bir hamiyet türküsüdür
“bak dinledim seni, dokunmadım sana
dokunmadım kalan rüyalara
zarar ziyan döküldü ortaya
ölüm kadar rahatmış ayrılık”*
“vazgeçmek eve dönmektir”** züleyhâ
eve dönmek kaybetmektir
“döndüm eve”, yine eninde sonunda
kedere batmış akşamlara
kezzaba bulanmış şarkılara
tövbesi olmayan günahlara
haber sal züleyhâ
bilcümle yoldaşlara
döndüm eve züleyhâ
yâni sana
yâni muhayyel de olsa
o sımsıcak koynuna
yâni zemherinin bağrında
bana kazdığın o bozkır mezarına
-ki bu maatteessüf hakikattir-
döndüm ve usulca
kıvrılıp yattım züleyhâ
anladım, senden
yâni sensizliğimden başka
sığamam hiçbir eve yâhut tamuya
pert oğlu pertim, kusura bakma
kalbim her sâlisede yeniden infilak eden
-attila ilhan âyetleri gibi-
sensizlikle güçlendirilmiş bir bomba
paramparçayım bağışla
berhevâyım, saçıldım, dağıldım züleyhâ
beni hamiyetsiz duvarlardan
yürüdüğümüz sokaklardan
oturduğumuz, ağlaştığımız
gülüştüğümüz kaldırımlardan
numan baba’nın huzurundan
agustus’un tapınağından
sana verdiğim kitaplardan
daha doğrusu
emânet ettiğim yaralarımdan
gözyaşlarımla altını çizdiğim satırlardan
kızıl çiçekleri kanımla boyalı o siyah yazmadan
sarar’dan, gazi’den, aşti’den, erzurum’dan, ankara’dan
gittiğin allah’ın belâsı o uğursuz topraklardan
topla züleyhâ beni
topla kırık dökük düşlerimi
alamadığım nefeslerimi
öpemediğim kalbini
topla gülcem’in gülen gözlerini
topla fırat’ın bozkurt selâmı veren ellerini
ve her ne olursa olsun gönlündeki kabre göm
orada ilelebet sakla züleyhâ beni
yedim az evvel şâirin
“yakışmaz sana” sillesini
haklı züleyhâ elbette ki
atların ve kurtların şâiri
yakışmıyor elime başka bağın gülleri
-ne vakit bırakırım bilmiyorum
sende, yâni yanlışta ısrar etmeyi-
yalnızlık, yalnızlık, yalnızlık…
kabullendim kaderimi
benden olmuyor züleyhâ
kabullendim hakikati
kabullendim sensizliği, uzleti
ve kabullendim
ne bu elleri ne de bu yüreği
senden başkasına teslim edemeyeceğimi
ve evet yoldaşlar da tıpkı senin gibi
anlamadılar, anlamıyorlar
anlamayacaklar züleyhâ beni
durmadan kaçıyorsam
ve aslında her ne yapıyorsam
duymamak için yapıyorum kendimi
ruhumda yankılanan gülüşlerini
çünkü ne vakit kesilse karmaşa içimdeki
bir hamiyet türküsüdür –ki hiç susmaz-
darağacında yaprak ediyor yüreğimi
ah çobandan bey
çöplükten cennet olur mu nevruz çiçeği”
toplandılar bir yas tutuyorlar
gönlümde bir kederli udun telleri
sen kendi tabutuna
o son çiviyi çaktığından beri
gönlüm ki kasvete bulalı bir ölü evi
gönlüm ki güzel görmez artık hiçbir güzeli
ölüm züleyhâ
inan hiçbir şey değil ölüm
nasılsa unutturuyor her şeyi
bu mücâhedenin
bitmez tükenmez hengâmesi
bizi asıl yoran, en ölmesi gerekenlerin
aslâ ve aslâ ve aslâ ölmemesi
yine başa sardım, yine sana geldim züleyhâ
zâten nereye gidebildim ki senden başka
yine sana yenildim züleyhâ
sana yine yenildim
zâten -tanrı elini üzerimden çekmesin-
beni kim yenebilirdi ki senden başka
velhâsıl yine “eve döndüm” züleyhâ
yine kaybettim bu mel’un harbi
ve niyâzımdır
tanrı yarattığı her iyi âdemi
saklasın “ev” diye ayaza kazılmış
bir kabre girmekten diri diri
kabullenmek de yenilmekmiş
ve gerektiğinde vazgeçebilmek
aslında en büyük mücâdeleymiş
“bunu sonradan öğrendim”*** züleyhâ
“ben aslında her şeyi sonradan öğrendim
herkes herkesi sonradan öğrenirmiş
bunu da sonradan öğrendim”
hâsılı kabullendim
ve sevmedim lâkin benimsedim
çıkarmaya çalışana düşman kesildiğim
yazgımın; gönlümün, ömrümün tam ortasına
senin nârin ellerinle indirdiği
bu kör, bu keskin
bu korkunç ve bu kutsal emâneti
farkında bile değilim züleyhâ
sevmek özürlü bir adama
dönüşmüşüm senden sonra
korkar olmuşum gönlümden
duvarlar ardındayım
saklanıyorum surlar ardında
ve senden, yâni dün denilen felâketten
sağ kalabilen bir şeyler varsa hâlâ
inatla görmezden geleceğim
bir kez daha ölmemek için
gerekirse sana dâir
bin cinâyet daha işleyeceğim
senin tüm izlerini silmenin
derdine düşeceğim
fakat yine de kalacak biliyorum içimde
devâsâ korkular
yorgunluklar
beyazı, kızılı, karayı
aynı çuvala doldurmalar, önyargılar
ve demir dağlar
ve ödüm kopuyor züleyhâ
gelir, eritir diye biri çıkar da
senin yaranı sarıp
daha büyük bir yara açarsa
canımı bir kez daha böylesine yakarsa
diye diye barikatlar çekiyorum her yol ağzına
numan baba’yı bilirsin züleyhâ
o da seni, sensizliğimi ve ahmaklığımı bilir pekâlâ
öylesine çâresiz bıraktın ki beni
altı yüzyıl evvel uçmağa varmış numan baba’ya
dert yandırıyorsun züleyhâ bu garibi
lâkin şikâyetçi miyim
hâşâ
çünkü onun gibi “ölüler”
bizim gibi dirilerden milyon kat diridirler züleyhâ
hâsılı korkuyorum
bakma atıp tuttuğuma
sen oradasın ve biliyorsun
ama inkâr ediyorsun
halbuki ne vatan ne millet ne sakarya
ben buradayım ve seni her hatırladığımda
kavruluyorum ırkımıza yaptığın yanlışın yangınında
ve kavrulacağım ama hâlâ ahmakça bir inatla :
vatan millet züleyhâ…
dedim ya korkuyorum
ben hazreti âkif değilim züleyhâ
yine de sığınmalı yüce yaradana
herkes gider allah kalır
bir de numan baba
-ne olur baba, elimi bırakma-
şimdi bir zikir gibi çekiyorum
“yaşasın ölüm!”/ yaşasın kavga!
yaşasın uzlet! / yaşasın ankara!
musa hiram duvarcıoğlu
on iki / on iki / iki bin on sekiz – eskişehir / büyükdere
* mor ve ötesi – oyunbozan / https://youtu.be/ktWp3WdVJsI
** https://www.30eksi.com/2021/05/28/vazgecmek-eve-donmektir-meryem/
*** https://www.malumatfurus.org/palyaco-siiri-turgut-uyar/
hazreti âkif: Mehmed Âkif ERSOY
YAZAR
Fâtih Oğuz
EDİTÖR
Sinem Saka
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!