Sosyal Medyada Yeni Nesil Türk Milliyetçiliği ve @30eksi

Seksen öncesi kuşağın anıları tazeyken dünyaya gelmiş ve ilk gençlik yıllarını hem bu hikâyeleri dinleyerek hem de 28 Şubat’ı yaşayarak geçirmiş; Türkiye’nin siyasi, sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimine şahitlik etmiş biri olarak bugün yeni nesil Türk milliyetçiliğinin ve gençlerin durumu hakkında bazı mülahazalarda bulunmak istiyorum.

Milliyetçilik, en sade anlatımla “ait olduğu milleti sevmek ve o milletin yücelmesini istemek”tir. Bu sade anlatım açıklanmaya başlayınca her kavram bir problem hâline gelmektedir. Ait olmak ne demektir? Bir topluluğun millet olması hangi şartlara bağlıdır? Milletini sevmek ile milletinin yücelmesini istemek çatışan kavramlar mıdır, değil midir? Ya da milletin yücelmesine engel olan unsurlar nelerdir? Bunlardan nasıl kurtuluruz? Bunlar gibi yüzlerce farklı soru, tanımı oldukça sade olan milliyetçiliği içinden çıkılmaz bir fikir hâline getirebilmektedir. Nitekim bu sorulara verilen cevaplar, topraklarımızda ortaya çıktığından beri milliyetçiliğin onlarca farklı formda (anlayışta) tezahür etmesini sağlamıştı. Zamanın şartlarına göre bazı milliyetçilik anlayışları fikri olarak diğer milliyetçilik anlayışlarından daha etkili olmuştur. 

İlk olarak Osmanlı toprakları dışında ilmî ve fikrî olarak başlayan Türk milliyetçiliği, Osmanlıcılık anlayışıyla kurulan İttihat ve Terakki’nin 1912 Balkan Savaşları’ndan sonra görülen çözülme neticesinde açık bir “Türkçü” politikaya yönelmesiyle ilk siyasi kimliğini bu fırkada bulmuştur. Kısa süre sonra başlayan Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi, milliyetçi subay ve aydınların Millî Mücadele’ye katılmaları ve bu mücadelenin öncülüğünü üstlenmeleri akabinde Millî Mücadele’nin kazanılması yeni Türk milliyetçilerinin yeni Türk devletini kurmalarını sağlamıştır.

Cumhuriyeti kuran iradenin oluşturduğu laik (kimi zaman seküler) resmî milliyetçilik anlayışı, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde hem batıcı hem de millî bir kimlik oluşturmaya çalışmıştır. Bu kimlik oluşturma çabasının zaman zaman (özellikle muhafazakâr insanlara karşı) baskıcı bir anlayışa bürünmesi, 1940’lı yıllardan itibaren de Köy Enstitülerinin kurulması ve bürokraside sosyalistlerin etkin olmaya başlaması bazı milliyetçi aydınların resmi milliyetçilikten uzaklaşmalarına, sivil bir anlayışla milliyetçiliği yeniden ele alıp yayınlar yapmalarına neden olmuştur. Kendisini komünizm karşısında konumlandıran bu aydınların düşünceleri, günümüzde “ülkücü milliyetçiliğin” oluşmasını ve daha sonraki milliyetçi siyasi oluşumlarda da bu anlayışın öne çıkmasını sağlamıştır. Günümüze kadar ana akım ve baskın milliyetçilik anlayışı “ülkücülük” olmuştur. Ülkücülük, iç ve dış tehditlere karşı Türkçü; toplumsal ahlak alanında İslamcı bir milliyetçilik anlayışıdır. Nitekim bu anlayış en sade hâliyle Alparslan Türkeş tarafından “Türklük gurur ve şuuru; İslam ahlak ve fazileti” sözleriyle açıklanmıştır.

Günümüzde Türk milliyetçiliği anlayışlarında, geniş halk topluluğuna hâkim anlayışın ülkücülük olduğunu söylemek mümkündür. Ancak yaklaşık 20 yıldır “dinî söylemlere sahip” AKP’nin iktidar olması özellikle sosyal medyada yeni bir milliyetçilik anlayışının doğmasına neden olmuştur. AKP’nin hem dinî söylemlere sahip olması hem de adaletsiz yönetimi, sosyal medyada oluşan bu milliyetçiliğin temel esin kaynağı olmuştur. AKP’nin söylem olarak savunduğu her şeyin AKP’nin eylemlerinde karşılıksız kalması, AKP’nin haklı olarak eleştirilmesine zemin hazırlamıştır. Ancak bu eleştiriler ne yazık ki dinî kavramların suçuymuş gibi AKP’ye yönelen tepki dinle ilişkili her şeye yönelmeye başlamıştır. 

Muhafazakârlık, dindarlık, milliyetçiliğin dışında görülmeye; muhafazakâr olduğunu, dinini sevdiğini söyleyen milliyetçiler “Siyasal İslamcı” olmakla suçlanmaya başlanmıştır. Toplumun ahlak değerlerinin dışında görülen şeyler de sosyal medya milliyetçileri tarafından “Türk gençlerinin özgürlüğü” adı altında savunulmaya başlanılmıştır. Yeni nesil sosyal medya milliyetçilerine göre örneğin sarıklı, sakallı bir adamın “Ben Türk milliyetçisiyim” deme hakkı yoktur. Ancak LGBT eylemlerini destekleyen biri pek tabii Türk milliyetçisi olduğunu söyleyebilir. Bu anlayışta Türk milletinin dindar olmasını istemek, milletin yücelmesini İslam dininin vaaz ettiği ahlakta olduğunu savunmak suç kabul edilirken; hümanizmin ve hedonizmin savunduğu şeyleri savunmak erdem gibi gösterilmeye çalışılmaktadır.

Bu şekilde gelişen sosyal medya milliyetçiliği kendisini fikren geliştirmeye de ihtiyaç duymamaktadır. Tepkisellikten öteye geçemeyen bu anlayışta fikir, çeşitli aşamalarla ifade edilmektedir. Birinci aşamada tartışılan konuda AKP ve AKP’li trollerin ne dediğine, ikinci aşamada yeni kurulan “milliyetçilik mahallesi”nde çok takipçili hesapların ne dediğine bakılmaktadır. Bu ikisi sentezlenip yalnızca tarafını ikincisinden yana belli etmek için kısa bir paylaşım yaparak psikolojik aidiyet kurulması ve “söyledim, kurtuldum” rahatlığına ulaşılması, son aşamada ortak lince katılınılması sosyal medya milliyetçiliğinin görünür özelliği olmuştur. Bu linç kültürüne katılanların birçoğunun gerçekte kendi isimleriyle yazmamaları, linci daha zayıf halkalara yöneltmeleri; örneğin kendileri gibi düşünmeyen milliyetçi hesaplara hakarete, küfüre varan söylemler üretirken bugün ülkede birçok sorunun başı olarak gördükleri Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret etmemeleri, onu gizli özne olarak eleştirmeye çalışmaları, bu nevzuhur milliyetçilerin cesaret mefhumundan uzak olduğunu da göstermektedir. (Tabii ki burada Recep Tayyip Erdoğan’a küfredilmemesini eleştirmiyorum, başka insanlara küfredilmesini eleştiriyorum.)

Bu yeni sosyal medya milliyetçiliğinde genel olarak “okumak” da söz konusu değildir. Okumaktan anlaşılan daha önceden okumuş kabul edilen, AKP’ye karşı sert söylemler geliştiren bazı hesapların takip edilmesinden başka bir anlama gelmemektedir. Geçmişte Türk milliyetçilerinin değer verdiği birçok isim, sosyal medyada zuhur eden yeni nesil milliyetçiler için dinî söylemlerde bulundukları için değersizdirler ve hatta milliyetçi değildirler. Bu nevzuhur milliyetçilik anlayışının itibar ediyormuş gibi göründüğü tek aydın Hüseyin Nihal Atsız’dır. Atsız’ın bir yazısında yer alan “İslamiyet Türkler sayesinde yaşadı ve yükseldi. İslamiyet Türkleri değil, Türkler İslamiyeti yüceltti. Biz İslam olmadan önce de büyüktük. Keramet İslamiyette olsaydı her Müslüman millet yükselirdi. Hele tarafımızdan birkaç kere tekrarlandığı gibi İslamiyetten önce büyük devlet olan İran, İslam olduktan sonra bugünkü durumuna düşmezdi.sözleri milliyetçilik anlayışlarının esasını oluşturan bu kişilerin Atsız’ın bu yazısını da Türklerin millî dininin İslam olduğunu söylediği yazısını da (“Milleti yapan unsurlardan birisi de din olduğuna göre Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki Türklerin dini Müslümanlıktır. Eski dinimiz olan şamanlıktan da bazı unsurlar alarak bir Türk Müslümanlığı hâline gelen bu din on asırdan beri bizim millî dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak için mutlaka Müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bugünkü Türkler arasında birkaç yüz bin Şamani, birkaç yüz bin Hırıstiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk(Karayımlar) de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. Zaten, Hırıstiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye’de yerleşenleri ekseriyetle Müslüman olmuşlardır. Onlar bunu Türklüğün bir lazımesi saydıkları için yapmışlardır. Öyle gözüküyor ki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu Şamani ve Hırıstiyan Türkler Müslüman olacaklardır.”) okumadıklarına şüphe yoktur. 

Fikrî olarak kendisine pek tarihi temel bulamayan bu milliyetçilik anlayışının günümüz sorunlarına çözüm üretecek nitelikte olmadığı da görülmektedir. Yaşanan ekonomik ve sosyal sorunlarda yalnızca tepki gösteren ama asla “bu sorun şöyle çözülmelidir” diyemeyen bir anlayışın fikir ya da ideoloji olamayacağı, yalnızca refleks olarak kalacağı kesindir. Doğdukları andan beri AKP iktidarını gören gençlerin, bütün sorunların müsebbibi olarak gördükleri AKP’nin gitmesini istemeleri refleks bir tepki olarak haklı olabilir ancak bunun yalnız başına milliyetçiliği karşılayan bir fikir olduğu söylenemez. 

Kendi doğruları olmayan, tek doğrusu “AKP’nin karşısında olan ne varsa o doğrudur” olan bir anlayış, sosyal medyanın az kontrol edilebilir ve hızlı söz söylenebilir ortamında anlık tepkilerden beslenmeye devam edecektir. 

Peki, @30eksi bu düşüncenin ve yazının neresinde? Yukarıda gayet olumsuz anlattığım yerler @30eksi’yi tanımlayan ifadeler değil. Muhakkak @30eksi’de yazan ya da kendisini @30eksi’ye ait hisseden ve yukarıda anlattığım özelliklere uyan insanlar vardır ancak kurumsallaşmaya başlayan @30eksi’yi değerli bulduğumu peşinen belirtmem gerekiyor. Neden @30eksi değerlidir? Çünkü yukarıda saydığım ve genel olarak olumsuzladığım anlayışın nitelikli bir hâle dönebilmesi için @30eksi gibi platformlara ihtiyaç vardır. Bir tepkinin, bir iki tweet cümlesiyle anlatılmasıyla bir platforma yazı olarak yazılması arasında fersah fersah fark vardır. Çoğu zaman milliyetçilik adına milliyetçi kimliklerle fikir gibi yazılan tweetler öfke patlamasından başka bir şey değilken; @30eksi’ye gönderilen yazılar ister istemez alt yapıya sahip olması ve yayımlanmaya değer bulunacak nitelikte olması gereken ifadeler olmak zorundadırlar. @30eksi bu konuda bir ilki gerçekleştirmiyor. Daha önce de basılı dergiler, e-dergiler, bloglar, platformlar vardı ve hâlâ varlar. Onlar da yazı talep edip yazıları onaylıyorlardı. Hatta devam edenler içerisinde yazı seçiminde ve profesyonellik konusunda @30eksi’den daha başarılı olanların olduğunu da söyleyebilirim. Ancak @30eksi’nin onlara karşı bariz üstünlüğü ve açık farkı isim konusundaki tercihi olmuştur. Çünkü diğer platformların yaş farkına, kuşak farkına atıf yapmadan yazı talep edip yayımlamaları birçok gencin çekinmelerine, oralarda yazanların müthiş birikimlere sahip insanlar oldukları vehmine kapılmalarına ve benzer nedenlerle yazmaktan imtina etmelerine neden olmuştur. @30eksi, bu isim tercihiyle Türkiye’nin dört bir yanından gençlerin kınanma ya da beğenilmeme endişesi taşımadan kendilerine güvenerek yazmalarına vesile olmuştur. Diğer yandan @30eksi gençlerin birbirleriyle tanışmalarına ve birbirini okuyan bir kitlenin oluşmasına katkı sağlamıştır. Bu sosyal medyada görülen sıradan bir “takibe takip” anlayışından öte, birlikte bir şeyler yapıyor ya da söylüyor olmanın getirdiği bir arkadaşlık hikâyesine dönüşmüştür. Ayrıca bazı kırmızı çizgiler dahilinde farklı milliyetçi anlayışlara yer verilmesi gençlerin birbirlerine daha anlayışlı davranmalarını sağlamaktadır. Yazıların gerçek isimlerle yayımlanması da hem otokontrolü sağlamakta hem de gerektiği zaman yazarların cesaretlerini kendi isimleriyle sergilemelerine imkân sağlamaktadır. Nitekim yakın zamanda @30eksi yazarlarından biri yazdıkları nedeniyle savcılığa ifade vermek zorunda kalmıştır.

Diğer yandan @30eksi konu çeşitliliğini sağlamak bakımından da halkayı genişletmeye başlamıştır. Milliyetçi gençlerin yoğun önem verdiği edebiyat ve yönetim alanlarının yanına, kadın hakları ve çevre gibi konuların da milliyetçi gençlerin gündeminde yer tutmaya başlamasında @30eksi’nin payı inkâr edilemeyecek derece önemli olmuştur.

Ancak @30eksi’nin sürekli vurguladığı kendilerinden önceki kuşakların kendilerini dinlemediklerine dair isyanlarına katılmadığımı belirtmem gerekiyor. Bu kuşak çatışması gibi görünen durumda gençler küçük bir haksızlık yaptıklarının farkında değiller. Kendilerini dinlemeyen önceki kuşaklar değil milliyetçileri temsil iddiasında olan “siyasi partiler”dir. Nitekim bu siyasi partiler sadece gençleri değil önceki kuşaklardan olan yaşlıları da dinlememektedirler. Bugün önceki kuşağa mensup birçok kişi ya da bu kuşaklar tarafından kurulan birçok sivil toplum kuruluşu ve platform da dinlenilmediklerinden yakınarak bağımsız hareket etmenin yollarını aramaktadırlar. @30eksi’den önce önceki kuşaklar tarafından kurulmuş olan birçok kuruluş da özellikle yayın konusunda gençlere yer vermekten imtina etmemişlerdir. Bu durum belki sürdürülebilir bir şakalaşmanın aracı olarak mazur görülebilir ama @30eksi hakkında yapılacak en önemli eleştiri platform yöneticilerinin kimliklerinin çok ön planda olması olabilir. Platformun yöneticilerinin şahsi hesapları ile başka hesaplar arasında yaşanan yakınlaşma ya da uzaklaşmanın platformun etkileşimlerine etki ettiğini zaman zaman gözlemleyebiliyoruz.

Gelelim yazının amacına ya da sonucuna… Yazı, baştan sona gözlemlerime ve şahsi düşüncelerime dayanmaktadır. Kimseye telkin ya da tavsiyede bulunan bir yazı yazmadım. Türk milliyetçiliğinin sağlam temellere dayanarak gerçekçi bir yapıda, gerçekten ileriye dönük kalıcı bir yapılanma olarak devam edebilmesi için benim gözümden yaşanan olumsuzluklara temas etmeye çalıştım. @30eksi özelinde gençlerin -ki ben de çok yaşlı sayılmam- fikir mücadelelerinin kıymetini anlatmaya çalıştım. Çünkü “eller silah değil kalem tutmalı” diyen milliyetçi bir hareketin; eli kalem tutan dürüst, cesur, yaşadığı toplumun değerlerine sahip çıkan, ahlaklı, sorunlara çözüm arayan gençlere her zaman ihtiyacı olacaktır.

YAZAR

İsmail Yıldız

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir