Türk Mitolojisinin Efsunlu Kuşu Kuğu ve Tanrıça Ayzıt
Türkler, en eski dönemlerinden beri gökyüzünü kutsal kabul etmişlerdir. Bundan dolayı Türk mitolojisinin bir bakıma “gök mitolojisi” olduğunu söylemek mümkündür. Konu hakkında pek fazla bilgi sahibi olmayanlar dahi Türk mitinde gökyüzü motiflerinin ne denli önemli olduğu tahmin edebilir. Gök Tanrı inancı, göğe çıkma törenleri, göğün katları, yıldızlar ve gerçekleşen hava durumlarına yüklenen anlamlar gökyüzüne yücelik atfetmektedir. Gökyüzü, Türklere göre uçsuz bucaksız kâinatın somut bir yansımasıdır.
Türklerin inanç ve yaşayışında göklerin böylesine mühim olması beraberinde gökyüzünde yaşayan canlılara da değer biçilmesini getirmiştir. Kartal, kuzgun, şahin, doğan gibi kuşlardan birçok efsanevi metinde söz edilmiştir. Bu kuşların kimi zaman Tanrıların simgesi olduklarına inanılmıştır. Şaman törenlerinde hayvanların, özellikle kartalların tüylerinin elbiselerde kullanıldığı bilinir. İnanışa göre şamanlar, gerçek kuş tüylerinin bulunduğu elbisesiyle göğe yükselebilmektedir.
Eski Türk inançlarında ve metinlerinde “dona girme” önemli bir yer kaplar. Dona girme, en basit tabirle insanın doğaüstü bir şekilde başka bir canlının kılığına girmesi anlamına gelmektedir. Bunların en yaygını ise kuş donuna girmedir. Turna donuna girme, leylek donuna girme, atmaca donuna girme metinlerde sık sık rastlanılan motiflerdir.
Bu yazıda; mitolojide yer alan kanatlıların belki de en şahsına münhasır olanını, kuğuyu ele alacağız. Kuğuların yaratılışlarının fevkaladeliği karşısında insanoğlunun hayranlığa düşmesi kaçınılmaz olmuştur. İnciyi andıran rengi, uzun ve narin boynu, su yüzeyinde ebrû gibi salınışı, zarifçe açtığı kanatları onu usta bir sanatçının en güzide eseri gibi göstermektedir. Kuğu, asil ve zarif duruşu sebebiyle daima dikkatleri üzerine çeker. Onun bu duruşu “dişi” figürü ile özdeşleştirilmesine neden olmuştur.
Bir kuğuya bakmak bile insana onun saf, efsunlu bir ruhu olduğunu hissettirir. Kuğular, birçok toplum için uhrevi bir nitelik taşırlar. Bu eşsiz canlının ihtişamından elbette Türkler de etkilenmiş ve onu inançlarına, efsanelerine, masallarına, şiirlerine dahil etmişlerdir. Türklerin kuğuya karşı merakları ve ilgileri tarihin en eski dönemlerine kadar gitmektedir. Bazı Türk toplulukları kuğuyu yan motif olarak işlerken, bazıları yaşamlarında totem hâline getirmiştir. Birçok Türk destanında kuğu, kaz ile birlikte anılmıştır. Bu destanlarda kadınların güzelliğinden bahsedilirken kuğu ve kaz benzetmeleri sıkça kullanılmıştır. Bunun en büyük sebebi bahsi geçen destanlarda kadınların aranan özelliğinin “beyazlık” olmasıdır, ak yüzlü kadınlar güzel olarak kabul edilir.
Kuğunun yer aldığı anlatılara örnek vermek gerekirse, hepimizin bildiği Kutadgu Bilig’den başlayabiliriz. Kutadgu Bilig’de göklerde dolaştığı belirtilen kuğu; saflığın ve beyazlığın sembolü olarak işlenmiştir: “Togardım yaşık baş kötürdi örü, Kuğu kırtışı boldı dünya tolu” (Doğudan güneş başını kaldırdı, Dünyayı kuğu rengi doldurdu.) Bir başka örneğe de yine birçoğumuzun en azından adına aşina olduğu Manas Destanı’nda rastlanmaktadır. Bu destanda kuğu, kuş donuna girme şeklinde karşımıza çıkar. Destanda Ay-çürök Kız, ak kuğu elbiselerini giyerek kuğuya dönüşebilmektedir. Doğu Türklerinin bir yaradılış efsanesine göre ise dişi kurdun doğurduğu erkeklerden bir tanesi, bir perinin büyüsüyle yağmur ve rüzgârın hükümdarı olmuştur. Bu hükümdar yaz ve kış tanrılarının kızlarıyla evlenmiştir. Eşlerinden birinin oğullarından bir tanesi ak bir kuğuya dönüşmüştür. Oldukça bilinen bir Altay öyküsünde de gölden kuğu olup uçan kadınlardan söz edilir. Anadolu Yörük destanlarında da nişanlı, gelin kız olarak yerini almıştır. Gelini gizleyen bir beyaz tül olduğuna inanılan kuğu, aynı zamanda bekâretin de simgesi durumundadır.
Başkurt Türklerinde ak-kuş, yani kuğu kutsal kabul edilir. Bazı anlatılarda tüm kuğuların Başkurtların soyundan geldiğinden bahsedilir. Bu anlatılarda parıltılı Humay adlı bir kuğu kadından söz edilir. Humay, kuğu kılığına girebilen ölümsüz bir ruhtur. Başkurtların anası olarak kabul edilen Humay, sapsarı saçları sebebiyle güneş gibi ışık saçmaktadır; hatta onun Güneş’in kızı veya Güneş’in ta kendisi olduğu da söylenmektedir. Humay, huzur dolu Samrau adlı bir doğa ülkesinin sahibidir. Ayrıca tüm göklerin de hükümdarı ve koruyucusudur. Sevinç ve huzur ile birlikte anılan Humay’ın evli olduğu Ural Batır, iyiliğin tanrısıdır. Ural Batır Destanı’nda yaşamın yaratıcısı olarak iki kuğu figürü bulunur. Bunlardan biri Humay’dır, Güneş’i simgeler; diğeri ise Ayhılu’dur, o da Ay’ı simgeler.
Kuğu kuşu güzelliği ve beyaz rengi sebebiyle genellikle olumlu bir motif olarak işlense de bazı toplumlarda kötülüğün simgesi olmuştur. Örneğin bir Güney Sibirya masalında fenalık ve fesatlık rolündedir. Masalda; bir mağara deliğinden yerin altına düşen bir çocuğun kötü ruhlar tarafından eziyet görmesi ve çocuk kendini tam kurtaracakken de kötü kalpli kuğu kadının buna engel olmaya çalışması anlatılmaktadır.
Altay Yaratılış Destanı’nın farklı nüshalarında; Tanrı Kayra Han veya Tanrı Ülgen adı kullanılarak Tanrı’nın Erlik Han ile birlikte dünyadaki sonsuz deniz üzerinde, göklerde kaz ve kuğu şekillerinde uçtuğundan bahsedilmektedir. Bu destanda kaz kuşunun Ülgen’i, kuğu kuşunun ise kötülüğün simgesi olan Erlik Han’ı sembolize ettiği düşüncesi mevcuttur. Bu fikrin temeli olabilecek bir anlatı örneği verebiliriz: Abakan Türklerinin destanına baktığımızda kuğu figürünün kötülükle bağdaştırıldığını görmekteyiz. Destanda Kartaga Mergan adlı kahraman, Kan Tögüş adlı kişi ile savaş hâlindedir. Kan Tögüş, savaş için yerin altında bulunan yedi tane kuğu kuşundan yardım istemiştir. Buradaki “yer altı” ayrıntısı mühimdir, çünkü yer altının Erlik Han’ın kötü ruhlarıyla dolu olduğu bilinmektedir. Bu da bizlere Yaradılış Destanı’nda geçen Erlik Han’ın kuğu figürü ile bağlantılı olduğunu düşündürmektedir.
Kuğudan bu kadar söz etmişken Ayzıt’ı anmamak olmaz. Ayzıt, Yakut Türklerinin inancında, Umay’a benzeyen dişi bir ruhtur. Kadınları, özellikle gebeleri ve çocukları koruyucu ruh olan Umay Ana; kimi zaman kuğu kuşu ile tasvir edilmiştir. Bu kutsal ruh, bazı Yakut söylencelerinde Gök Tengri’nin eşi olarak da geçer. Yakut Türklerinin Yaratılış destanındaki en yüce Tanrı, Ürüng-Ayıg-Toyon, yani Beyaz Yaratıcı’dır. Bu destanda Ayzıt; Ürüng-Ayığsıt, Ak Ene, Ak Ana şeklinde yer almıştır.
Türk mitolojisinin Afrodit’inin, yani Güzellik Tanrıçası olan Ayzıt’ın ongunu[1] kuğudur. Dilediği zaman kuğu kılığına bürünebilen Ayzıt’ın, Afrodit ile bazı noktalarda benzerlikleri bulunsa da Ayzıt, Afrodit’in aksine tabiri caizse “namus” ile anılan bir karakterdir. “Yayuçi” adı ile aynı kökten gelen, “ay” sözcüğünden türeyen ve “ay gibi parlayan, beyaz ışık, nur” manasını taşıyan Ayzıt’ın, bazı efsanelerde Ayızıt ve Ayısıt gibi kullanımları olduğu da görülür. Ayzıt; güneşin doğduğu ve battığı yerde, göklerin üçüncü katında yaşar. Bu tür anlatımlar, bizlere gezegen Venüs’ü hatırlatmaktadır.
Türk mitolojisindeki Güzellik Tanrıçası, diğer mitolojilerde olduğu gibi aşkın da simgesidir. Bunun yanı sıra Türk mitinde aşk ile ışık kavramları birbirleriyle yakından ilişkili olduğundan Ayzıt adının rastgele konulmadığını tahmin edebilmekteyiz. Birçok kaynakta insanlara sevgi dağıttığı söylenen Tanrıça; kadınları -özellikle gebeleri-, insanların yavrularını ve hayvanları himayesi altına almıştır.
Bazı şaman dualarında Ayzıt’tan şöyle söz edilir: “Başında ak gökten ak bir kalpak, çıplak omuzlarında ak gökten bir atkı, baldırına kadar siyah bir çizme. Bu şekilde bir kayaya yaslanarak uyumuştur veya ormanda dolaşmaktadır.” Bu, onun en bilinen tasviridir. Ayrıca elinde yaşayan ve yaşamayan bütün insanların hayatları ile kaderlerinin yazılı olduğuna inanılan “Altın Kitap” adlı bir kitap bulunur. Ayzıt, göklerden yeryüzüne inerken gümüş tüylere sahip olan bir kısrak suretine girer. Beyaz ve göz alıcı tüylere sahip olan kısrağın kuyruğu ve yelelerini kanat olarak kullanır.
İyiliği ve güzelliği temsil eden kraliçe ruhun sarayının kapısının önünde ellerinde “gümüş bakraçlar ve gümüş kamçılar” olduğu tasvir edilen bekçileri vardır. Onun sarayına elbette kötü niyetli kimseler giremez, bekçilerin de görevi yalnızca iyileri saraya kabul etmektir.
Ayzıt’ın tıpkı kendisi gibi kuğu kılığına girebilen kızları vardır. Herkesi kendilerine hayran bırakan, peri gibi süzülen, güzellikleri destanlara konu olan kutsal kızlar; tılsımlı beyaz bir tül giyince kuğuya, tül kalktığında ise insan formuna dönüşürler.
Ayzıt için ahlak oldukça önemlidir, onun bu konuda hiç tavizi yoktur. Kadınlara daima iffetli olmalarının öğüdünü verir. Kendisine isteklerle, kurbanlarla gelen kadınların önce ahlaklı olup olmadığına bakar; namusunu korumamış kadınların yardımına koşmaz. Çünkü Ayzıt, mitolojiye göre iffet kavramının örneğidir. İnanca göre yeryüzünde bulunan ruhlar, yeryüzüne inmeden önce var oldukları kutsal diyarın hasreti içindedirler. Ruhların bu diyara yeniden ulaşabilmeleri ancak Ayzıt gibi iffetli olmaları ve bulundukları ilk âlemdeki gibi temiz ve mükemmel olmaları sayesinde gerçek olacaktır.
Doğum esnasında kadınlara yardımda bulunan Ayzıt, aynı zamanda doğumdan sonra da yanına çiçek perilerini alarak kadınların imdadına yetişir. Perilerle birlikte bir süre lohusa kadına yardım ederek hizmette bulunurlar. Ayzıt, göklerin üçüncü katında bulunan “süt gölü”nden, diğer adıyla “ak göl”den getirdiği sütten yeni doğmuş olan bebeğin ağzına bir damla damlatarak bebeğe can bahşeder ve gökteki sarayına geri döner. Yakut Türklerinin bu inancına göre insanların ruhunun gökten geldiği anlaşılmaktadır.
Yeni gelinlerin doğurganlıklarının artması için yataklarının kenarlarına Ayzıt’ın resmini astıkları bilinir. Albastı veya Alkarısı, Ayzıt’ın karşıt figürü olarak sayılabilir. Bu motif en eski Türklerden Anadolu halk inançlarına kadar birçok anlatıda yer almaktadır. Beyaz renkli, güzel Ayzıt lohusaları ve bebekleri korurken; kırmızı renkli ve korkunç görünümlü Alkarısı lohusa ve bebeklere zarar vermektedir. Bu sebeplerden ötürü yeni doğum yapmış lohusayı korumak maksatlı yatağına beyaz veya kırmızı kurdeleler, tüller bağlanır.
Ayzıt’ın adını günümüzde pek anmasak da geçmişe bakarsak Türk halkı için ne kadar önemli bir konumda olduğunu görürüz. Nitekim “Ayzıt Bayramı” denilen törenler bu düşünceyi kanıtlar nitelikte. Bu bayram törenleri yazları ve kışları ayrı ayrı yapılırdı. Yazları yapılan töreni Tanrı Ülgen’e bağlı olan beyaz kıyafetli Ak Şamanlar yürütürken, kışları yapılan töreni Erlik’e bağlı olan siyah kıyafetli Kara Şamanlar yürütürdü. Büyük bir sevinç ve coşku ile kutlanan bu bayramda şamanlar saz çalar, Ayzıt ile ilgili ilahiler söylerdi. Şaman bu esnada topluluk arasından dokuz genç kız ile dokuz genç erkeği seçerek onları el ele tutuşturur ve göklere doğru uğurlar gibi yapardı.
Bu yazıda Türk mitolojisinin çok da önde olmayan motiflerinden biri olan kuğuyu ve kuğu kadın olarak nitelendirilen Ayzıt’ı çeşitli yönlerinden ele aldık. Baktığımızda, Türk mitolojisinin son zamanlarda -yeterli olmasa da- eskiye göre çok daha merak edilen bir alan olduğunu görmekteyiz. Hâl böyleyken, birçok kaynaktan yararlanılarak kaleme alınan bu yazıdan ilgililerin istifade edebileceğine inanıyoruz.
[1] Ongun; içinde ruh barındırdığına inanılan ve koruyucu vasfı olan kutsal canlı veya nesnelere denir.
KAYNAKÇA
- PINARBAŞI Simge, “Türk Kültüründe Kuşa Dönüşen Kadınlar”, Acta Turcica Çevrimiçi Tematik Türkoloji Dergisi, 2012.
- ÖGEL Bahaeddin, “Türk Mitolojisi I-II”, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2014.
- SEVER Mustafa, “Türk Mitolojisinde Kuşlar”, Millî Folklor Uluslararası Kültür Araştırmaları Dergisi, s. 42, 2011.
- GÖNER Göksu, “Türk Destanlarında Kuş Figürü”, Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, s. 4, 2020.
YAZAR
Zeynep Gökçe Azman
EDİTÖR
Elif Berra Kılıç