak geleneğim.
bir şiir de adının geçtiği her keredeyim,
yıkıldım gözlerine lakin serpe sere değil.
intihar kuşandım elini ver edeyim,
çamura battı şairliğim tırnağımdan sere değin.
ya bu yârdan geçerim, ya bu yardan atlarım!
toprağın tadını ezbere bilir tırnaklarım.
derdimi dünyanın ötesine götürse de rahvan atlarım,
dermanıma ulaştıracak kadar güçlü değil kanatlarım.
bugüne dek tek bir çiçeği dahi kanatmadım,
hâlâ gönlümün çocuk parkında ip atlarım.
sanat olmamaya gayret gösterirken sanatlarım,
inatla sesini cızırtılı çalıyor pikaplarım.
Bahadır Çakan

Düzenleyen: Elif Berra Kılıç

Sarsıntılı bir yolun ortasında benlik savaşındayım.

Gözlerim dolu ve ürkek şeytanlarla savaşmaktayım.

Sapsarı bir arazi sonsuzluğunun ortasında,

Göz göre göre hayatımı kovalamaktayım.

Uzak iklimlerin yasalarını tazelerken savaşımda,

İçimdeki ahlak savaşıyla kavgaya tutuştum.

İsterseniz tetiği çekin artık kaflı dağlar,

Yasalarımla beni ayrı diyarlara uçurmayın.

Yıldızlı gökleri bana sormayın, bırakın da

Ufak yasalarımı bensizlik dağlarının eteklerine saklayın.

“Kanla kirlenmiş evrak” niyetine solladılar hayatımızı.

Denizler buruşturdu bu yasaları, raporları.

İç benliğimin tasarılarını yok etmeyi bırakın da

Karanlık sözlerle karalayın yaşamımızı.

Ben demir tenli çiçekler aradım.

Omzuna düştü diye tuttum, dizlerine kapandım.

Senin iklimlerin olurdu beni mevsimlerine çağıran,

Gün olur mevsimlerimi karartır,

Kan lekelerine boğardı.

Şu güzelim ırgat beyinlerini satıp

“Kanla kirlenmiş evrak” aramaktayım.

Ben senin güneşli çiçeklerini,

Gönlümün tam ortasında, kanla kirlenmiş evraklarda taşımaktayım.

Bir hayat bahşediyorum Tanrı’m, benden sana.

Yüzyıllık yalnızlıklarından, kucaklarının arasına.

Bir hayat bahşediyorum gökyüzünü kucaklayan en dingin sessizliğiyle,

“Böyle bir mevsim deviririz sensizliğin izafiyetinde.”