ANADOLU TOPRAĞINA EKİLEN TOHUM “KÖY ENSTİTÜLERİ”

Takvimler 10 Temmuz 1921 tarihini gösteriyordu. Yunan ordusu Eskişehir-Kütahya bölgesine doğru üç koldan taarruza geçti. Merkezi Ankara’da konuşlanmış olan Türk ordusuna karşı harekete geçilecek, üçlü kuşatma ile Türk kuvvetleri yok edilecek ve Ankara’ya giden yol açılmış olacaktı. Yunan ordusu var gücüyle saldırıyor, sayıca ve ekipmanca Yunan ordusuna kıyasla çok geride kalan güney kuvvetlerimiz kuşatmaya direniyordu. Bu taarruz sonunda işgal kuvvetleri Afyon’u ele geçirdi ve Seyitgazi’ye doğru harekete geçti. Bu gelişmeler üzerine Mustafa Kemal Paşa derhal cepheye doğru harekete geçti. Durum vahimdi. Yunan ordusu var gücüyle ilerlemeye devam ediyor ve güney birliklerimiz savunmada yetersiz kalıyordu. Üç koldan saldırı altına alınan güney birliklerimiz yok olma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Mustafa Kemal Paşa, komutayı bizzat alarak ordunun geri çekilmesini emretti. Türk kuvvetlerinin tamamen yok olma tehlikesi karşısında ordumuz, paşanın emri ile Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi.

Eskişehir-Kütahya cephesinde en çetin mücadeleler verilirken o dönem için ilginç sayılabilecek gelişmeler ise Ankara’da yaşanıyordu. Yeni kurulacak olan devletin millî eğitim planlamasının yapılması amacıyla 15 Temmuz 1921 tarihinde, yaklaşık 250 eğitimcinin katılımıyla 1. Maarif Kongresi Mustafa Kemal Paşa’nın emri ile toplandı. Birkaç gün önce yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmış bir ordunun kumandanı, kazanacağı zaferden emin bir şekilde yeni kurulacak olan devletin millî eğitim planlaması ile meşgul oluyordu. Kongrenin açılış konuşmasını,  ayağının tozuyla cepheden gelen Mustafa Kemal Paşa bizzat yaptı. Konuşmasında cehaletin en büyük tehlike olduğuna vurgu yapıyor ve milletin kalkınması için de Doğu ve Batı’nın taklitçiliğinden uzak, millî bir eğitim programını işaret ediyordu. Bu programda ise geçmişte öğretimden yoksun kılınmış, kendi deyimiyle “cahil bırakılmış” köylü toplumuna birinci önceliği veriyordu. Bu önceliğin en büyük sebebi ise köylerin geri kalmışlık seviyesi idi. Köylü halk, devrimleri anlayacak seviyede değildi. En büyük gelir kaynakları olan tarımı dahi çok ilkel yöntemlerle yapmaya çalışıyor, toprak ağalarının baskısı altında yaşamlarını sürdürüyorlardı. Salgın hastalıklar köylü arasında yayılıyor ve bu hastalıklara çare, tıpta değil kendini hoca olarak tanıtan din tüccarlarında aranıyordu. Kültürel olarak çok geride kalmış olan Anadolu köylüsünün durumu tam olarak bu şekildeydi. Okuryazar oranı ise neredeyse yok denilecek kadar azdı. Mustafa Kemal Paşa’ya göre bu durum asla kabul edilemezdi ve eğitim seferberliğine bizatihi köylerde başlanmalıydı. 

1930’lu yılların ortalarına gelindiğinde Türk halkı büyük bir kurtuluş mücadelesinin içerisinden çıkmıştı. Erkeği, kadını, çocuğu, yaşlısı, genci ile topyekûn bir mücadele verilmiş, büyük bir zafer kazanılmış fakat Türk halkı maddi olarak büyük bir yokluk içerisine düşmüştü. Ülke nüfusunun geneline bakıldığında %20’si şehirde, geriye kalan halk ise köylerde yaşamını sürdürüyordu. Ülkede çok az olan okul ve öğretmen sayısı bu köylerde eğitim vermeye yetmiyor ve şehirden köye hizmet götürmek o yıllarda çok da kolay olmuyordu. İllaki radikal ve etkili bir çözüm gerekiyordu. 

1935 yılına gelindiğinde Millî Eğitim Bakanlığı görevine getirilen Saffet Arıkan, Mustafa Kemal Atatürk’ün çerçevesini oluşturduğu “köylerin kalkındırılması projesi” için çalışmalara başladı. Bakan Saffet Arıkan, ilerleyen dönemlerde “Köy Enstitülerinin kurucusu ve kuramcısı” olarak anılacak olan İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü görevine vekâleten atadı. Bu tarih itibarıyla Tonguç hızlı bir şekilde çalışmalarına başladı ve köylerin eğitim durumunu ciddi bir şekilde inceledi. Bu inceleme sonunda köylerin kalkındırılması için bir plan hazırladı. Dönüşüm için düğmeye basılmış olsa da bu durum o kadar kolay halledilecek bir sorun değildi. Toprak ağalarının, çeşitli cemaat ve tarikatların köylerdeki halk üzerinde etkisi çok fazlaydı. Bu gruplar kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği köylü halkın kültürel olarak gelişmesini ve eğitim seviyesinin artmasını istemiyorlardı. Bir diğer problem ise köylerdeki eğitimi sağlayacak öğretmen kadrosunun olmamasıydı. Gerek eğitimci gerekse eğitimleri gerçekleştirmek için fiziki koşullar o dönem için yok denilebilecek kadar azdı. İsmail Hakkı Tonguç Bey bu duruma şöyle bir çözüm bulmuştu: Ordu bünyesinde onbaşı ve çavuş rütbesinde askerliğini tamamlamış, okuma yazma bilenlerden bir ekip oluşturulacak, bu ekip kısa bir eğitim sürecinin ardından köylerine dönecek ve köylü halkı eğitmek için göreve başlayacaklardı. Bu maksatla Eskişehir’in Çifteler ilçesinde bir eğitmen okulu kuruldu. Bu okulda verilen dört aylık eğitimin ardından kursu tamamlayan 85 eğitimci, Ankara’nın köylerinde göreve başladı ve ardından kursların sayıları çoğaltıldı. Bu uygulamanın başarılı sonuç vermesinin ardından 11 Haziran 1937 tarihli kanunla programa yasal statü kazandırıldı. Zamanla ihtiyaçlara cevap vermeyeceği anlaşılan ilkokul düzeyinde eğitimin, “Köy Öğretmen Okulları”nın açılmasıyla farklı bir boyuta taşınması sağlandı.

10 kasım 1938 tarihinde kurtuluş mücadelesinin baş kumandanı  Mustafa Kemal Atatürk yakalandığı amansız hastalığa yenik düştü ve hayata gözlerini yumdu. Bu gelişmenin ardından İsmet İnönü cumhurbaşkanlığı görevine seçildi. Mustafa Kemal Paşa’nın savaş meydanlarında çerçevesini oluşturduğu millî eğitim projesi, İnönü tarafından da devam ettirildi. İnönü’nün cumhurbaşkanı olduğu tarihten birkaç ay sonra Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan sağlık sorunları nedeni ile görevinden ayrıldı. Yerine 1938 yılında Hasan Ali Yücel atandı. Yücel, İlköğretim Genel Müdürü Tonguç Bey’e görevine devam etmesi konusunda ricada bulundu ve kendisini bu göreve asaleten atadı. Bu doğrultuda Mustafa Kemal Paşa’nın başlatmış olduğu köyü kalkındırma düşüncesi İnönü döneminde de devam ettirildi. 1939 yılında gerçekleştirilen Eğitim Şûrası’nda bu konu ele alındı. Burada yapılan değerlendirmelerin ardından köylüye sadece okuma yazma öğretecek bir eğitimin yeterli olmayacağı ve verilecek eğitimin kapsamının genişletilmesi kararına varıldı. Bu çerçevede oluşturulacak yeni eğitim biriminin ise “Köy Enstitüleri” adını almasına karar verildi.

Köy Enstitüleri projesi her ne kadar belli kesimlerden destek görse de CHP içerisinden bu projeye eleştiriler de olmuştur. Kâzım Karabekir, Adnan Menderes, Celal Bayar gibi isimler bu projenin köylü ve kentli çocukların arasında ayrım oluşturacağı gerekçesiyle projeyi eleştirmişlerdir. Bu atmosferde 17 Nisan 1940 günü TBMM’de Köy Enstitüleri kurulmasına yönelik kanun kabul edilmiştir.

Köy Enstitüleri sadece köy öğretmeni yetiştirmeyi amaçlayan bir kurum değildi. Aynı zamanda sağlık personeli ve teknik elemanlar yetiştirmeyi amaçlıyordu. Enstitü programında tarih, coğrafya, matematik gibi temel derslerin yanında müzik, tiyatro gibi sanatsal eğitimler, marangozluk, elektrik, makine, tarım gibi teknik eğitimler veriliyordu. Bu enstitülerde eğitim alan çocuklar çok yönlü olarak yetiştirilmeye çalışılıyordu. Doğu ve Batı medeniyetlerinden getirilen birçok klasik eser tercüme ettirilerek öğrencilere okutuluyordu. Öğrenciler enstrüman çalmayı öğreniyor, tiyatrolar sahneliyorlardı.

Köy Enstitüleri projesi sayesinde ilk birkaç sene içerisinde %15’i kadın olmak üzere 17.000 öğretmen yetiştirildi. Öğretmenlerin yanında çok sayıda sağlık personeli de yetiştirildi, köylerde sağlık taramaları yapılmaya başlandı. Teknik anlamda katedilen yol sayesinde ilkel ekim dikim faaliyetleri terk edildi, tarımda aşama kaydedildi. Köyde yaşayan halk bilinçlenmiş, okuma yazma oranı yükselmiş ve yurttaş bilinci oluşturmada önemli derecede yol katedilmişti. 

Köy Enstitüleri köylerde kalkınmayı sağlamaya yönelik olarak ortaya konmuş bir aydınlanma projesi olsa da bu proje de bazı kesimler tarafından sert şekilde  eleştirilmiştir. Bu enstitülerde komünizm propagandası yapıldığı, kız ve erkek öğrencilerin karma eğitime tabi tutulmasının Türk gelenek ve göreneklerine uymadığı şeklinde eleştiriler yapılıyordu. Şüphesiz ki bu eleştirilerde esas amaç, her dönemde olduğu gibi insanların bilinçlenmesinin istenmemesiydi.

1945 yılına gelindiğinde Türkiye çok partili hayatla tanışıyordu. CHP karşısında yeni siyasi partiler kuruluyor ve muhalefet ortamı oluşuyordu. Muhalefetin en önemli kozlarından biri ise “Köy Enstitüleri” oldu. Köy Enstitülerinde dinsizlik, ahlaksızlık yapıldığı gerekçe gösteriliyor, CHP ve hükûmete çok sert eleştiriler yapılıyordu. 1946 yılında yapılan tartışmalı genel seçimleri CHP kazandı. Yeni oluşan Recep Peker kabinesinde, Köy Enstitülerinin büyük emektarı Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yerine enstitüye karşıt tavrıyla bilinen Şemsettin Sirer getirildi. Bakan Sirer, Köy Enstitülerinin kuramcısı olarak bilinen İsmail Hakkı Tonguç’u İlköğretim Genel Müdürlüğü görevinden aldı. Zamanla işlevleri azaltılan Köy Enstitüleri, 1954 yılında çıkarılan ilgili kanunla tamamen kaldırıldı. Köy Enstitüleri savaştan yeni çıkmış, yedi düvele karşı istiklal mücadelesi vermiş bir milletin aydınlanma yolunda attığı önemli bir adımdır. Geri kalmış, eğitim görmemiş, ağaların insafına terk edilmiş Anadolu köylüsü bu proje sayesinde yurttaş bilinci kazanma yolunda önemli bir aşama kaydetmiştir. Elit şehirli aydını profiline karşın köyden de aydın çıkabileceğinin göstergesi olmuştur. 

Aradan geçen yaklaşık seksen yılın ardından bugün ne durumdayız? 1930’lu yılların eğitimci sıkıntısına karşın bugün; ataması yapılmayan, öğrencilerine kavuşamayan binlerce öğretmenle, büyük marifetlermiş gibi anlatılan, her şehre açılan niteliksiz üniversitelerle, üniversite mezunu işsiz ordusuyla, her yeni bakan döneminde değişen eğitim ve sınav sistemleriyle, köyden kente göçün sonucunda milyonluk yığılmalar yaşanan şehirlerle, beton yığınına çevrilen tarım arazileriyle, kendi kendine yetebilen bir durumdan, ithalat cennetine dönmüş bir memleketle karşı karşıyayız. Bugün yapmamız gereken ise daha geç olmadan özümüze dönmektir. Sınai kalkınma hedeflerimizin yanında tarım toplumunu desteklemeli ve üretime önem vermeliyiz. Kendi kendine yetebilecek adaletli ve liyakatli sistemi oluşturmalı, en önemlisi ise bilgiden ve akıldan korkmamalıyız. Ulu Önderimiz  Mustafa Kemal Atatürk’ün “Sizler yeni Türkiye’nin genç evlatları, yorulsanız da beni izleyeceksiniz. Dinlenmemek üzerine yürümeye karar verenler asla yorulmazlar. Türk gençliği amaca, bizim yüksek ülkümüze durmadan yorulmadan yürüyecektir.” sözleri ile Türk gençliğine, yani bizlere emanet ettiği bu memleketi, onun açtığı aydınlık yolda yüceltmek için çok çalışmak mecburiyetindeyiz. 

                                                                                                                                            Saygılarımla…

YAZAR

Mustafa Santur

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir