Bir Azize’nin Yiten Nefesi

İnsan bir girdaptır, diye sayıkladı adam

Her sayıklayış bir darbe indirdi kulağıma

Sağır oldum

Acı bir kahkaha patlatınca absürt pandomime

Yüzünü çevirdi aniden, mahallenin delileri

Yüzler ki korkunç İvan

Gözler kav oldu

Bir yangın başladı tırnak uçlarımdan saç tellerime

Benliğini saran bu alev şeytandır dediler

Taşladılar nasihat fallarıyla

Bayılan beden cezbetti en kurnazlarını

Bağırdı, salyalar saçarak

Kiralamalı meczubun ruhunu

Şeytan böyle defolur ancak

Bir çığlık koptu en derinimde

Savaş ilanıdır bu, haydi mevzilere!

Sakat bir asker oldu siperden fırlayan

Bacağı merhamet ve nefret kurşunlarıyla kaplı

Adı Azize

İsyanı enkaza sıkışan bir depremzede

Yeltendi en önde savaşmaya

Göğsüne bir kuş çarptı, düştü yere

Mırıldandı o anda

Divanda bağdaş kurmuş bir gazi

Madalyalar sarkık kirpiklerinde

Dinle, kızım Azize

Yol yok nasipten öte

Bir kuşun aşkı oldu bak

Saçlarını ıslatan

Mermi yağmurunun dibinde

Kuş kesti nefesini

Uyuyuverdi sakat asker

Kavganın yaratıldığı yerde

Ezip geçti alnını postallar

Ayaklar baş, başlar ayak oldu

Mor dağlar küle döndü

Bülbül, güle küstü

Kabuklar yara bağladı

İnsanı betondan yarattı artık Tanrı

Gri, samimiyetsiz, robotik bir hayli

Gecekondular, gökdelen oldu

Ve sakladı ardında bin Ladin’i

İşte terliyor Azize

Kanamış, tıksırdı, inliyor, ağlayacak

Fakat göz ürkek, sarhoş, kızgın ve kırgın

Güç yetiremiyor kaldırmaya perdeyi

Dil alfabeyi unutmuş, ağız grevde

Ne yazık! Uyanmıyor Azize

Ey Azize

Duymadı mı kimse seni

Okşamadı mı yanaklarını, aşk kokan gecede

Değmedi mi tenlerine soluğundaki ürkeklik

Görmediler mi tülden ince kalbini

Sırtlan derisidir deyip parmağını batıran cellatlar

Ey Azize

Genç bir kızın gözlerindeki fer dahi kurtaramaz seni

İman et ve uyan

Kalp iman etti, akıl inkâr

Çığlık kesildi bir an

Çok sürmeyecek hayır

Bak sarstı gök kubbeyi tekrar feryat figan

Doğrulur oldu Azize

Götürüverdiler ellerinden kavrayıp

Bilge bir kaplumbağaya

Anlat dedi kaplumbağa

Sustu Azize

Kolay mıydı bir enkazı tasvir?

Talihsizlik o ki kör ve sağır çıktı kaplumbağa

Çıkarıverdi kafasını cehalet kabuğundan:

‘’Aradığın cevap bendedir elbet

Tanrıya itaat, ataya hürmet, paraya biat

İşte budur hakikat!’’

Gülümsedi Azize hafif titrek

‘’Küçümsemek değil gayem, haşa!

Fakat değilsin derdime derman’’

Nerde bulurdu şifasını sakat asker

Merhem neydi, kimdi, kimdeydi?

Bitap düşmüş ağız

Vermedi üç kelimeden fazlasını:

‘’Çık ortaya, yalvarırım!’’

Yazık! Gelmedi cevap

Yürümeye devam et Azize

Geçti

Ağzı kusmuk dolu ruhların arasından

Uyurgezer buldu yolunu

Başka bir enkazdı onu çeken

‘’Kayıp dilek sitesi’’

Tütününü saklardı

Enkazdan arda kalan menekşe saksısına

Tütünle temizlemeye çalışırdı

Yüreğine batan paslı çivileri, puslu hayalleri

Acı, ekşi ve kokuşmuş.

Gözüne bir kavanoz değiyor şimdi

Çürümüş ve turşu dolu

Kışı beklerken bir telaş

Yakıp kavurmuş güneş

Şimdi yerle yeksan tüm plan

Fakat hâlâ dimdik, ne müthiş!

Bak az ötede bir not defteri

Köşesi tutuşmuş

Âdettendir boşlukları doldurmak

Al eline kalemi

“İkna oldum artık, saçmadır hayat

İman edecekken güzelliğe tam

Beklenmeyen bir kelam

Ayırabiliyor etle kemiği

Fakat yaşamak duruyor ayakta işte

Enkazdan arda kalan şu kavanoz gibi’’

Dile geldi kavanoz

Dile benden ne dilersen

Utandı Azize

Gözleri anlattı her şeyi

‘’İndir tutsak edici perdeyi

Etimle kemiğimle susadım güneşe’’

Gök titredi, yer yarıldı

Tüyleri ürperdi cümle alemin

Enkazın içinden bir ses ortak oldu tılsıma

İki telaşlı yavruyu

Göğsüne saran bir baba:

Ey Azize, dedi

Ey Azize

Henüz nemlendirmez dudaklarını

Çatlatır güneş

Sen iyisi mi takip et ışığımı

Açıldı bir çınarı kıskandıran kollar

Bıraktı baba yavrularını

Biz yürümeyi bilmeyiz baba

Kör ediyor güneş

Hem ayaklarımız inliyor

Bulduğunda toprağı

Baba verdi nefesini çoktan

Bir uğultu şimdi

Yer, gök ve sağır kulaklarda

Yürümeye devam edin yavrularım

Yaşamak, enkazı sırtlayan yüreğinizde

Saklıdır bir akasya ağacının gölgesinde

Elbet kafiydi babanın sıcaklığı

Bir yetime can vermeye

‘’Vakit yok ağlamaya kardeşim

Sen de elimi tut Azize

Yürümek de yetmez

Koşalım

Hınzır gülüşüyle

İşte buradayım

Gelin ve alın diyen hakikate’’

Koştular

Çok sürmeden düştüler

Gördüler ki

Bir bacağın adımına varamıyor öteki

Hep yarım, hep eksik, hep sakat

Düşeni gören üşüştü etrafına

Rafine bir zevkti ahali için

Düşenin başına toplanmak

El uzatmak mı?

Adam sen de! Saçmalığı bırak

Eyvah, ağızlarını açıyorlar

Geliyor bin bir nasihat

Fakat sakat bir askere artık mübah değil

Yontulmuş kayalara takılmak

Yola düşene rücu zul geliyor değil mi Azize?

Öyleyse ufala kalabalığı ellerinde

Bas ve geç yalın ayak

İşte parıldıyor hakikat

Çocukların mesti-aver güzelliği

Kaldırıp yere çalıyor gözlerindeki perdeyi

Kurudu kibrin ve terk ediyor seni insanlığa nefret

Diriliyor susuz dudakların

Yetimler unutuyor kaybettikleri ne varsa

Haydi Azize, çevir yüzünü

Dostların geliyor bak

Ellerinde merhem, dillerinde tütsü

Ve bir yer sofrası nostaljik

Bir sarılış, bir gülüş

İşte hepsi bu!

Kapanmakta yaralar

O gözleri dolan, bir sevdadır

Mektubunu bekler her gece

Memleket ve cümle mahlukat

Haydi, gören gelsin!

Duyanlar tekrar etsin!

Azize’nin sofrası geniş

Yetimlerin başı bekliyor okşanmayı

Bir aşk doğuyor nefesinde

Arkadaşlık ve benlik kavrıyor anlamını

Kavga ise henüz bitmedi

Şimdi başlıyor asıl

Bak, zalimler körebe oynuyor dört bucakta

Fakat gözleri bağlı halkının

Yetişemiyor kimse evine

Her sabah başlarına inen

Gökyüzü değil,

Zalim bir tokmak

Açlık, kan ve aşağılanma yedi kıta

Artık yasak yiten bir nefese ağıt

Bak, daha kuvvetlisi doğuyor

Neşen tüfeğindir elinde

Misk kokan barut

Doğrulan tüfek

Gülümsüyor

İşte şimdi buldu evini Azize

YAZAR

İlter Çağrı Özcan

EDİTÖR

Zeynep Gökçe Azman

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir