Türk mitolojisi denildiğinde herkesin aklında beliren ilk imge ‘bozkurt’ olmasına rağmen Türk mitolojisi sadece bozkurda indirgenemeyecek kadar zengindir. Pek göz önünde olmasa da ‘geyik’ Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. Bu yazıda temel olarak Türk Tarihi Profesörü Bahaeddin Ögel’in Türk Mitolojisi I. Cilt kitabından faydalanacağız.
Geyik, Türklerce kutsal bir hayvan olmakla birlikte Türklerin geyikten türediğine dair herhangi bir kayıt yoktur. Hikayelerde daha çok dişi geyik ön plana çıkar. Bunlar da dişi Tanrı yani Tanrıça, kutsal bir ruh ya da ilahe şeklindedir. ‘Ak’ sözü Altay Türkçesinde ‘cennet’ anlamına gelirdi. Cennette oturan tanrılara da ‘Aktu’ yani ‘Aklılar’, rengi ve ruhu ap ak olan denirdi. Aynı katta ‘Süt-Ak-Köl’ yani süt gibi ak renkte bir göl vardı. İnsanların bütün hayatı ve ruhu bu göle bağlıydı. Öyle ki bir çocuk doğacağı zaman Tanrı Ülgen oğluna emir verir, o da ‘Yayuçı’ yani yaratıcılardan birine bu işi havale ederdi. Yaratıcı bu Süt-Ak-Göl’den ruhu alır ve doğan çocuğa verirdi. Başka Altay söylencelerinde de göğün beşinci katında oturan ve insan ruhlarının tek hazinesi olan Süt-Ak-Göl’ün işlerine bakan Kan-Enem-Yayuçı’dan (Hanı-Anam Yaratıcı) bahsedilir.
Çin kaynaklarında Göktürkler zamanında geçen bir efsaneden bahsedilmektedir:
Göktürklerin atalarından biri sık sık bir mağaraya gider, oradaki deniz perisiyle sevişirmiş. Aralarındaki bu ilişki uzun süre devam etmiş. Bir gün bu Göktürk Beyi ordusuyla birlikte ava çıkmış. Askerler geniş bölgelerdeki vahşi hayvanları bir süre sonra küçük bir alana sıkıştırmış, etraflarını çevreleyip birer birer avlamışlar. Bu sırada aralarından birinin karşısına güzel bir akgeyik çıkmış, asker hayvanı okuyla vurarak öldürmüş. Av bittikten sonra Göktürk Beyi yine mağarasına gitmiş fakat sevgilisini yerinde bulamamış. Meseleyi kısa sürede anlayan Bey, geyiği vuran askerle onun kabilesini cezalandırmış. Öyle ki bundan sonra Göktürklerde insan kurbanları hep bu askerin ailesinden verilmiş.
Bu efsane Türklerin çok eski adetlerinin bir yankısı olabilir çünkü Göktürk dönemi ile ilgili hiçbir kaynakta Göktürklerin insan kurban ettiğine rastlanılmamaktadır. Zaten Çin kaynaklarında da bu hikayenin bir söylenti olduğu yazar. Türk ve Moğol komşularına rağmen Çin mitolojisinde geyik; çok vahşi, yok edici, kötü bir hayvan olarak tasvir edilmiştir. Hatta gergedan diye bir hayvanın varlığını duyduklarında onu geyiğe benzetmişler ve o şekilde resmetmişlerdir.
Moğol kaynaklarına baktığımızda ise Cengiz Han’ın soyunun gök kurt ile kızıl geyikten geldiğini görürüz. Pek çok hükümdar gibi Cengiz Han da soyunu bir efsaneye bağlamış böylece halk gözünde hükümdarlığını meşru kılmıştır. P. Pelliot’un tercümesiyle “Çinggis-Kahan’ın atası, yukarıdaki gökten Tanrının buyruğuyla doğup gelmiş, Göğümsü Kurt (Börte-Çino) idi. Karısı ise ak dişi geyik idi. Buraya denizi geçerek geldiler…” Gök kurt ile ak geyik yukarıdaki gökte doğmuş, dolayısıyla kutsal ruhlar olduğuna inanılmıştır. Altay şamanizmindeki Tanrının yaratıcı elçileri yerine burada gök kurt ile ak geyik geçmiştir.
Daha kuzeyde kalan Sibirya halklarında ise geyik ‘yol gösterici’ olarak karşımıza çıkar. Wilhelm Radloff’un aktardığı bir hikayeye göre “Kan-Pergen isimli bir gençle Kan-Argo isimli bir kız kardeşi varmış. Anne babası olmayan bu iki kardeş birlikte yaşar, Kan-Pergen avcılık yapar geçimlerini sağlarmış. Bir gün yine ava gitmiş ve bolca hayvan avlayıp fakirlere dağıtmış, açları doyurmuş. Günün sonunda eve geldiğinde kendisine ve kardeşine bir şey kalmamış. Böylece tekrar ava çıkmış ama gidiş o gidiş bir daha eve dönmemiş. Evde yalnız kalan kıza kötü şeytanlardan biri olan Kara-Moos dadanmış ve zorla kızla evlenmiş. Bir gün kızın kapısı çalmış, gelen Kan-Alp adında biriymiş. Kıza kardeşinin nerede olduğunu sormuş, kız hala avdan dönmediğini söylemiş. Adam, ‘Bunun imkanı yok. Eğer o hala yaşasaydı sen nasıl bir şeytanla evlenebilirdin?’ demiş ve oğlanı aramak için göklere çıkıp dolaşmaya başlamış. Uçsuz bucaksız göklerde dolaşırken Kan-Pergen’i atı üstünde bir geyiğin peşinden giderken görmüş ve takip etmeye başlamış. Kan-Alp’ın karşısına 7 tanrının ancak çalışıp yaratabileceği büyüklükte bakırdan bir dağ çıkmış. Bir kırbaç sesi duymuş ve bu dağ ortadan ikiye ayrılmış. Meğer Kan-Pergen kamçısını geyiğe vurmak isterken dağa vurmuş, dağ ikiye ayrılmış. Türlü mücadelelerden sonra Kan-Pergen geyiği öldürmeyi başarmış ve girip bir çadıra oturmuş. Çadırda bir genç varmış, Kan-Pergen gence kim olduğunu sormuş.
“Çes-Alp’dir benim adım! Çes demek, bakır demek,
Adımı dağdan aldım, dağ benim olsa gerek!”
Kan-Pergen tekrar sormuş: “Peki niçin sen beni,
Getirdin otağına, gerek mi görmem seni?”
Genç yanıtlamış: “Getirsin diye seni,
Ben gönderdim geyiği, göresin diye beni!
Gönderdim onu sana, çünkü lazımdın bana,
Geyiği takip ile, işte eriştim sana!”
Bundan sonra iki genç başlarlar güreşmeye. Dokuz, otuz, hatta yetmiş yıl süren güreşlerden biridir bu. Kimi zaman yerde, kimi zaman gökte devam eder. Yeraltıyla yer üstünü birleştiren Bakır Dağ’ın sahibi bir ruhtur ve yine kendisi gibi bir ruhu geyik şeklinde elçi göndermiş ve oğlanı getirtmiştir.
Sonuç olarak hepsini bir araya toplamak gerekirse Türk kültürünce geyik; kutsal, yaratıcı, yol gösterici bir varlık olarak karşımıza çıkar. Birbirine benzer onlarca geyik hikayesinden birkaçına yer verdik. Coğrafya ve şartlar değiştikçe zaman içinde bu hikayeler de farklılaşmış, yine de günümüze kadar kültürümüzün bir parçası olarak kalmaya devam etmiştir.
KAYNAK
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, I.Cilt, s/569–583
V.I. Verbitskiy, Altayskie İnorodzu, s/70, 71
Wilhelm Radloff, Sibirya’dan, A. Temiz terc., II. s/8, 14,
Paul Pelliot, Gengis-Khan, s/304
Wilhelm Radloff, Sibirya’dan, A. Temiz terc., I. s/412
Kübra Türlü
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!