Yeni Rejimin “Yerli ve Millî” İdeolojisi:

Saray Milliyetçiliği

Devir sizin diye Ârif ne yapsın?
Korkuyu put edip puta mı tapsın?
İnceldiği yerden koparsa kopsun,
Korkum yok… Korkum yok… Korkum yok sizden.

Ozan Arif

Dilin yapısı ve toplumsal işlevi konusunda on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında Ferdinand de Saussure ile başlayan dilbilim çalışmaları yirminci yüzyılın ortalarında Claude Levi Strauss’un literatüre önemli katkılarıyla devam etmiş ve yapısalcı ekolün serpilip gelişmesini sağlamıştır. İnsanlığın evrensel gerçeklerini bulup ortaya çıkarma amacıyla dili bir yapı olarak ele alan Saussure’ün yapısalcı görüşüne göre dil; mevcut nesneleri, kavramları sonradan etiketleyerek bir çeşit katalog oluşturmamaktadır. Çünkü ona göre dil, kavramlardan önce de vardır. Dış dünya, kesintisiz bölünmemiş büyük bir yığın, bir bütündür ve dil bu yığını anlaşılır kılmak için bölmektedir. İnsanlar dünyayı daha kavranabilir, daha anlaşılabilir kılmak için bütünü birimlere ayrıştırmaktadır. Bu savların vardığı sonuç itibarıyla her dil dış dünyayı aynı şekilde bölmemektedir. Türkçede bir sözcüğün ifade ettiği iki veya daha çok anlam farklı bir dilde iki ayrı sözcükle ifade edilebilmekte ve toplumun o sözcüğe yüklediği anlam, farklılıklar gösterebilmektedir.

Türk dilinde “saray” sözcüğü özellikle politik bir işlevi ve mekânı tanımlaması itibarıyla yakın diyebileceğimiz bir dönemde popülerleşmeye başladıysa da onun millî hafızamızdaki ilk nüvelerini Türk tarihinin oldukça eski dönemlerinde bulabilmek mümkündür. Kırk atlısıyla Çin sarayını basan Kürşad ve arkadaşlarının Göktürk Devleti’nin yeniden bağımsızlığını tesis edebilmek için Çin sarayına ve ordusuna karşı giriştikleri ihtilal hareketi, saraya dair millî hafızamızdaki canlı anılardan birini oluşturmaktadır. Ancak sarayın bir politik mekân ve anlayış olarak Türk literatürüne girdiği esas dönem 1876 yılında tahta çıkan, kendinden önceki padişahların aksine Dolmabahçe Sarayı yerine Yıldız Sarayı’na taşınan ve 30 yıllık istibdat yönetimini bu saraydan idare eden II. Abdülhamid dönemidir. Padişahın saraydan çok nadir ayrılması ve devlet bürokrasisini (hafiye teşkilatı, jurnalcileri ve sarayın bodrum katındaki işkence haneleriyle) saraya toplamasıyla istibdat idaresi bu politik mekânla bütünleşen, söylemsel olarak birbirini ikame eden bir kullanım ortaya koymaya başlamıştır. Bunu, dönemin gazete ve mecmualarının yanı sıra o dönemi anlatan roman, şiir gibi edebi eserlerde de görebilmek mümkündür. Örneğin Türk edebiyatının önemli yazarlarından Halit Ziya Uşaklıgil’in, “Mai ve Siyah” romanında ve Yıldız Sarayı’nda başkâtip olarak çalıştığı dönemdeki anılarını topladığı “Saray ve Ötesi” kitaplarında görebilmek mümkündür. Saray, edebiyatımıza da yansıdığı hâliyle Türk toplumunda salt bir mimari motifi yansıtmanın ötesinde politik bir işleve; istibdadı, kayırmacılığı, yozlaşmayı ve çöküşü simgeleyen bir anlam içeriğine sahiptir. Nur Özmel Akın, Halit Ziya Uşaklıgil’in Saray ve Ötesi kitabının sunuş yazısında bunu şu şekilde ifade etmektedir:

“Saray, Jön Türk kuşağı açısından Yıldız ve Sultan Hamit istibdadı anlamına gelmektedir. Çağrışımları genelde olumsuzdur… Saray, yetenek yerine sadakatin değer olarak kabul edildiği kapalı bir sistemi çağrıştırmaktadır. Saray, devlet değil hanedan demektir.” [1]

On dokuzuncu yüzyılın sonlarında ve yirminci yüzyılın başlarında inançlı, vatansever ve dönemine göre iyi eğitim almış, donanımlı kadrolarıyla yükselen modern Türk milliyetçiliği hareketi, Türk milletini baskı ve esaret altında tutan, aydınlarını süren ve öldüren, yayınlarını yasaklayan bu saray rejimine karşı verilen mücadelenin bir neticesi olarak varlığını ortaya koyabilmiştir. Saray rejiminin istibdadına karşı geçtiğimiz yüzyılın başında hürriyet ve vatan mücadelesi veren Ziya Gökalpler, Yusuf Akçuralar, İsmail Gaspıralılar, İttihatçı Jön Türkler sayesinde Türk milliyetçiliği 1908 Devrimi’ni gerçekleştirebilmiş ve Türk toplumuna millî bilinci aşılayabilmiştir. Bu bakımdan Osmanlı-Türk tarihinde demokratikleşme ve bağımsızlığımızı kazanma mücadelelerine baktığımızda Türk milliyetçileri her zaman sarayın karşısında, millî mevzinin ise en önünde durmuşlardır. 1876 yılından başlayarak egemenliğin “saraydan alınıp millete verilme mücadelesi”, 1923 yılında cumhuriyetle taçlanmış, bu mücadele çizgisinin devamlılığını ve zaferini sağlama noktasında başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Türk milliyetçileri yine gerekli özveriyi göstermiştir. 

Günümüze geldiğimizde ise mevcut iktidarın 2008 yılında başlattığı kumpas davalarıyla cumhuriyetçi-kemalist kadroları tasfiye ettiği, 2010 anayasa değişikliğiyle adım adım “şahsımın devleti”ni fiilî olarak kurmaya başladığı, özellikle Türk siyasal hayatında ciddi bir kırılma anı olarak yer alacak 2017 referandumuyla yazımızın başlığında belirttiğimiz “yeni rejimin-saray rejiminin” inşa sürecini yasal olarak da tamamladığı ve böylelikle retorik şekilde “saray” motifini tekrar görünür kıldığını (üstelik bunu Atatürk Orman Çiftliği gibi kasti seçili bir arazide inşa etmesi önemli) görebilmek mümkündür. Böylelikle yüz seneyi aşkın bir serüveni olan egemenliğin saraydan alınıp millete verilme mücadelesinin bir geriye dönüşü olarak egemenliğin tekrar sarayda toplandığını, kamu idaresinin tek bir merkezden ve tek bir kişiden yönlendirildiği bir yönetim anlayışının memlekette hâkim kılındığını söyleyebiliriz. [2]

Bu süreçte oluşturulan rejimin karar merciinde tek bir şahıs bulunmasına rağmen rejimin devamlılığını sağlama noktasında müttefiklere ihtiyaç duyduğu, buna karşılık olarak da sarayın bal kaymağını bölüştüğü bir “saray avanesi takımı”nın oluşturulduğunu görebiliyoruz. Saray avanesi takımına mensup partililerin çocukları, akrabaları, hısımları kamu-özel iş kadrolarında kayrılmakta, kamu idaresinin kaynaklarından istifade edebilmektedirler. Her gün “vatan, millet, Sakarya” soslu sloganvari “asarım keserimci” bir siyasetin temsilcisi olan bu saray avanesi takımı, kendi kadrolarını kamu idarelerinde koruduğu, hukuku kendi menfaatlerine uygun yönlendirebildiği, mafya babalarını, uyuşturucu kaçakçılarını “iş adamı”, tescilli Fetöcü kalemşorleri ise “masum” gösterebildiği ölçüde vatan – millet edebiyatına daha sıkı sarılmaktadır. Kadına yönelik şiddet ve tecavüzler artarak devam ederken meclise gelen önergeleri reddetmekte, İzmir’de deprem olmuşken sarayın bir günlük harcamasını dahi yardım bütçesine ayıramamakta, hakkını arayan maden işçilerini yerlerde sürükleyip coplamakta, kendisine biat etmeyen binlerce üniversite mezunu genci işsizliğe ve açlığa terk etmektedir. Saray milliyetçiliği nedir? Dün FETÖ ile birlikte cumhuriyetin altını oyanların, milliyetçiliği ayaklar altına alanların bugün can havliyle sarıldığı, içi boş, mafya ağızlı bir böğürtüden ibaret olan “milliyetçilikleri”dir. Milletin değil “şahıslarının milliyetçilikleridir. Kabileciliktir. Partili gençlerini kitap fuarlarına saldırıya yollayan, sokak ortalarında gazetecileri dövdüren ve bunun “vatanseverlik” olduğunu pazarlayan bir anlayışın ideolojisidir. Saray milliyetçiliği, Türk milliyetçiliğinin tarihsel ve düşünsel köklerinden keskin bir kopuşun ve ona karşı gelişen bir anlayışın tezahürüdür. 

Yüz sene önce saraya karşı milletin hürriyet ve bağımsızlık mücadelesi üzerinden yükselen Türk milliyetçiliğinin devamcısı olduğu iddiasında olan hiçbir kişi veya grubun, milletin en temel haklarını gasbeden, kamu idaresinde liyakatı yok sayan ve devleti mafyalaştıran saray milliyetçiliğinin tarafı olmasına imkân yoktur. 

Türk milliyetçisi, milletinin maruz kaldığı haksızlıkları saray, padişah, bey, paşa demeden haykıran, okuyan, araştıran ve milletini çağdaş uygarlığa ulaştırma yolunda kendini adayanların sıfatı olabilir. Bu sıfatı hakkıyla taşıyan, taşımaya çalışan, eğilip bükülmeden, saraya ve avanesine biat etmeden onurunu koruyan milyonlarız, bugün kırk atlıdan fazlayız. Türk milliyetçiliğini saray milliyetçiliklerinin paravanı hâline getirenlerin satılmış kalemlerine karşı yazmaya, çalışmaya devam edeceğiz.

YAZAR

Kaan Eroğuz

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

Kaynakça

[1] Halid Ziya Uşaklıgil, Saray ve Ötesi, İstanbul, Özgür Yayınları, 2003, s.15

[2] Saray rejiminin nasıl inşa edildiğine dair detaylı bir okuma için bkz.: Deniz Yıldırım, Saray Rejimi, İstanbul, Tekin Yayınevi, 2017