Devletleşen İktidar

Devletler, tıpkı insanlar gibi ahir bir ömre sıkışıp kalmış organizmalar bütününden farklı değildir. Her canlı gibi olağan akışta onların da reddedilemez kaderi yok oluştan öteye gidemeyecektir. Varlık sebepleri ise oluştukları toplumun varlığına doğrudan bağlanmıştır. Dolayısıyla da devlet, ahir ömründe kendini oluşturan topluma varlığını adamakla mükelleftir. İktidarlar ise devlet organizmasının gideğen işlerinde devinim sağlayacak, can damarlarının tıkanmasına mani olarak onu asıl kılacak eylemleri gereğince yerine getirmek gayesiyle kurulmuşlardır. Kaçınılmaz olarak fikir, ülkü, yaşayış bakımından çeşitli kombinasyonlarla çeşitlere bölünmüş kimi kişi, kurum ve gruplara iktidar vasfı bahşedilir. Devlet, onları erklerle donatır. Onlar ki ne zaman bu misyonu kendi kibir ve hırslarıyla göz ardı eder yahut programlarıyla ihanet cüretinde bulunurlarsa işte o zaman donandıkları bu erkler, onları devletin çatısı altından çıkararak devlete çatı olmaya heveslendirir. İşte devletleşen iktidar, varoluşunu tasfiye ederek kendini devletin aslı olarak sunma gayesindeki iktidar sahipleridir.

İktidarın hâkim kılınmasının, başka bir deyişle onu meşru bir zemine oturtup ona işlevsellik kazandırılmasının yolları ise değişkendir. Günümüzün ideal yöntemi, millet egemenliğinin iradesi olup demokrasinin filizlenmesi buradan geçer. Peki, toplum ideal yöntemin bahşettiği o kudreti kaldıracak güce haiz midir? Toplum öz selametini sağlamaya muktedir iktidarları atayabilir mi?

Bunun cevabı elbette eğitimde, gelenekte ve oturtulabilmiş demokrasi kültüründe gizlidir. Toplum, demokrasi ve idare bakımından bilincini sağlayabilmişse ya da kendisine yaratılan yanlı demokratik kültüre karşı, gerekli asli kurucu eğitimi kendisine sağlamışsa mümkündür. Yanlı demokratik kültür sözünden anlaşılması gereken; devrim, bağımsızlık ya da kurtuluş mücadelelerini yürütüp muvaffak olan kimselerin -ki kanımca bu kimselere asli kurucu demek yerindedir- var ettiği devlet organizmasına, yine bu kimselerin zihninde tasavvur eden, en ideal idare ve devlet ilkelerinin ikamesidir. Tüm unsurlarıyla en çetin şavaşımları verip muvaffak olmuş toplumlar dahi bu ikameyi toplumsal reformlarla desteklemez, onu dayanaksız bırakırsa dönüp dolaşacağı nokta yine binbir çile ile boyunlarından çözdükleri zincirlerdir. İşte bu şanlı zaferlerini göğüslerine dolduran, millî manevi öz ile taçlandıran, reformlara ve gelişmeye tam bağımsızlık ülküsü ile sarılan toplumlar ebedî olacaktır.

Toplumu bir araya getiren, onu toplum olarak nitelendiren yegâne unsur; aynı toprak parçası dahilinde bir arada yaşayan insan sürüsü elbette değildir. Bir araya gelmiş insanların ortak acıları, onların ortak ülküleri ve ortak bir gelecek inşa etme hevesleri, kendilerini toplum adı altında tek vücut görebilme kabiliyetini bizlere tanıyacaktır. Manevi öz meselesi ki işte o bütün bu olguları, yaşanmışlıkları ve hayalleri birbirine bağlayan yegâne dinamiktir. Bu özü reddedip toplumuna dayanmayan, ondan güç almak yerine onu zorbalıklarıyla alt etmek, sindirmek , çeşitlere bölüp kriminalize etmek hevesine düşecek iktidarlar, devletleşir ve meşru yolla gelseler dahi milletin boynunda cellat hükmünde olurlar.

Öyle ki binbir cefayı kendi öz yurdunda barındıran bu millet, binbir belayla alay edip altından kalkmış olsa da bugün kendi celladını başına muhafız olarak dikmiş bulunmaktadır. O muhafız ki milleti yanlı demokratik kültür diyeminden saptırmış; onu millî ülküsünden, yenileşmek, çağdaşlaşmak ve bilhassa reformist yüksek geleceğinden vazgeçirmiş, onu bataklıklara mahkûm etmiştir. Kurtuluş ve kuruluş itibarıyla pozitivist, aydınlanmacı ve tam bağımsızlıkçı felsefeyle donatılmış cumhuriyet, demokratik söylemleri ve popülist çıkışlarıyla sahnede beliren bir karambolcu tarafından tasfiye edilmektedir. O karambolcu ki Hamid düşkünü bir müstebit, omurga yoksunu bir otokrattır.

Millet egemenliğinin bu millete bahşettiği hür irade, sahibini hür olma vasfından men etmek niyetiyle, hem de milletin bizzat kendisi tarafından kullanılmaktadır. Manevi özünü reddederek türlü kuruluş mefkûresini ayaklar altına alanlar, elbette ki bu toplumun öz selametini sağlamaya muktedir değildirler. Değişen paydaşlarının aksine kendi otokrasisini baki kılma gayesindeki tek bir adam, senelerce ilmek ilmek dokuyarak bütün bir cumhuriyeti, onun devrimlerini ve millî mefkûresini tahrip etmekle kalmamış, bunları ortadan kaldırma cüretine de kendince sahip olmuştur.

Dünden bugüne yarattıkları devlet fetişine biat edecek nesilleri yetiştirme gayelerinde nasıl ki kısmen muvaffak olmuşlarsa devletleşen iktidarlarını, sivilleşme söylemleriyle yarın meşrulaştırmak gayesinde oldukları da aşikârdır.

YAZAR

Burak Elik

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir