Gerçekten Korkunç Bir Durum,
Korkunç Olduğunu Fark Ettiğiniz Durumdur…

Jung, normal bir kişilikte bile karakter bölünmesi yaşanabileceğini söyler. Özellikle internette anonim bir kimlik oluşturan birçoğumuz için persona kavramını kullanabiliriz. Reel hayatla arasında bir maske gibi duran sanal kimlik, insanın kendi içini dökmesine olanak sağlar. Önceden bunu günlüklere yapıyorduk çünkü yazarken sandığımızdan daha fazla şeyi döküyoruz içimizden. Ben, persona ve pandemi dolayısıyla yüzümüze yapıştırılan maske hakkında biraz iç dökeceğim bugün…

Öncelikle iki önemli kitaptan başlayalım: Kobo Abe’nin Başkasının Yüzü ve Murat Menteş’in Dublörün DilemmasıBaşkasının Yüzü kitabında bu meşhur Japon yazar, bizi yine anormal bir içerikle karşılaştırıyor ve aynı, Frankenstein ya da Köpek Kalbi’nde okuduğumuz gibi bir operasyon içeriyor hikâyemiz. Baş karakterimiz olan kimya hocası bir kaza sonrası yüzünden feci şekilde yaralanıyor ve bu yaraları maskeyle gizlemek zorunda kalıyor. Gittikçe takıntılı hâle geldiği bu konu sebebiyle kimliğini ve durduğu yeri sorgulamaya başlıyor. Toplumdaki konumumuzu oluşturan şeylerden birinin de yüzümüz olduğunu, sabit hâle gelen yüz hatlarının insanlar arasında eşitliği getirip getirmeyeceğini bile düşünüyor ve bir karar veriyor: Başkasının yüzünün kopyasını alıp kendisine yeni bir yüz yapmak.

Dublörün Dilemması’nda ise karakterlerimiz insanlara yardımcı olmak için (aynen) bir şirket kuruyorlar. Aynı anda iki yerde mi olmanız gerekiyor? Dublörünüz yüzünüzün şeklini almış, maskenizi çıkartmış ve sizin yerinize katılmış bile… Tabii ki kahramanlar bunun sonuçları olacağını hesap edemiyorlar. Böyle korkunç bir distopik havada ama bir o kadar da keyifli geçen iki roman. Biri Türk, biri Japon… Biliyorsunuz Japonlar akrab… şaka şaka…

İki kitabın da aslında temelinde yer alan soru “Yüzümüz kimliğimiz midir?” sorusudur. İzzet Altınmeşe, beni olmadan İzzet Altınmeşe midir? Hayatımız boyunca maske takıp takmadığını bilmediğimiz yüzlerce insanla muhatap oluyoruz… (riyakârlardan nefret ediyoruz) Sahtelik bir kimlik hâline geldiğinde, yani aslın yerini sahtesi aldığında nasıl bir fark olacağını bilmiyoruz. Herkesin maske taktığı bir yerde güzellik, çirkinlik, zayıflık, yorgunluk tamamen birer kavram olarak kalabilir ve gittikçe de bu kavramlara biz bile yabancılaşabiliriz. Toplumun bir süre sonra beklentisi kimliksizleşmemiz de olabilir. Hatta ilişki kurmak, arkadaşlık, sevgililik, evlilik her şey belirsizleşebilir ya da tam tersine yüzün verdiği ön yargı kalkınca insanların yürekleriyle baş başa kalabiliriz. Başkasının yüzünü almış olsak acaba onun karakterine bürünmemiz mümkün olabilir mi? O zaman… Sıfır Bir – Cihat Sarsılmaz yüzü alabilir miyim sayın doktor, keleşle benim çözmemiz gereken meseleler var…

“Eğer ben bir yabancının maskesini takmış bir başkasıysam, sen de kendi maskesini takmış bir başkasıydın. Kendi maskesini takmış bir başkası…”

Bugün devletin sağlık sebebiyle önümüze sunduğu bir zorunluluk var: Maske takmak. Maskenin artık koşulsuz şartsız takılıyor olması ve caydırıcı ceza bulunması toplumun sağlık açısından önemli bir adım atacağı anlamına gelebilir, burasıyla hiç ilgilenmiyorum. Tabii yıllarca eski Türkiye’yi bir şeyleri zorla yaptırıyor diye eleştirip içki almayı dahi yasaklamak nasıl bir perhiz-turşu ilişkisi, yorumlamak zor. Şapka takmadığından ötürü zulüm gören (atom bombası atılmış Ebubekir Sıddık anlattı) insanlar çıt çıkarmadan maske takıyorlar ve ateş ölçümü yaptırıyorlar önüne gelen mağazada. Asıl merak ettiğim şey, eskiden insanlarla çok fazla göz göze geliyordum ya da kendi adıma çok fazla etrafa bakıyordum. Şimdi hiç dikkatimi çekmiyorlar çünkü hepsi aynı geliyor. Bir özellik göremiyorum kimsede, bebeklere bile bakmıyorum (canavar olmaları sebebiyle değil) çünkü sevimliliklerini belli eden hiçbir şey yok. Tek iyi yanı belki de kadınların bir tık daha rahat etmesi olabilir. Gerçi kadınların bir tık rahat etmesi = öldürülmeden eve varmaları demek. Unutmadan, maskeli kız gardaşlarıma mescid yakınından geçip, namaz bozdurup günah almıyorsunuz en azından diyerek de love kadınlık görevimi yapayım.

Aşkta insanlar birbirinin maskesini düşürmeye çalışır, diyor Başkasının Yüzü’nde. Devletle aramızda bir aşk olup olmadığı tartışmaya açık değil. Biz, kalbini EKG çektirince bile bulamayanlar için aşkta maskeye gerek duymayız çünkü riyakârlıktan uzağızdır. Fakat maskeyle başlayan bir yaptırım kuvvetini tadan erk, büyük bir aşkla bağlı olacaktır bu güce. Pandemi sonrasında da birçok şeyin meşru yasaklanışına şahitlik edecek ve normalleştiren halkımıza kızacağız. Bence yüzümüze gerçeklik maskesinden başka bir maske takmalıyız artık. Kalbimizi kırmayacak, laf anlatmakla yorulmayacak, hiyerarşi piramidinde bir üstümüzdekini boğmamak için sabır çekmemize gerek kalmayacak bir maske. Mümkünse pembe renkli ve yıldız işlemeli olsun. Bizim gibi Türkmen suratına (bin kilo yanak) sahip olanlar için en uygunu “acının tatlı tebessümü” maskesi olur.

YAZAR

Mişa Dirahşan

Birçok persona ve biraz endişeden ibaret

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir