NE YAPMALI II:

TARİHSEL BLOK ve TARİHSEL GÖREVLERİ

“Ne Yapmalı” yazı dizimizin birinci kısmında sorunun tarihsel içeriği ve önemi üzerinde durup, soruya cevap arayarak çözüm arayışı içerisinde olması gereken millî demokratik bileşenleri Tarihsel Blok kavramıyla açıklamaya çalışmıştık. İlk yazımızda belirttiğimiz gibi yazı dizimizin ikinci kısmında ise tanımladığımız bu “Tarihsel Blok”un önünde duran tarihsel görevleri açıklamaya, yazının ve yazarın sınırlılıkları içerisinde nelerin yapılabileceğine dair ortaya koyduğumuz sorunun cevap arayışını sürdürmeye çalışacağız.

Ayrıca Bkz.:

Ne Yapmalı I: Tarihsel Blok ve Tarihsel Görevleri

Yeni Rejimin “Yerli ve Millî” İdeolojisi: Saray Milliyetçiliği

Soruya cevap ararken yine ana tematiğimiz “rejim ve düzen” ekseninde gelişecektir. Bunun başlıca bazı sebepleri var… İlk olarak iktidar ve ortakları eliyle 2008’den itibaren de facto olarak başlayan rejimi dönüştürme ve değiştirme politikaları 2017’de nihayete erdirilmiş ve Türkiye’de tek adamlılığa dayanan ve bizim “saray rejimi” olarak tarif ettiğimiz, cumhuriyetin temel değerlerinden büyük ölçüde yalıtılmış bir “şahsımın devletinin” inşa süreci tamamlanmıştır. Bu olgu artık önümüze çıkan sorunları salt AKP hükûmetinin veya Cumhur İttifakı’nın yanlış politikaları olarak değerlendirmemizi engellemektedir. Türkiye’de bir rejim değişikliği yaşanmıştır ve şahısların tek adamlılığına dayanan bu rejim devam ettiği sürece iktidar değişiklikleri yaşansa dahi benzer sorunlar, aktörler değişmekle birlikte yaşanmaya devam edecektir. Bundan dolayı artık yönetebilme kabiliyetini de her geçen gün kaybeden Cumhur İttifakı’nın iktidardan düşmesi, saray rejiminin sonlandırılması için önemli bir adım olmakla birlikte memleketin önünde duran sorunlara nihai bir çözüm olma niteliğinden uzaktır. Bu noktada yazı dizimizde sıkça vurguladığımız Jön Türk hareketinin olumlu tarihsel geleneklerinden faydalandığımız gibi kimi tarihsel dönemlerde yaptıkları yanlış saptamalardan gerekli tarihsel dersleri de çıkarmamız gerekmektedir. Sultan Hamid’i tahttan indirmek geçtiğimiz yüzyılın başında da tek başına bir çözüm olmaktan oldukça uzaktı ki bunu görememek, gerek İTC mensupları gerekse de Türk milleti için acı sonuçlara yol açtı. Bugün “rejim” tematiği altında açmaya çalıştığımız da bu gerçekliği tarihsel bağlamıyla birlikte görüp değerlendirmeyi mümkün hâle getirebilmektir. Dolayısıyla karşımızda duran temel sorun iktidar tarafından uygulanan tekil yanlış politikalar olmanın çok ötesinde bir “rejim sorunu”nu nitelemektedir.

Bir diğer tematiğimiz ise Türkiye’yi uzun yıllardır dışa bağımlı bir ekonomik düzenin işleyişiyle çevre ülkesi olmaya mahkûm eden ve bunun toplumsal yapımızdaki yansımalarını üreticilerin günlük emek ve bölüşüm sorunlarında görebildiğimiz, aşiret ve feodal yapıların sürekliliğini sağlayan “düzen” sorunudur. Bugün yaşanan küresel salgın döneminde dahi 9 yaşındaki çocukları çalışmak zorunda bırakan, yine aynı güvencesiz çalışma koşullarında aylarca işçileri maaşsız bırakıp haklarını aramalarını engelleyen veya 21. yüzyıl Türkiye’sinde devlet görevlilerini, kız çocuklarının küçük yaşlarda evlendirilmesini “önlemek” için aşiret reisleriyle protokole oturtan, sözleşme imzalatan sorunlar Türkiye’deki altyapı meselesinde; “düzen” sorununda yatmaktadır. Bu noktada “Ne Yapmalı” sorusuna cevap arayan siyasi aktörlerin belirtmeye çalıştığımız bu temel iki olgu çerçevesinde çözüm arayışları içerisinde olması zannımca en temel iki çizgiyi tanımlamaktadır.

Memleketin makro durum tahlilini yapma noktasında önem verdiğim iki temel tematiği vurguladıktan sonra, mikro ölçekte yayın faaliyetlerinde bulunan ülke gençliğine hitap eden ve yukarıda vurguladığımız tablonun farkında olan millî demokratik bileşenler neler yapabilir ve nasıl yapmalı sorularını açmaya başlayabiliriz.

Öncelikli olarak vurgulamak gerekir ki, kültürel alanda gerek saray rejiminin pompalamaya çalıştığı saray milliyetçiliği tahrifine karşı gerekse özellikle 1980 sonrası Türkiye’de düşün hayatımızda tek gerçeklik olarak sunulmaya çalışılan post-modern öğretilerle bezenmiş sol – liberal, etnikçi, çok kültürcülük fetişizmine varan dalgaya karşı verilecek fikir mücadelesi, en az siyasal alandaki aktörlerin vereceği mücadele kadar önem arz etmektedir. Bu mücadelenin birden fazla mevzisi vardır. Çevre sorunlarından, yukarıda vurguladığımız altyapısal – iktisadi meselelere, etnikçi-bölücü unsurların tekelinde amacından saptırılan feminizm mücadelesinden, saray milliyetçiliği, Amerikan soslu sol sarı saçlım mavi gözlüm kalıplarına sıkıştırılmış, “donuklaştırılmış ılımlı Atatürkçülük” gibi ideolojik hâkim paradigmalara karşı verilecek düşünce mücadelelerine varıncaya kadar geniş bir yelpaze mevcuttur.

Birikim dergisinin 2020 Aralık sayısında yayınlanan bir makalenin başlığında yer alan “Türkçe şiir” söyleminden “Türkçe edebiyat”[1] veya Cogito dergisinin geçtiğimiz sayılarında kapağına taşıdığı “Türkiyeli Kadın Felsefeciler[2]” gibi ideolojik kılıflı söylemlerin akademik – sivil alanda nasıl yaygınlaştırılmaya çalışıldığı ortadadır. Burada sorunsallaştırdığımız şey tam olarak bu söylemlerin arkasında yatan ideolojik angajmanlardır. Sürekli soyut mağduriyet hâllerinin genelleştirilmesiyle meşru hâle getirilmeye çalışılan bu kavramlar, karşısında konumlandığımız kesimlerin yayınevleri, dergileri, gazeteleri, televizyon kanalları ve genel olarak medyatik gücü ellerinde bulundurmaları hasebiyle toplumun gerçek kavram setleri veya tercihleriymiş gibi pazarlanmaya çalışılmaktadır.

İlk yazımızda açtığımız Tarihsel Blok’un içerisinde bu hâkim paradigmalara karşı fikir mücadelesi verecek, karşı – hegemonya üretecek yetkinlikte genç yazarlar, araştırmacılar, öncü liderler yer almaktadır. Bu millî demokratik bileşenlerin ortaya koyacağı akademik veya akademik dışı çalışmalar, bu çalışmaları yayımlayacak basılı ve dijital platformların tanınırlığının arttırılması, güçlendirilmesi, desteklenmesi noktasında bir dayanışma ve ortaklaşma örneği ortaya koymak oldukça önemlidir. Zira ilk yazımızda “Ne Yapmalı” sorusunun muhtevasını incelerken de değindiğim üzere soru kendi içerisinde bir başka soruyu barındırmaktadır: “Ne yapmalı” sorusunun sorulması başlı başına bir şeylerin yapılmadığını veya eksik yapıldığını açığa çıkarmaktadır. Nelerin eksik yapıldığının veya yapılmadığının saptanması için “Ne yapmalı” sorusunun sorulması yapıcı cevaplar verebilmek için önemli bir başlangıç noktası sunmaktadır. Bu noktada Tarihsel Blok’un içerisinde yer alan bileşenlerin yazı boyunca ortaya koymaya çalıştığımız saptamaları ve kendi aralarındaki paydaşlıkları fark etmeleri, kendi kabuklarından çıkıp ortak iletişim kanalları oluşturarak dayanışma göstermeleri günümüze kadar oldukça eksik ve cılız kalmıştır. Hâlbuki yayınevlerinden, dijital veya basılı dergicilik faaliyetlerine kadar benzer ideal ve amaçlarla türlü maddi – manevi zorluklara göğüs gererek faaliyet yürüten birçok arkadaşımın olduğunu sevinçle görüyorum. Yakın dönem Türkiye tarihini kendi edebiyatımız, araştırmalarımız, incelemelerimiz ve derlemelerimizle yeniden yazmamız, bir asır önce olduğu gibi Tarihsel Blok’un kültürel ve siyasal alanda güç birliğini kurmamız mümkün. Bunun sağlanması noktasında ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’un “Leyleğin Geciken Adımı” (1991) filminin ilk dakikalarında baş karaktere sordurduğu soruyu anımsamakta fayda var:

Kolektif bir rüyanın gerçeğe dönüşmesi için kullanmamız gereken anahtar kelimeler nelerdir?

Bugün Tarihsel Blok olarak tanımladığım millî demokratik bileşenlerin, bizlerin de kolektif bir rüyası var. Bu rüyayı gerçeğe dönüştürmek için paydaşlıklarımız noktasından hareket etmek, ortak kavram setleri ve bu yazı dizisi boyunca vurguladığım durum tespitlerini hareket noktası olarak almak başlangıç noktası için paylaştığım bir öneri olarak okuyuculara sunulmaktadır. Yazı dizimizin en başında belirttiğimiz üzere önemli olan sorunun kendisidir ve bu sorunun tek bir cevabı da yoktur. Aciliyet arz eden bu sorunun daha fazla ötelenmemesi, tartışılması ve Tarihsel Blok’un önünde duran tarihsel görevleri yerine getirebilme noktasında inisiyatif kazanması gerekmektedir. Benim, bunun sağlanacağına dair inancım tamdır. Bu yazı, aynı inancı paylaştığım, bireysel olarak tanışmasak dahi memleketimde aynı havayı soluduğumuzu, aynı yolda yürüdüğümüzü bildiğim dostlarımın ilgisine sunulmuştur.

Birlikte inşa edeceğimiz yarının aydınlık günlerine olan sarsılmaz inançla…

Kaynakça 

[1] Deniz Gündoğan İbrişim, Yakın dönem Türkçe şiirde yeni açılımlar: Queer ekopoetika ve ihtimam pratikleri, Birikim Dergisi: (380), 2020,

[2] Türkiyeli Kadın Felsefeciler, Cogito Dergisi: (92), YKY, 2018

YAZAR

Kaan Eroğuz

EDİTÖR

Ekrem Müftüoğlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir