Gel Yine Başım Belada
Beni Bul Karakollarda

Ne gam pür âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet
Kaçar mı merd olan bir cân için meydân-ı gayretden

İletişim yayınlarından çıkması hayli muhtemel görünen “Anadolu’nun Cinsel Devrimi ve Pasifliğin Kabul Edilemez Yanılgısı” adlı kitabımdan birkaç anekdotu siz sevgili 30eksi okurlarıyla da paylaşmak istemiştim fakat daha önemli bir konuya değinme ihtiyacı hissettim. İnsan bugününü öyle bir hevesle yaşıyor ki rahatlıkla başkalarının refahı için kendini adayabiliyor. Tabii biz ‘’Baş eğmedik edâniye ikbâl-ü câh için’’ şiarını benimseyenler, bu tip kişilerle karşılaşınca büyük bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Çünkü biz, insan olmanın her şeyden önce şairin ‘’Elbet bir hinlik vardır seni sevişimde / ey kanıma çakıllar karıştıran isyan’’ dediği yerde tohumlandığını ve yeşerdiğini düşünürüz. Öyle de yaşarız hayatı. Fakat bazen dalkavuklarla, bazen canilerle, bazen de onursuzlarla mücadele etmek gerekir. Bu noktada üzücü olan ise; kendi vatanında eylem hakkı bile olmayan, soydaşlarını savunurken bile erk tarafından tartaklanan tarafın biz olması… Adalet söz konusu olunca “Kan kusup kızılcık şerbeti içtik.” deme vaktini çoktan geçip Orhan Şaik Gökyay’ın ‘’Türk’üm de, mahkeme ananı ….’’ kısmına gelmişiz bile. Gelelim meselemize yoksa ben kırk çeriyi beklemeden çıkıyorum yola.

Kemend-i can güdâzı ejder-i kahr olsa cellâdın
Müreccahdır yine bin kerre zencîr-i esâretten

Cemil Meriç, bildiğiniz üzere sosyolog olarak tanıtılan fakat ilm-i içtimaiyye ile uzaktan yakından alakası olmayan, sosyal bilimlerden bir gram nasiplenmemiş birisidir. Öyle ki kitabını tanıtması için Alparslan Türkeş’e yağ çekip sonrasında aynı kitapta Ziya Gökalp’i eleştirme cüreti göstermiş, Tarık Buğra’ya, Ecevit’e falan güzellemeler yapıp sonra aynı kitapta Said-i Nursi’yi övmüştür. Sonra da demiştir ki tarafsızlık namussuzluktur. Anlıyoruz Cemilcim. Cemil Meriç’in İletişim yayınlarından çıkan meşhur kitabı “Jurnal”in 2.cildinde metresine yazdığı mektupları okuruz. ‘’Muhammed de Hatice-tül Kübrâ ile yaşadığı yılların acısını torunu yaşındaki Ayşe ile çıkarmadı mı?’’ der kendi ihanetini meşrulaştırmaya çalışırken. Kitabın devamında Doğu medeniyeti falan övülür tahmininiz üzere. İşte Cemil Meriç’in yaptığı bu şey halkın sosyal olaylardaki tavrının yansıması olarak görülebilir. Hiçbir şeye yeterince hassas olmayıp birileri yeterince hassas olmaları gerektiğini söylediğinde ses çıkaran, iktidarsızlıklarını gizlemek için bir iktidarın ardına saklanan ve tek başlarına güç gösteremeyeceklerini bildiklerinden topluluğun gazıyla hareket eden bir kitle… Dün bir mağduriyet yaratıp, ondan siyaset devşirip bugün o mağduriyeti başkasına yaşatmaktan gocunmazlar. İşte bütün bunları bu ülkeye Cemil Meriç’in de çok övdüğü Doğu insanı tipi getirdi. Özgüven eksikliğini mevcut iktidarın, muktedir olduğunu göstermekteki hevesli tavrından faydalanarak kapatmaya çalışanlar, yani “jurnalciler”.

Felek her türlü esbâb-ı cefâsın toplasın gelsin
Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten

Jurnalcilik bildiğiniz üzere istibdatın olduğu her yerde vardır. Hatta Peyami Safa’nın babası İsmail Safa, Ahmet Rasim, Mehmet Akif Ersoy gibi canımız ciğerimiz isimlerin Abdülhamid döneminde yaşadıklarına göz atarsanız birebir aynı mevzular olduğunu görürsünüz. İnsan onurunu birkaç şey ayakta tutar: MERTLİK, İSYAN, LOVE… Jurnalcilerde bu üçü eksiktir, bu üç özellik eksikse bir insanda iman da eksiktir. Ebu Zerr’in çöllerde aç, susuz fakat dimdik geçen hayatını saraylardaki ejder meyvesine değişmeyecek insanların damarlarında kan yerine bu üç özellik deli gibi akar. Fakat dün kendisine işkence edenlere; dostlarına ölümü, hakareti, iftirayı maruz görenlere bugün el pençe divan duranların damarlarında gezen nedir Allah bilir…

Her şeyden önce bir grup meczubun sosyal medyada iktidarın kendilerine dokunmayacağına güvenerek girdikleri şovenist tavırları, 2012-2016 döneminde üniversite okuyanlar çok iyi tanırlar. Fetöcüler de çözüm süreci döneminde böyle yukarıdan yukarıdan seküler/ulusalcı/sol/milliyetçi kesim diye ayırmadan tehditvari şekilde konuşuyorlardı. Şimdi de ‘’subay eşleri maarif takvimine soyunsun’’ diyenler “çıplak arama yapıyorlar, işkenceci polis” diye tag açıyor, “annemi ağlatanlardan hesap soracağım hüüğğğ” diye yine sosyal medyadan intikam yemini ediyorlar. E ne oldu şimdi? Lice eyleminde Türk bayrağına TOMA’yı çeviren polisler şimdi bir yerlerde sigortasız çalışıyordur, bizim başımız yine dik. Gün gelir devran döner, adımıza türküler söylenir bu şehirde… Yaptırım gücümüz olmasa da kimseyi yaptırım gücü olana şikâyet ederek, “örtmenim Ahmet saçımı çekiyorrrr” diye ağlayarak oynamadık bu oyunu. Ama tabii kafamızdan hep aynı şarkı geçiyor “Kapında kırmızı mavi siren / Daha bir şey görmedin abisi sen…”

Daha bir şey görmedik belki de gerçekten, jurnalcilik yapan her şeyi yapar çünkü.                                                                                               

YAZAR

Mişa Dirahşan

        Mert, isyankâr, love kadın.                               

EDİTÖR

Ekrem Müftüoğlu

Editörden Not: “Love”ı “sevgi” yapalım dedim diye linç yiyordum az daha sayın okur…

            Mert, isyankâr, sevgi erkek.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir