Milliyetçilik Teorileri – Modernist Milliyetçilik Kuramına Eleştirel Bakış

Tarihin; şaşıran, ürken, sapıtan milletleri bağışlamadığını, insanlığın tarihinde esen büyük kasırgaların her geçen gün artan yenileriyle devam ettiğini ve sadece “eskisi kadar sağlam” olmanın kasırgaları atlatmakta yeterli olmadığını biliyoruz. Çok güçlü, çok sağlam, çok sert olmanın yanında, tinsel olarak da çok yürekli ve şuurlu olmak gerektiğini biliyor ve bunun da milletler için yegâne şartının milliyetçilik ülküsüne sarılmaktan geçtiğine inanıyoruz.

Peki ya hangi milliyetçilik?

En temel yaklaşım olarak ilkçiliği (primordializm) reddedip modernistleri yetersiz bularak bir sentez yolunu seçen, etnik geçmişe (ve kültüre) aşırı vurgularından dolayı etno-sembolcüler olarak adlandırılan Etno-Sembolist Milliyetçilik mi?

Milletlerin evvelden beri süregeldiğini ve milletleri, insanlığın aslî bir unsuru olarak gören ilkçi yaklaşımla anılan, bir diğer ismi Primordializm olan İlkçi Milliyetçilik mi?

Milliyetçiliğin, moderniteyle birlikte çıktığını, milliyetçi düşüncenin çıkışının 18.yy’dan erken olamayacağını savunan Modernist Milliyetçilik mi?

İlerleyen sayfalarda bu konuya detaylıca değinmek üzere şimdilik noktalayalım zira önümüzde tam olarak çözüme kavuşmamış bir sorun var: Millet!

Millet kelimesinin tanımı üzerinde noksansız bir anlaşmaya varılmış değildir. Bazı millet (ve/veya milliyet) tanımlarında “dil”, bazılarında “toprak”, bazılarında ise “aynı yönetim altında toplanma arzusu iradesi” yani “politik örgütlenme” (ki ulus-devletin şartlarından birisi de budur), bazılarında ise soy (ırk) en temel, en belirleyici kıstas olmaktadır. Bu zorluk, kavramın kendisinden ileri gelmektedir.[1] Paul Henry’nin de belirtmiş olduğu gibi, “millet” sözcüğüne nazaran daha yapmacık bir gerçeklik ifade eden “milliyet”, en zor tarif edilen kavramlardandır ve (modern anlamıyla) oldukça da yenidir, Fransız akademisinin sözlüğüne ancak 1835’de girebilmiştir.[2]

Fransızların, kendi sözlüklerine ancak 1835’te girebilen bir sözcük üzerine bu denli fikir üretmeleri boşboğazlıktan başka bir şey olmasa gerek.

John Stuart Mill  “Aynı yönetim altında bulunma arzusu ile iş birliğini yöneten, müşterek alâkalarla birleşen bir parçanın bir ‘milliyet’ oluşturduğu söylenebilir.” demiştir.

Hobsbawm, bugün “millet” olarak kavranan birimin belirleyici kriterlerinden birisini, “belirli bir teritoryal politik örgütlenmeyi” yani belirli bir arazi üzerinde politik bir hükümranlık tesis edecek bir yapılanmayı öngören düşünürlerden birisidir.[3] Millet tarifinde, Alman ırkçılığına duymuş olduğu şiddetli reddiyenin tesiriyle olsa gerek, soyu belirleyici bir şart olarak görmemiş; milletin gerçekte birçok kuvvetin etkisiyle teşekkül ettiğini belirtmiştir. Bunların en önemlilerinden saydığı “dili” en belirleyici unsur olarak ortaya atan ve milleti bir “konuşma cemaati” olarak nitelendiren L. von Mises gibi Hans Freyer de milleti toplumsal sıkıntılar karşısında “biz” şuuru ile hareket eden “daimî bir cemaat” olarak nitelendirip “dili” millet tanımında önemsizleştiren Renan’a muhalefeten, cemaat yapısının ana elemanını “dil” olarak tayin etmekte, milleti bir “dil cemaati” olarak tanımlamaktadır.[4]

Max Weber ise “millet” tanımını şu şekilde yapar: Millet, kendini bağımsız bir devlet biçiminde ifade edebilen bir duygu birliğidir. O halde millet; normal olarak kendi devletini de yaratma eğilimi taşıyan bir topluluktur.

Kısaca, bir millet için yapılan tanımlama bir başkası için tam olarak uymamaktadır. Bu da ekseriyetle; belirli bir milleti, millet kavramı çerçevesine dahil, diğerlerini ise ihraç etme gayretinden ileri gelmektedir.

[1] Durmuş Hocaoğlu

[2] Paul Henry., Milliyetler Meselesi., s.9

[3] E. J. Hobsbawm., 1780’den Günümüze Milletler ve Milliyetçilik., s.65

[4] Hans Freyer, Sosyolojiye Giriş, s.106-107

YAZAR

Furkan Fidan

EDİTÖR

Ekrem Müftüoğlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir