sen benim yolumdun züleyhâ
henüz on beş adım atmıştık züleyhâ
daha en başındaydık bu uğursuz yolun
ve sen benim yolumun
hem başı hem de sonuydun
kabullenmesi güçtü ama
benim yolum izim sendin züleyhâ
on altı bile değil on beş adım atmıştın
bense sanki çoktan musallâya uzanmıştım
katlime seni memur kılmıştı tanrım
yaşamayı çok sevdiğimden değil, hâşâ
ama yine de ölmemek için çok savaştım
lâkin anladım; kara yazım, kanlı yazgımdın
nasılsa kabul edilmeyecekti itirazlarım
ışıl ışıldın züleyhâ, belki de ışığı sen yaratmıştın
her baktığında, gün doğardı o uçsuz karanlığıma
güldün mü güneşi, bendeki cehennemi yakardın
çok değil, on beş adım atmıştın züleyhâ
herkes kapkaraydı, bir sen karbeyazdın
yâhut ben
sarhoşuydum sunduğun o esrarlı şarabın
-ne hazindir ki o muazzez âb-ı hayâtın
yâhut kezzabın hâlâ ve hâlâ müptelâsıyım-
herkes çirkindi züleyhâ
sense gözümü alamadığım mâhım
çeke çeke bitiremediğim âh u zârımdın
ne garip, seni sen bile güzel saymazdın
halbuki en emsalsiz şâheseriydin allah’ın
taşı çatlatmış, kıyâmeti koparmıştın
gönlümü ay gibi
on dört asır sonra tekrar ikiye parçalamıştın
oysa züleyhâ, sâdece on beş adım atmıştın
bu âleme de, öteki âleme de âit olmayan
rabb’in yalnızca sevdiği birkaç kuluna bahşettiği
apayrı bir tat vardı gülüşlerinde, apayrı bir neşvünemâ
ve sanki sâdeliğinde, inceliğinde, sesinde bir sihir vardı da
bir ben kapılmak tâlihsizliğiyle sınanmıştım şu koca dünyâda
on beş adım atmıştın züleyhâ
sesin ki nevbaharlar yaratırdı
o benim ayazlarla bezeli çetin kışlarımda
ne vakit yüreğim senin zikrine dursa
kokun; ete kemiğe bürünür
tatlı, haşin, çok can yakıcı
âsî bir yörük kızına dönüşür
girerdi koluna ruhumun
ve bîçâre, meftun
kalbi elinde bu manav fukarasını
götürürdü kekik kokan bozkırlarımıza
sen en çok papatyayı seversin züleyhâ
seni sevmek,
papatyalardan bile daha ihtişamlıydı papatya
seni sevmek ne acıydı ve hâlâ ne acı züleyhâ
hamiyet… hamiyet… hamiyet…
içimde bezm-i elestten beridir susmaz bir sadâ
nihâyet anladım; ne yazık ki hiçbir kadını vatan gibi
vatan kadar sevmemeli, vatan kabul etmemeliymiş züleyhâ
on beş adım atmıştım
biliyordum yolun sonuna çoktan varmıştım
yazgısının prangasını kırmak kavgasında
sultangaliyevvârî bir Türkmen delikanlısıydım
yanlış duraktaydım, ki hâlâ yanlış duraktayım
yusuf bile çıktı kuyudan, ben kalmakta ısrarcıyım
on bir bin yıl geçmiş aradan, iyice yaşlanmışım
maalesef artık bağımlısıyım kendimden kaçmanın
sırf seni hatırlatıyor diye ansızın
üstüne lânetler okuyarak altına
girmek istiyorum aslında şu mel’un kürre-i arzın
lâkin biliyorum bu gönül denileni
öyle yürek gibi cesetten söküp atamıyorlar
hâkezâ atılabilseydi eğer bin kere atmıştım
velhâsıl nesrindin lâkin nefrin oldun zamanla
baktığın yer kan, bastığın yer çöl oldu züleyhâ
canımın cânânı, gönlümün papatyasıydın
lâkin papatyalar… papatyalar…
kurur elbet onlar da
kuru artık, kuru artık, kuru artık ne olursun züleyhâ
22.12.21 / Eskişehir – Büyükdere
*Görsel Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku filminden alınmıştır.
YAZAR
Fâtih Oğuz
EDİTÖR
Sinem Saka

Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!