Türk Medyasında Gördüklerimiz ve Göremediklerimiz Üzerine

Malumun ilamı ki Türk medyasının uzun yıllardır sürdürdüğü vaziyeti görmek için iletişimci olmak gerekmiyor. Yalnızca kafayı medya gerçekliği dışında, başka gerçekliklere de çevirmek yetiyor. Oysaki medyaya baktığımız zaman (çoğunlukla televizyona) bambaşka bir gerçekliğin sunulduğunu görüyoruz. Bu gerçeklik, hem medyanın zaman içindeki değişimlerine hem de etiğin yerle bir edilme isteğine bağlı olarak gerçekleşiyor. Medya, dördüncü güç olma vasfını kullanadursun; bu yazıyı okuyacak olanlar ve çoktandır medyanın kendi gerçekliğini görenler, bu gücü de eleştirmeye açık ve yetkindir.

Yıllardır üzerinde konuşulan ve binlerce yazı yazılmaya müsait medya ve bizim gördüğümüz Türk medyası, etik açıdan da hayli sorunlu bir yapıya sahiptir. Araştırmacı gazeteciliği bir vazife olarak sürdüren ve sürdürmeye kararlı gazeteciler bir yana, televizyon haberciliği ve medyası; iktidarın her türlü kullanabileceği bir yapıya bürünmüş görünüyor. Tabii ki iktidar da kendini açıklamak ve halka seslenmek amacıyla medyayı kullanmak zorundadır. Fakat ülkemizde, ciddiye alınmayacak kanal ve kişilerin; gazeteciliği, iktidar lehine çoktan kuma gömdükleri bilinmekte ve her tür gazetecilik ilkesi de yerle bir edilmiş vaziyettedir. Buna da ancak iktidar gazeteciliği denir ve bu ilgili kanal ile kişilerin gazeteciliğe dair konuşabileceği bir söze de kulak asılmaz.

Pek tabii iktidar da bu durumdan hoşnut ve kafasını yalnızca ona karşı haklı muhalefet edenlere geçirmektedir. Yine de konumuz, iktidar kutsayıcı habercilik değil, günümüzdeki televizyon haberciliğinin etik ile olan veya olmayan ilişkisidir.

Dikkat ederseniz televizyon haberciliğinde hız odaklı bir yapı söz konusudur ve kısıtlı süre içinde olaydan olaya, haberden habere geçiş yaparız. Kısa sürede bir duygudan bir duyguya, düşünmeden atlarız. Sunucunun haber sonrası, yüz ifadesini değiştirememesi gibi biz de duygunun hakkını veremeden başka bir haberle yeni bir “duyguya” geçeriz. Elbette, öğrendiğimiz yeni bir bilgi ya da bizi
ilgilendiren bir durum; öfkeye, acımaya, sevince neden olur. Fakat televizyondaki yansıma, bilgiyi ancak üstünü kapatarak duyguyla süsleme şeklinde veriyor. Ayrıca hız öyle bir durum yaratıyor ki düşünce değil, görüntü ve verilen sözler üzerine anlık bir yorum geliştirebiliyoruz.

Bu durum ile ilgili aklıma gelen en yakın tarihli olaylardan biri maalesef İzmir depremi. İnsan olanın canının yandığı bu olayda, televizyondaki haberler beni pek de şaşırtmadı ama üzdü ve çokça da öfkelendirdi. Depremin şu anda konuşulmadığı televizyon haber kanallarında o gün, Ayda bebeğin enkazdan çıkarılma anı, tekrar tekrar televizyon ekranlarından gösterildi; bilgi değişti ama görüntü her an, o ana odaklanacak şekilde sabit kaldı. Biz, yalnızca mucize kurtuluşlara, görüntünün sürekli verilmesiyle kısa anlara odaklanalım; ölenlerin de niye öldükleri, birlik ve beraberliğimiz sağlandıktan sonraya kalsın.

Peki sonra ne oldu? Yüzlerce muhabirin gönderildiği hastane odasında Ayda, hasta yatağında oyuncakları ile görüntülendi, durum hikâyeleştirildi. Olanlardan bir süre habersiz kalacak olan bebeğe; kameralar, mikrofonlar çevrildi. Neticede medya için haberin gerçeklikten kurtulması adına bir hikâye şart ama çocuk hakları ve medya konulu hiç mi bir şeye rast gelmediniz?

Görüntünün egemenliğini bu kadar derinlemesine hissettiren televizyon haberciliği, duyguyu seslenir ama akla da nadiren seslenme ihtiyacı duyar. Ne de olsa görüntü, sözcüklerden önce gelir ve görüntüye odaklanıldığı anda da görüntü üzerinden düşünme başlar. Herkesi ilgilendiren o ana sabit bırakır ve söylenecek bir ton sözün yerine görüntü ve onun aracılığıyla alışıldık söz yığını dizilir.

Medya ve etik konulu bir başka durumu da şehit haberlerinde görmek mümkün. Yalnızca soruyorum, şehit haberlerinin can yakması için arkaya bir duygusal türkü ya da tını koymak mı gerekiyordu? Yoksa zaten, ana-baba, eş ve çocukların unutmaya izin vermeyen duruşları ve yakarışları yeterince can yakmıyor muydu? Bunları gördükçe gönlümden, “yalnız biz üzülür, biz öfkelenir, biz sorgularız” sözleri taşıyor. Geriye kalan ise hızlı geçen kadrajlardan bir kolaj.

Peki, bu bütün ahlâk dışı durum ve haberler neden yapılıyor ve bunlara yönelik neden toplu bir ses yükselmiyor? Öncelikle, kimi kime şikayet edeceğiz gibi bir düşünce oluşabilir; fakat son yıllarda başta ataerkil toplum kurallarına göre hareket eden haberler olmak üzere pek çok haber yazısına, Twitter aracılığıyla tepki gösteriliyor ve bu tepki de olması gereken bir haber dilini yaratabiliyor.
Yalnız hikâyeleştirme ve sürekli akan görüntü, medyanın uzun süredir patentini aldığı bir icat ve bundan da vazgeçerse ortada medyanın hegemonyasına yönelik bir ideoloji de kalmaz. Yine de bu demek değil ki etiğin her defasında göz göre göre ihlal edilmesi onaylanacak ve medya da bunu inkâr edebilecek.

Açıkçası sosyal medyadaki gerçekliklere baktıkça televizyon haberciliğindeki düşünce üretmeyen gerçekliğin neden eleştirilmeye açık olduğu görülüyor. Tabii ki her şeyden haberi olan ama düşünmeye mecali kalmayan halkımız, yalnızca medyadaki gerçekliğe tanık oluyor ve bunun dışındaki gerçeklerin nasıl farkına varacağını da düşünmüyor olabilir.

Ülkedeki gençlerin, bilhassa Türkçü gençlerin, medya okuryazarlığı kavramından bihaber olmaları bu parti devletine yakışır ama Cumhuriyet ideallerine yakışmaz düşüncesindeyim. Eleştirel düşünmeyi, medya bağlamında dahi Marksist-Kürtçü kişilere ve akademisyenlere bırakma niyetinde olmamalıyız.

Dahası, medya içindeki sunumlara ve etik anlayışına karşıysak bir karşı hegemonya içinde, öyle haber sunumları hazırlar ve yazarız ki medya ideolojisine de bir katkımız olmaz. Nitekim bunu başaran muhabir, gazeteci ve sunuculara da rastlamaktayız. Her ne kadar eski gücünü kaybetmeye başlasa da “masum halkı” sindirmeye yönelik hâlâ bir aygıt görevini üstlenen bir yapıyı da eleştirerek
hegemonyasına karşı çıkacağız. Özellikle Türkçü gençlerin, medya gibi güçleri eleştirecek donanımda ve yetkinlikte olmasını çok önemsiyorum ve onlardan biri olduğum için de kendimi içten içe tebrik ediyorum. (E zaten olması gereken de buydu diyerek biraz da utanıyorum.)

Ne de olsa en büyük endüstri olan devleti eleştirmekten geri durmayan Türkçüler, onun küçük çarklarından birini de neden eleştireceğini bilerek kendini yetiştirecektir.

YAZAR

Büşra Kanat

EDİTÖR

Zeynep Gökçe Azman

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başlık

fotoğraf

Yazı

YAZAR

Büşra Kanat

EDİTÖR

Zeynep Gökçe Azman

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir