ertelenmiş ölümler birikiyor içimde

“avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp

parmaklarımı kanatarak

kırasıya,

çıldırasıya…”

tanrı’nın,

çocuk yaşta zihnime kazıdığım

artık üzeri tozla kaplanmış sözleri gibi,

derin bir keder var içimde;

olur olmadık vakitte esen bir hazan meltemiyle

gayr-i ihtiyârî yeniden hatırladığım…

ertelenmiş ölümler birikiyor içimde

şu cihanda ölümden mühim ne var ki

hayır hiç kimse

ölümü erteleyecek kadar tembelleşmemeli

ne yazık

seçemiyor insan

doğacağı yeri, vakti, rahmi

ve mâlum öyle zannetse de

çizemez hakikátte

hiç kimse kendi kaderini

ama yine de öleceği yeri

vakti, varsa dizi seçebilmeli

gerçi bir diz varsa eğer

yürek emânet edilmeye değer

ve tanrı da çekmemişse üzerinden elini

insan neden ölümü özlesin ki

“sana filleri düşünme desem

ne düşünürsün,” bunu ilk kez bugün duydum

kendi kendime ve dahası yanım yöremdekilere

“filleri düşünme” diye diye

filleri düşündürmeyi sürdürüyorum

ve farkındayım bunun

fakat kötü alışkanlık işte

istesem de kurtulamıyorum

aydınlık bir karanlığa kar yağıyor

kimi sıcak memleket çocuklarının

içleri titriyor, hissetmiyorlar ellerini

ve ilk kez görüyorlar bozkırın nefretini

halbuki yüreğimdeki ayazın tek nefesi

milyon yıl zemheriye prangalar bu kenti

kabul, “sırtımda bir mezar taşıyla yaşıyorum”

fakat yine de söndürmüyorum gülümsememi

çünkü bu gençler üzgün görsün istemiyorum

nâdiren öfkeli, bâzen düşünceli

ama her şeye rağmen neredeyse her dâim

olabildiğince müşfik, mütebessim ağabeylerini

gözümün önünde yasa boğdular o şen şakrak çiçeği

gözümün önünde vurdular o genç, delikanlı neşemi

neden peki

bilmiyorum, emir almaya müsâit olmadığım için mi

başaramadım, onları kurtarmaya gücüm yetmedi

ve artık yok biliyorum nedenin, niçinin hiçbir ehemmiyeti

zîrâ “elifim noktalandı, mezarım tahtalandı”, hâsılı yaktım o defteri

yaktım lâkin defter duruyor, rüzgárın savurduğu yüreğimin külleri…

ben ki hazırdım

-tanrım beni bağışlasın-

kendime ihânet etmeye bile

rab biliyor göz yumacaktım

kalbimden kan püsküre püsküre

halkımızın müstakbel kâtillerine…

büyük ihtimalle başaramayacaktım

ama kendimle

öfkeden titreyen dizlerimle savaşacaktım

çünkü kaçamıyordum, kaçamayacaktım

ve ne yazık her ihânet

taşırdı dâimâ ise bulanmış mel’un gövdesinde

o kahrolası ve çoğu kez mecbûrî sebebini

aslında sevinmeliyim

ama neden yüzüyorlar derimi diri diri

kim bu gönlüme saplı kızgın şişin sâhibi

ah! her şeye ama her şeye rağmen sevmek

bu insanları, bu ülkeyi

bize mutlak ve muhakkak kaybettirmeli mi

musâ hiram duvarcıoğlu

eskişehir – şirintepe

yirmi beş kasım iki bin yirmi bir

YAZAR

musâ hiram duvarcıoğlu

EDİTÖR

Sinem Saka

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir