İstiklalin Gölgesinde Bir İsim: Mehmed Âkif

Atâlet fıtratın ahkâmına mâdem ki isyandır;
Çalışsın, durmasın her kim ki da’vâsında insandır.

Azmin, kararlılığın ve imanın yılmaz savunucusu; hürriyetin, istiklalin ve istikbalin en coşkulu şairi Mehmed Âkif… İnsanoğlu en zor zamanlarında kendisine omuz olacak, yol gösterecek, sese ve söze ihtiyaç duymuştur hep. Bu, yeri gelmiş içten edilen bir dua olmuştur, yeri gelmiş yürekleri titreten bir şiir olmuştur. Unutmaya yüz tutmuş benliğini, kırılmış inancını, yıkılmış umutlarını diriltecek kelimelerin yolunu gözlemiştir.

Tüm dünyanın ve hatta Osmanlı İmparatorluğunun dahi Türk toprakları üzerinde çıkar çatışması yaptığı günlerde aziz Türk milleti, kaderini tayin etmek için yaktığı istiklal ateşini daima ileri taşıma gayretinde olmuştur. Bunu, yeri gelmiş cepheye elinde ne var ne yoksa göndererek yapmış, yeri gelmiş Âkif gibi kelimelerini düşmana hançer, dosta ise düşmesin diye uzattığı el misali kelimelerle yapmıştır. Millî Mücadele’nin manevi cephesinin hiç şüphesiz en gür sesi olmuştur. Vaazları ile, şiirleri ile her daim istiklal ateşini körüklemiş ve halkı Millî Mücadele’ye katılması için yüreklendirmiştir. O vaazlar ve şiirler ki dinleyenin ve okuyanın ruhunu okşamış, gözünü düşmana karşı karartmış, gerilen ok misali ileri atılmasını sağlamıştır.

Tüm dünyayı karşısına almış Türk milleti topyekûn bir ordu hâline gelmişken hangi er şu dizeler karşısında umutsuzluğa kapılabilir ki?

Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak…
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle:
Îmânı olan kimse gebermez bu ölümle.

Âkif için umutsuzluğa kapılmak en büyük gaflet ve ihanet idi. Onun için iman etmiş kimse geleceğinden şüphe duymamalı, daima ileri atılmalıydı. Şiirlerinde her daim azmi ve inancı vurgulayan şair, karamsar olanlara ise yine sert şekilde sitem etmekten, kızmaktan geri durmamıştır.

Yer çalışsın, gök çalışsın, sen sıkılmazsan otur!
Bunların hakkında bilmem bir bahânen var mı? Dur!
Mâsivâ bir şey midir, boş durmuyor Hâlik bile:
Bak tecelli eyliyor bin şe’n-i gûnâgûn ile.
Ey, bütün dünyâ ve mâfîhâ ayaktayken, yatan!
Leş misin, davranmıyorsun? Bâri Allah’tan utan.

Âkif’teki vatan aşkı o denli büyüktü ki sitemini sadece halka değil yeri geliyor varlığını adadığı Hakk’a dahi haykırıyordu.

Yâ Rab, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?
Mahşer’de mi bîçârelerin, yoksa felâhı!
Nûr istiyoruz… Sen bize yangın veriyorsun!
“Yandık!” diyoruz… Boğmaya kan gönderiyorsun!

Hayatı boyunca cemiyetlerde ve hatta millet meclisinde dahi sükûneti ile bilinen Âkif, ne zaman kalemi eline alsa kelimeleri büyük bir ustalık ile işliyor, âdeta keskin bir kılıç hâline getiriyordu. O kılıç ki gâvurun kellesini tek hamlede uçururken milletin heybesini iman ve vatan aşkı ile dolduruyordu.

-Korkma!
Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;
Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!
Düşer mi tek taşı, sandın, harîm-i nâmusun?
Meğer ki harbe giren son nefer şehîd olsun.

Vatanı müdafaa onun için en büyük gaye iken vatanı müdafaa uğruna toprağa düşmek ise en büyük mertebe idi. Harbin her safhasında kendisine verilen her göreve zaman kaybetmeksizin atılan Âkif, şehit düşen Mehmetçik için de yine en hakiki, en kuvvetli şiirleri büyük bir coşku ile yazarken yeri geliyor üzüntüsünden ruhi sancılar çekiyor, yeri geliyor bu kahramanlığın hakkını vermek için kendi dinî inancının sınırlarında geziniyordu.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.

Onun için ağlamak yok, bahaneler yok. Düşman, yurduna postalları ile adım atmış gezerken huzur yok! Âkif için kim ki bu vatanın evladıdır o hâlde yerinde durmamalı, daima ileri atılmalıdır!

Cihan altüst olurken, seyre baktın, öyle durdun da,
Bugün bir serserî, bir derbedersin kendi yurdunda!
Hayat elbette hakkın, lâkin ettir haykırıp ihkâk;
Sağırdır kubbeler, bir ses duyar: Da’vâ-yı istihkâk.
Bu milyarlarca da’vâdan ki inler dağlar, enginler;
Oturmuş, ağlayan âvâre bir mazlûmu kim dinler?

Âkif için düşman zaten düşmandır. Onun varlığı elbet bir yangındır. İsyanı, yurdu cehennem olmuş yanarken bu cehennemi seyre dalmışadır. Matem, gözyaşı boşunadır. Mevzubahis vatanın savunulması ise canla başla çalışmak her yiğidin hakkıdır!

Sen ey bîçâre dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;
Nihâyet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samîmî yaşlarından coştu rûhum, hercümerc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâ’at intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak!.. Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla, başlarla.

Hiç şüphesiz yüzyıllar boyu bu topraklar uğruna nice mücadeleler verdik, nice zaferler ile tüm dünyaya gücümüzü gösterdik. Tüm dünya birleşmiş, topla tüfekle topraklarımızda ve semamızda varlık mücadelesi verirken imanımız ve vatan aşkımız ile “Bu topraklar bizim!” dedik. Ye’se kapılmadık, atiyi karanlık görmedik. Âkif’e kulak verdik, sinemizde nice cehennemleri söndürüp nice destanlar yazdık. Bu destanları nesiller boyu aktarabilmemize vesile olan İslam Şairi, İstiklal Şairi, arkadaşlarının da deyimi ile “vatan şairi” Mehmed Âkif Ersoy’a selam olsun!

Sessiz yaşadı ama susturulmak istenen her düşüncenin sesi oldu. Ahlakı ile şahsı ile mücadelesi ve davası ile Türk milletinin kalbinde ve zihninde kendine sarsılmaz bir yer buldu. Ne zaman ki umutsuzluğa kapılacak olsak bir meşale misali yanı başımızda durdu. Selam olsun!

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er, geç silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma.
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

YAZAR

Sinem Saka

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir