Ulumalar

Bizi bağlayan, zapt eden iplerin bir parçası olan sosyal kuramın içinden kendimize bir yol açmaya çalışırken yönümüzü gösterecek tek bir pusulamız var: Her iki-boyutluluğu ile kendi “Hayır!”ımızın kudreti: Olanı reddetme ve olabilecekleri tasavvur etme…

Sermaye piyasaları beğenseniz de beğenmesiniz de kapitalizmin en demokratik yüzüdür. Her alım ve satım kararı, o hisse ve sektör için bir oylama yöntemidir. Satın alırsınız şirket büyür, şirket büyürse sektör gelişir. İnsanların oy kullanmasını bir kez olsun yasaklamak, demokratik bir ulus için felaketler yaratabilir.

Elbette sermaye piyasalarında demokrasi, bildiğimiz demokrasiden biraz farklı. Bazı avantajları ve dezavantajları var. Mesela oy gücünüz sermayenize bağlıdır. Diğerleri üzerinde muazzam baskı kurabilir ve bir tiran gibi kılıcınızı tüm global sektörlerin üzerinde sallandırabilirsiniz. Benim bin liralık oy kullanma hakkım sizin bir milyon liralık oyunuz kadar güçlü olmayacaktır. Aradaki mesafeyi kapatmamsa çok uzun zamanımı alır. Ama benimle aynı fikre sahip bin kişi bulursam sizinle eşit şekilde mücadele edebilirim. Bunun ne kadar imkânsız göründüğünü biliyorum. Anormal zamanlarda bazı anomaliler ortaya çıkar. Bunlar siyah kuğudur, siyah kuğu her şeyi değiştirir. Sizin bir kılıç gibi salladığınız bir milyon sizi tehdit yapar. Short ve long pozisyonlarınızı %100 zararla kapattığınızda, oyunu bir tek sizin oynamadığınızı anladığınızda yaşayacağınız küçük aydınlanma ise bu demokrasinin avantajıdır.

Bu dünyada zengin insanlardan daha tehlikeli şeyler de vardır elbette. Mesela hiçbir şey insan zekasından, örgütlenme ve hareket kabiliyetini kazanan bir gruptan daha tehlikeli değildir. Doğru zamanda, kontrolünüzün dışında bir araya gelecek bileşenler sallandırdığınız kılıcın elinizi kesmesine neden olur.

Robinhood (Gençlerin komisyonsuz işlem yaptığı borsa) örneğinde olduğu gibi eğer siz oy verenlerin elinden seçeneklerini alırsanız bu emsal sonuçlar getirecektir. Kuralları çok açık olan bu demokratik oyun, tüm demokrasilerde olduğu gibi herkes için eşit değil.

Bunun farkındayız. Sadece terazinin diğer tarafının da istediğinde ağır basabileceğini fark etmeliyiz. Ben de ara sıra bunu soruyorum biz neden ağır basmıyoruz? Belki paramız yok, belki sevdiklerimize olan bağımlılığımız, belki örgütlenemeyişimiz buna neden oluyor!

Her Türk genci bunu sorgulamalı! Günün sonunda partiler ve para üzerinde bir hakimiyetimiz yok. Partiler üzerinden özgür bir siyaset yapmak zaten mümkün değil. Türkiye’de hiçbir şeyin içeriği ambalajında yazdığı ile aynı değil. Komünistler kapitalistlere göz kırparken, milliyetçi olduğunu söyleyenler kendilerine vaat edilmiş bir makam için yüz binlerce insanın kamplarda ölmesine göz yumabilir. Her sözüne Yahudileri aşağılayarak başlayanlar susarken İkinci Dünya Savaşının çemberinden geçmiş yaşlı İsrailliler, hep bir ağızdan Müslüman Uygurların katliamına ses çıkarıyordu.

Bu vatanı karış karış gezebilirsiniz, omurgalı siyasetçi pek az göreceksiniz. Siyaset yapmak istediğinizde; üç kuruşa tamah eden, şark kurnazlığı ile siyaset eden ciğeri beş para etmez insanlar size o alanı bırakmayacaklar. Siyasetin çamuru biraz üzerinize düşse mideniz bulanırdı, bu insanlar o çamurda yaşıyorlar. Şikâyet etmeyi ve olanlar için başkalarını suçlamayı bir kenara bırakalım. Bu neslin en büyük eksiklerini belirleyelim; paramızın olmaması, çok sesli, güçlü bir sivil harekât yaratamamamız. Birbirimizi dinlememiz ve ortak bir amelin etrafında, bir çatının altında toplanamamamız. Eskilerin düştüğü hataları tekrar etmeye olan meyillimiz… Onları bölüp parçalamak ve birbirlerine düşürmek kolaydı. Dinozorlarla çağdaş kavramlar için birbirlerini yok ettiler. Sanırım tüm bu öfke tarihi bize sadece aynı hataları yapmamamızı söylüyor.

Bugün ortalama bir Türk gencinin toplumda söz sahibi olabilmesinin tek bir yolu var: Para kazanmak! Kendi ayakları üzerinde durup kendi mirasını yaratmak, geçmişin yükünü sırtlamak, babalarımızın hatalarını tekrar etmemek ve kendimize has, yeni söylem oluşturmak. Yarım asır önce doğmuş hiç kimse bizim neyle mücadele ettiğimizi anlayamaz. Hiçbir ideolog, hiçbir aydın, hiçbir şair bizim mücadelemizi yazamaz ve bize çözüm sunamaz.

Belki önce kendimizi anlamalıyız. Hepimiz aynı şartlarda doğmadık, aynı mahallelerde büyümedik. Bu yüzden merak ediyorum; yıllarca eğitim aldıktan sonra hak ettiği bir işte, hak ettiği bir maaşla çalışan kaç kişi var? Böyle bir iş bulsanız bile sömürülmediğini kaç kişi söyleyebilir? Patrona günde kırk ekmek kazandırırken ayın sonunda bir ekmek ile eve dönüyorsunuz. Üstelik işinizin yarın çıkacak kanun hükmünde bir söz ile tepetaklak olmayacağının da garantisi yok. Türk genci, ince buz üzerinde gölün karşısına geçmeye çalışıyor. Bugün bir genç için neden ev almak bu kadar zor? Benzer binalar, geçmişe oranla inşaat sektörü daha yaygın, daha fazla mimar, daha fazla müteahhit firması varken neden fiyatlar bu kadar yüksek? Çünkü bizden önceki nesiller, babalarımız ve dedelerimiz dört ev aldılar. Şimdiyse lise mezunu olmayan insanların, bize dediği “Neden iş beğenmiyorsunuz!” nakaratlarını dinliyoruz. Bunları hak etmiyoruz… Dünyanın geri kalanı da bizden çok farklı değil. Sosyal patlamalar böyle gelişiyor. Bir adamın ümüğüne basıp neden nefes alamıyorsun diye sorarsan ayağa kalktığında roller değişecektir.

Bu nesillerin savaşı, daha derine indiğinde, bu kavramların savaşı. Sizin ağa dediklerinize ve düzeninize uymayan, onurlu bir hayat ideali yaşayan, yurtdışında kendisinden kat ve kat iyi hayat süren yaşıtlarına bakıp bilenenlerin savaşı.

Eğer bugün ölmek gibi bir planınız yoksa, önünüzdeki engelleri aşmaktan başka çareniz de yok. Yağmur yağıyor. Düzlüktesin. Nereye saklanacak ne kadar kaçacaksın? Ekonomik bağımsızlığınızı kazansanız, sevdiklerinizi rahata ulaştırsanız bile karşılaşacağınız sorunlar yeni başlıyor. Bugün bu yazıyı okuyanlar ideal bir refah dünyasında yaşayamayacak. Bu hayatta kalmakla ilgili. Abartmadan söylüyorum. Bizi global bir ekonomik kriz, büyük sosyal patlamalar, dönüşümler, savaşlar ve hepsinden sağ çıksak bile radikal bir iklim değişikliği bekliyor. Devamında ise yüz milyonları bulan göç dalgaları sırasında kuraklık, açlık ve ölüm. Eğer bir planınız yoksa, örgütlenemiyorsanız, her şeyi sizden önce tasarlayanların planına uymak zorunda kalacak, onların merhametine ve aklına sığınacaksınız. Sizden daha zeki, sizden daha iyi oldukları için değil, sizden daha önce tehditleri görüp pozisyon aldığı için uyacaksınız.

Bir şişe su, bir kuru ekmek veya biraz temiz hava solumak için yapmayacağınız şey olmayacak. Peki, bugün ölmek gibi planımız yok değil mi? Önünüze bakın, başınızı eğmeyin ve kendi planlarınızı uygulayacak kadar güçlenin. Yağmurun altında bir gün buluşacağız.

YAZAR

Cengizhan Selçuk

EDİTÖR

Ekrem Müftüoğlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir