Mescid-i Aksa
ve
İnsan Haklarının İhlali

Bu yazıda son günlerdeki olayların eşliğinde gündeme konu olmuş olan Mescid-i Aksa’ya İsrail polisi tarafından yapılan saldırı ve bu saldırı çerçevesinde Filistinli kişilerin yaşama, özgürlük ve kişi güvenliği ile düşünce ve vicdan özgürlüğünü kaleme alacağım. Bununla birlikte kişilerin konutlarının dokunulmazlığının ihlali ile işkence yapılamaması gereği, insanlık dışı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulmaması yönündeki, haksız ve hukuksuz fiillerle ortaya konmuş olunan uluslararası hukuk alanında, insan haklarının ihlali meselesi ve bununla başkaca çok önem arz eden bir husustan bahsedeceğim.

Durumun açıklanmasında menfaat sağlamak umuduyla politik ve siyasi emellerle veya taraf tutma isteği içerisinde değil tamamıyla bu unsurlardan arınmış olarak sadece her gerçek ve tüzel kişinin farkında olabileceği gerekliliklerden yararlanacağım. Böylesi ciddi ve ağır ihlallerin bulunduğu bir konu kişisel menfaatlere harcanamaz ve bu durumda herhangi taraf fanatikçe tutulmamalıdır. Aksi takdirde kişisel menfaatleri uğruna bu savunmayı yapanların da zalim kişilerden farkı pek az olacaktır. Bunu kimse kendi menfaatine meze niyetine kullanmamalıdır.

Uluslararası Hukukta İnsan Haklarının Korunması

Uluslararası hukukta -özellikle 2. Dünya Savaşı’nın sona ermesi ve bunun devamında insan haklarını korumaya odaklı olarak Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulmasıyla- insan hakları meselesi, ulusal hukuku ilgilendirmekten çıkarak uluslararası hukukun başlıca önem verdiği konu olmuştur.

Bu gelişmelerin ardından günümüze kadar gelişen uluslararası hukuk alanı, uluslararası hukukun hak sahibi öznelerinde sadece devleti ortaya koyarken sırayla ilk olarak milletlerarası örgütleri ve sonrasında günümüze değin öğretideki gelişmelerle, bireyi uluslararası hukukun hak sahibi öznesi konumuna getirmiştir. Devletler ve uluslararası örgütlerin varlığına bağlı kalınmadan bazı durumlarda insanların direkt etkin olmaları üzerine haklarının ihlal edilmesinin durdurulması ve bu ihlali ortaya koyanlara uluslararası hukuk yaptırımları öngörülmesi söz konusu olmaktadır.

Birleşmiş Milletler 24 Ekim 1924 yılında kurularak uluslararası hukuk alanında insan haklarının korunumu adalet ve eşitliğin sağlanmasıyla dünya barışının ortaya konması amaçlarına nazaran birtakım faaliyetlerde bulunmuştur. Bu kapsamda uluslararası hukukta insan haklarının korunmasına dair en önemli belgelerden olan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni ortaya koymuştur.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin Konuyla İlişkisi

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi bünyesinde, 30 madde bulundurmaktadır. Bu 30 maddenin öncesindeki açıklama kısmında,

Ulusal ve uluslararası önlemlerle gerek üye devletlerin halkları ve gerekse bu devletlerin yönetimi altındaki ülkeler halkları arasında bu hakların dünyaca etkin olarak tanınmasını ve uygulanmasını sağlamaya çaba göstermeleri amacıyla tüm halklar ve uluslar için ortak ideal ölçüleri belirleyen bu İnsan Hakları Evrensel Bildirgesini ilan eder.

ifadesi kullanılmıştır. Bu açıklamayla birlikte İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, uluslararası hukuk alanında hem Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye devlet hem de bunun dışındaki devletlerin halklarının korunması esasında bir emsal teşkil etmektedir.

İlk olarak konuyla ilgili madde hükümlerini alıntılayalım.

Madde 1- Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Madde 2– Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal veya başka bir görüş, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğuş veya herhangi başka bir ayrım gözetmeksizin bu Bildirge ile ilan olunan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Ayrıca, ister bağımsız olsun, ister vesayet altında veya özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke yurttaşı olsun, bir kimse hakkında, uyruğunda bulunduğu devlet veya ülkenin siyasal, hukuksal veya uluslararası statüsü bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Madde 3 -Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.

Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır

Madde 9- Hiç kimse keyfi olarak yakalanamaz, tutuklanamaz ve sürgün edilemez.

Madde 12– Kimsenin özel yaşamına, ailesine konutuna ya da haberleşmesine keyfi olarak karışılamaz, şeref ve adına saldırılamaz. Herkesin bu gibi karışma ve saldırılara karşı yasa tarafından korunmaya hakkı vardır.

Madde 13

  1. Herkesin bir devletin toprakları üzerinde serbestçe dolaşma ve oturma hakkı vardır.
  2. Herkes, kendi ülkesi de dahil olmak üzere, herhangi bir ülkeden ayrılmak ve ülkesine yeniden dönmek hakkına sahiptir.

Madde 14

  1. Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.
  2. Gerçekten siyasal nitelik taşımayan suçlardan veya Birleşmiş Milletlerin amaç ve ülkelerine aykırı eylemlerden doğan kovuşturma durumunda bu haktan yararlanılamaz.

Madde 17

  1. Herkesin tek başına veya başkalarıyla ortaklaşa mülkiyet hakkı vardır.
  2. Hiç kimse keyfi olarak mülkiyetinden yoksun bırakılamaz.

Madde 18- Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, din veya topluca, açık olarak ya da özel biçimde öğrenim, uygulama, ibadet ve dinsel törenlerle açığa vurma özgürlüğünü içerir.

Madde 19- Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar.

Madde 30- Bu bildirgenin hiçbir kuralı, herhangi bir devlet, topluluk veya kişiye, burada açıklanan hak ve özgürlüklerden herhangi birinin yok edilmesini amaçlayan bir girişimde veya eylemde bulunma hakkını verir biçimde yorumlanamaz.

Uluslararası İnsan Hakları Beyannamesi her ne kadar bağlayıcılık bakımından asli nitelikte olmasa dahi Birleşmiş Milletler Örgütü bünyesinde oluşturulduğundan uluslararası hukuk alanında ilkeleri ve teamülü ortaya koymakta çok büyük bir etkiye sahiptir. Yukarıda sayılı olan maddelerin tamamında görülen hakların İsrail’in saldırıları üzerine ihlal edilmiş olduğu aşikârdır.

Burada İsrail’in Filistinli Araplara karşı yapmakta olduğu faaliyetlerin açıkça ölümcül düzeye tırmanabilmesi söz konusudur. Özellikle bu kişilerin yaşama hakkını tehdit edebilecek davranışların saldırı niteliğinde olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu saldırıların başlıca odak noktasını, öncelikli olarak Mescid-i Aksa’da Ramazan ayı dâhilinde ibadetlerini yerine getirmek isteyen Filistinli Müslümanların iftar ederek toplanmasını engelleme amacı oluşturmaktadır. Bunun devamında 10 Mayıs Kudüs Günü adı altında Kudüs’ün işgalini, bölgeye gelerek provokasyon şeklinde kutlamalar yaptıkları iddiasıyla İsrail gruplarını bölgeye almamaya çabalayan Filistinli Müslümanlara karşı İsrail silahlı güçleri gaz bombaları ve plastik mermilerle çok sert şekillerde saldırmıştır. Mescid-i Aksa’nın kutsallığını bu şekilde hiçe saymanın yanı sıra, Harem-üş Şerif ve Şeyh Cerrah bölgelerinde ise ayrıca İsrailli grupların açık saldırıları söz konusu olmuştur. Şeyh Cerrah bölgesinde Filistinlilerin kaldığı konutlara 1948 Savaşından öncesine dair hak iddia eden Yahudilere mahkeme yoluyla Filistinli Müslümanların evlerinin tapuları verilmektedir. Filistinlere verilmeyerek sadece Yahudilere tanınan bu yasal hak iddiasıyla Filistinliler kendi evlerinden çıkarılıyor. Bunun yanı sıra bu ırkçı yasaya dayanarak hakkında hüküm konulmayan evlere kimi Yahudiler ellerinde 1948 öncesinden kalma olduğu iddia edilen geçerliliği meçhul belgelerle konutların dokunulmazlığını ihlal ediyor ve kendileri bu ihlali yapmaz ise eninde sonunda o evlerin Filistinlilerin ellerinden alınacağından bahsediyorlar. Filistinlilerin evlerini korumasına imkân bırakmıyor, hayatlarını tamamen sekteye uğratıyorlar.

Tüm bu olaylar, açıkça kişilere uygulanan aşırı ve dengesiz kuvvetlerle, hanelerine tecavüzün yanında çocukların dahi hedef gösterildiği saldırılarla 300’ün üzerinde kişi yaralanmış bulunuyor. Bu sayı ise süre geçtikçe artıyor. Ortamdaki gerginlik ve kaosun tamamen azaltılması ve yok edilmesi için kullanılması gereken kolluk kuvvetleri aksine uzlaşmacılıktan uzak görünerek insanlara terörist algısıyla saldırılarda bulunuyorlar.

Yakın Zamandaki Olayların Sıralanması

Yukarıda genel hatlarıyla bahsedilen olaylar dâhilinde ihlal edilen hakların mevcudiyeti ve saldırıların niteliğiyle oluşturmuş bulundukları zararların vahametine bir miktar da olsa parmak bastık. Bunun yanında haksız fiillerle, mülkiyet hakkının, konut dokunulmazlığının ihlalinden bahsetmiş bulunduk. Bunların genel hatları dışında taraflar arasındaki bu kaos ortamı ve çatışma hâli neyden kaynaklanıp nasıl bu hâle gelmiştir, bundan bahsetmek isterim.

İlk olarak Ramazan ayının kutsallığını yaşamak isteyen Filistinli taraf Kudüs’te Filistinlilerin çoğunluk olarak yaşadığı bölgenin merkezi konumu olan Şam Kapısı çevresinde iftar yaparak toplanmak istemişler, İsrail polisi ise bunu engellemiştir. Bu durumla birlikte olayların başladığı söylenebilir. Devamındaysa 10 Mayıs’ta açıklanacak olan Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlilere ait konutların, eşitliği öngörmeyen yasalarla Yahudilere verilmesi ihtimalini içeren kararın da etkisiyle bu bölgede Filistinli grupça tepkiler artmaya başlamıştır. Bu tepkilerde elbette 7 Mayıs akşamı teravih namazı kılan Filistinlilere yoktan sebeplerden ötürü saldırıda bulunan, ses bombaları ve plastik mermiler atan İsrail güçlerinin de çok büyük bir yeri vardır diyebiliriz.

Olayların devamında Şam Kapısı, Şeyh Cerrah mahallesi durumu ve 7 Mayıs’taki saldırı üzerine her şeyi daha alevlendirecek bir husus dikkat çekmelidir. Mescid-i Aksa bölgesinde 10 Mayıs günü Kudüs’ün İsrail’e geçişini kutlamak isteyen İsrailli taraflar daha önce de bölgede bulunup ibadetlerini yerine getirmekte olan Filistinli Müslümanların olduğu bölgeye kutlamalarını yapmak üzere gelmiştir. Filistinli taraflar bu durumu kendilerine karşı provokasyon olarak görerek Mescid-i Aksa bölgesini bu kutlamalardan uzak kılmak amacıyla barikatlar kurmaya başlamış ve toplanma gerçekleştirmişlerdir. Bunların ardından bölgeye gelen İsrail polisi ilk aşamada Filistinli tarafın fiillerini engellemek amacıyla gaz bombası ve plastik mermilerle müdahalede bulunmuştur. Devamındaki kaos ortamı bir süre sürmüş, İsrail hükûmeti 10 Mayıs’ta Harem-üş Şerif bölgesine Yahudilerin girişini yasaklamıştır. Bunların devamında 10 Mayıs’ta İsrail polisi tam nedeni bilinmeyerek müdahalede bulunmaya tekrar başlamıştır. İsrail polisi gerekçe olarak Yahudilerden arındırılan bölgede Filistinli Müslümanların polislere taş ve molotof atarak saldırdıklarına dair iddialar öne sürmüştür. İsrail polisi, bölgede göz yaşartıcı gaz, ses bombaları ve plastik mermi kullanarak tekrar kaos ortamını tesis etmiş bulunmuşturlar.

Görmüş bulunduğumuz üzere tarihsel derinliklerinden bu yazımda bahsetmediğim, pek tartışmalı olan ve tarafların haklılığının tamamen ve kati olarak belirlenemediği olaylarda elbette ki İsrail polisinin sert müdahalelerinin varlığıyla bölgede ibadetlerini yapmak isteyen kişilerin, bu kişilerin yanında bulunan çocukların zarar gördüğü aşikârdır. Özellikle Şeyh Cerrah mahallesindeki Filistinlilere yasal korumanın eşitlik içerisinde sağlanmayan bu hukuki çerçevenin de dışında kimi Yahudilerce hâlihazırdaki haklarının ihlali ve yaşam şartlarının zorlaştırılması pek üzücü durumları ortaya çıkarmıştır.

İnsan Haklarını Eşitçe Korumanın Gereği ve Kardeşlerimiz

Elbette ki bu üzücü durumlar karşısında her bir kişinin ve devletin imkânları dâhilinde yardımda bulunma ve bölgedeki yüksek tansiyonu düşürerek en barışçıl şekilde tarafların uzlaşmasını sağlamak bir gereklilik arz etmektedir. Fakat bu yardımı yapmak üzere ellerini vicdanlarına koyan kişilerin, insanların haklarını eşitçe korumak isteyerek bunu yapacaklarını açıklamasıyla, bu tarafları belli ancak kimin haklı kimin haksız olduğu belirli olmayan olaylardaki tutumunun gayet güzel olduğu bir gerçektir. Ancak bizlere çok uzak olmayan, din bağının yanında kan bağıyla da bizlere diğer her kişiden çok daha yakın olan Doğu Türkistan’daki kandaş ve dindaşlarımıza da aynı muameleleri yapmak ve yardımda bulunmak durumunda, bunun mecburiyetindeyiz. Bunu yapmadan eşitlikten ve zulme uğrayanı korumaktan bahsedilemez. Eğer eşit değilsek eşitliği kesinlikle savunamayız. Bunun adı zulme karşı çıkmak değil, aksine bazı menfaatler eşliğinde belirli amaçlara ithafen kitleleri tatmin etme çabası olarak zulme destek çıkmak olmaktadır. Biz “zulmün her türlüsüne karşı” isek Doğu Türkistan’da haklılığı kesin olan din ve kan kardeşlerimize, “eğitim kampı” adı altında hapsederek, zulme ve işkencelerin en kötüsü olan asimilasyona maruz bırakan Çin’e karşı, tıpkı İsrail’e ve İsrail’in Kudüs’ü başkent yapma kararlarına destek çıkan Rusya ile ABD’ye karşı çıktığımız gibi karşı çıkmak zorundayız. İslam devletlerini Filistin’e yardıma çağırdığımız gibi Türk devletlerine, kardeşlerimize de bu çağrıyı yaparak bütün bunların arkasında durmalı ve ortaya gerçekçi tavırlar koymalıyız. Kan kardeşlerimizi koruyamazsak ne eşitlikçi ne de zulme uğrayanı koruyan bir devlet olarak katiyen adlandırılmamız söz konusu olamaz. Olsa dahi adaletsiz olmaktan öteye gidemeyecektir.

Doğu Türkistan’da din ve kan kardeşlerimize yapılanların ciddiyetine vakıf olunabilmesi için bu zulüm ve sistemsel işkenceye örnekler vereceğim. Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizi “eğitim kampı” adı altında “rehabilite merkezi” algısı oluşturarak tutsak tuttukları esir kamplarında kardeşlerimize cinsel taciz, fiziksel seviyede taciz, zorla kısır hâle getirme şeklinde sıralanabilecek çeşitli suçlar işlenmektedir. Bunun yanında özellikle kutsal günlerimizde, Cuma günlerinde ve dini bayramlarda zorla domuz etini yedirmek, bu esnada askerlerin eşlik ederek kişileri buna zorlaması söz konusudur. Bunlar gün gibi apaçıktır ve bunların bir zerresine dahi sessiz kalınamaz.

Bugün İsrail’e karşı bulunduğumuz tutum en azından ülkemizi temsil eden meclisimizce ve İsrail’e karşı tutumlarını ortaya koyan siyasilerimizle birlikte tüm halkımızla Doğu Türkistan’daki kardeşlerimizin de sesi olmalı, kardeşlerimizin ellerinden tutmalıyız.

Zulmün her türlüsüne, özellikle de aşikâr olanına karşı çıkmak gerekir.

YAZAR

Abdullah Yıldırım

EDİTÖR

Ekrem Müftüoğlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir