Devleti Niçin Doğurmalıyız?

Ben en hakîr bir insanı kardeş sayan bir rûhum; 
Bende esîr yaratmayan bir Tanrı’ya îman var; 
Paçavralar altındaki yoksul beni yaralar;

Mazlumların intikamı olmak için doğmuşum.
Volkan söner, lâkin benim alevlerim eksilmez; 
Bora geçer, lâkin benim köpüklerim kesilmez.

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir,
Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk;
Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk!..

Mehmet Emin Yurdakul

İmkânsızlıklar içerisinde destanlar yazan milletin, imkânlar deryasında bir kaşık suda devlet tarafından boğulmaya mahkûm bırakılan gençleriyiz. Oysa birçoğumuzun sinesi ay yıldızlı bayrağı görünce titrer, gölgesini dahi kendimize yurt biliriz. İstiklal Marşı’nı okurken geçmişi yâd eder, geleceğe yönelik ideallerimizi tazeleriz. Biz bu vatana olan bağımızı, bağlılığımızı kişiler üzerinden değil bu topraklardaki haklarımız üzerinden sağlamlaştıran bir yığın genciz. Türk gençliği olarak mızmızlanmıyor, uğul uğul konuşmuyor, aksine gür sesle haykırıyoruz: Devlet öldü!

Bir önceki yazıda “Devleti Niçin Öldürmeliyiz?” diye sormuş kendi cevaplarımın bir kısmını vermiştim fakat devletin zaten öldüğünü herkes gibi ben de içten içe biliyor, bu durum karşısında sadece üzülmüyor; bu halkın devletin katilinin kim olduğunu, kimler olduğunu bilmesini istiyordum.

Türkler için tarih boyunca “devlet” anlayışı kutsal olmakla beraber “devlet” hiçbir zaman baki kalmamış, yozlaştığı ve gücünü kötüye kullandığı vakit, içerisinden bir avuç cesur ile yenisini kurmak için mücadeleler verilmiş bir olgu olarak çıkmıştır karşımıza. Devlet; zaman içerisinde adı değişen, sınırları değişen, yönetim biçimi değişen ama özünde Türk olan, mazisini atiye taşırken git gide güçlenen bir yapı olmuştur. Fakat bu durum ne yazık ki siyasal İslamcıların devletin her kademesine sızmaya başladığı vakit yavaş yavaş son bulmuş ve en nihayetinde devlet ölmüştür.

Tam da bu noktada aynı millî hassasiyeti taşıdığımız insanlarla bir fikir ayrılığı yaşıyoruz. Devlet mi, hükûmet mi ölen yahut öldürülen? TDK’ye göre hükûmet “devlet yönetimi” anlamına gelmekle beraber bu yönetim bizim ülkemizde iktidar partisi tarafından yirmi yıla yakındır yapıldığı için devlet-hükûmet ayrımı, yaşanan onca olaydan sonra yavaş yavaş kalkmış ve en son 2017 yılında yapılan referandumla beraber bu ayrım –zannımca- kalmamıştır. Her fırsatta “şahsımın” iki dudağı arasından çıkacak kelimelerle kaderi yeniden yazılan bizlere, mevcut sistemi hükûmet değil de devlet olarak nitelendirdiğimiz için sitem etmek masumane bir yorum olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun yıllardır tutsak… Bizler bu tutsaklığa Ergenekon-Balyoz gibi kumpas davalarda hayatını kaybedenlerden aşinayız. Değil miydi onlar da gözümüzün önünde itibarsızlaştırılan, özgürlükleri ellerinden alınıp haklarında verilecek kararı dört duvar arasında bekleyen? O günün başbakanı nasıl da sahip çıkıyordu davalara… “Ben bu davanın savcısıyım!” diyor, davanın savcısına kendi aracını tahsis ediyordu gururla! Yine aynı savcıyı bu kez 17-25 Aralık operasyonlarında hain ilan eden yine kendisi değil miydi? Devletin ordusu, mensupları itibarsızlaştırılırken, yakınları Silivri’de kamp kurarken sahi devlet neredeydi?

Habur’da PKK’lılar sınırda binlerce kişi tarafından karşılanıp çadır mahkemede yargılanırken sırf tahrik olmasınlar diye Türk bayrağı ve Atatürk resmi hâkimin talimatıyla indirilirken sahi devlet neredeydi?

Çözüm süreci adı altında elebaşı Abdullah Öcalan’ın mektupları okunurken, PKK’nın siyasi uzantısı olan HDP ile Dolmabahçe mutabakatı açıklanırken sahi devlet neredeydi?

Bizlerin soğukta dahi okumaktan onur duyduğu “Andımız” sırf bölücüler incinmesin diye kaldırılırken, dönemin başbakanı bu kararı “Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde çocukların içtimaya dizildiği, ırkçı sloganlar okunan metinler göremezsiniz. Bal bal demekle ağız tatlanmaz. Balı yersen ağız tatlanır, Türküm demekle Türk olunmaz.” şeklinde açıklama yaparak desteklerken sahi devlet neredeydi?

Devletin kurucularına kürsülerden ayyaş denilirken, ekranlarda Mustafa Kemal Atatürk’ün kıymetli annesine dahi dil uzatılırken sahi devlet neredeydi?

2015 genel seçimlerinde “şahsımın” “Şimdi ne diyoruz, 7 Haziran’da bir seçim var mı? Bu seçimde Türkiye’yi, yeni Türkiye hedeflerini, yeni anayasasına, başkanlık sistemine, çözüm sürecini güçlendirerek kavuşturmak için hazır mıyız? Kardeşlerim, 400 milletvekilini verin ve bu iş huzur içinde çözülsün.” demesinin üzerine sandıktan koalisyon çıktığı vakit bir sonraki seçim tarihi olan 1 Kasım’a kadar ki süreçte IŞİD ülkede bombalı eylemler yaparken, PKK dağda Mehmetçik’i şehit ederken sahi devlet neredeydi?

Bu ülkenin yoksul gençleri cemaatin kucağına bırakılırken, onların dershaneleri parlatılsın diye devlet okullarının eğitimine önem verilmezken; yine aynı cemaat, çıkarları ters düştüğünde namlusunu Türk milletine çevirirken sahi devlet neredeydi?

Cebinde birkaç TL ile hayatına son veren atanamayan öğretmenler varken; buna rağmen köprülere geçiş garantili, hastanelere hasta garantili anlaşmalar yapılırken sahi devlet neredeydi?

“Her ile bir üniversite” diye yola çıkıp milyonlarca üniversite mezunu işsiz genç ordusu oluşturulurken, Kartal Anadolu İmam Hatip mezunları devletin bakanına “selam ve dua ile” mail atıp istediği torpili elde ederken sahi devlet neredeydi?

Devlet öldü.

Her fırsatta kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak için her türlü gafletin merkezinde yer alıp her türlü ihanete imza atan iktidar, tüm bu olanlara rağmen sandıktan iktidar olarak çıktığında bu devlet öldü.

Devlet öldü.

Cumhuriyetin istikbali, bir lise mezununun inisiyatifine bırakılıp mutlak kurtarıcı muamelesi gördüğünde devlet öldü.

Devlet öldü.

Bu vatanın gençleri, parti teşkilatlarının gençleri kadar değer görmeyip, ümitsizliğe sürüklenip, bu ülkeye dair inançları kırıldığında devlet öldü.

Devlet öldü.

Üretime önem vermesi zaruri olan devletin her yurt dışı seyahatinde bir parçası Katarlılara satılırken devlet öldü.

Bizi artık duyun, sitemlerimize, öfkemize kulak kabartın. Devleti öldüren biz değiliz fakat devleti doğuracak olan bizleriz. Evet, bu bir doğum olacak. Doğması zaman alacak, nasıl olacağını, neye benzeyeceğini idealize edeceğimiz bir süreç yaşayacağız ve en nihayetinde doğduğunda onu yetiştiren bizler olacağız. Belki kötü bir evlat olacak, belki örnek gösterilecek… Bunu belirleyenler fert fert bizler olacağız.

Devlet bizim babamız değil, çocuğumuz olabilir ancak. Devleti idealize ettiğimiz hâle bu düşünce ile getirebiliriz. Geleceğini planladığımız, gözümüzden sakındığımız, her türlü tehlikeye karşı koruyup kolladığımız ve yaptıklarından sorumlu olduğumuz ebeveynleri olacağız bu çocuğun. Onu biz doğuracak, biz büyütecek ve bizler yetiştireceğiz. Şimdi ise çocuğumuz bizden alınmış, yıllardır özünden kopartılmış, ona bizim babamız olduğu söylenmiş, onu yönetenler yokluğu ile bizleri korkutmuş ve koltuklarını sağlamlaştırmış. O artık bizim değil, bize ait değil. Onun ölümü zihinlerde gerçekleşecek ve bizler, kendisini bizim babamız sanan devletin ölü olduğunu kabul edecek, dikkatimizi doğacak olan devlete vereceğiz. Bizler onun için değil o bizim için var olacak. Onu kutsal yapan varlığı değil, bizim eserimiz olması olacak.

Ne bu ülkeden ne de bu milletten vazgeçmeye niyetimiz yok. Bizim olanı bizden olmayana bırakma gafletinde bulunmayacağız. Bizim savaşımız cephelerde değil fakat çetin bir savaş içerisinde olduğumuzun bilincindeyiz. Düşman farklı milletten değil, bizzat içimizden. Bizler bu savaşı kazanıp devleti doğurduğumuzda “Türk” olmanın tanımını da yeniden yapacak ve Türk olmanın şerefini, birkaç bin dolara ve bir ev tapusuna bizden olmayana verilmesine göz yuman milliyetçi gömleği giymiş hainlerden kurtaracağız.

Belki engeller koyacaklar yolumuza, o engelleri aşacağız. Susturmak isteyecekler, elimizi kolumuzu bağlayacaklar, bizler haykıracağız. Ağzımızı kapatsalar gözlerimiz ile anlatacağız. Belki kalem tutan ellerimizi kesecekler; biz, yazmanın bir yolunu yine de bulacağız. Uyutulmuş zihinler uyansın diye ne gerekiyorsa yapacağız. Saraylarında rüya gibi hayatlar yaşarlarken onların kâbusları olacağız. Bu ülkede iktidarı da muhalefeti de korkudan titreten siyasetçiler değil biz öfkeli Türk gençleri olacağız. Bu devlet yeniden doğacak ve o gün geldiğinde konuşan, karar alan sadece bizler olacağız.

Bizler her fırsatta Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ne denli büyük bir şahsiyet olduğunu gençliğe hitabesini her okuduğumuzda anlıyor ve onun ışığında mücadele edecek gücü onun da söylediği üzere damarlarımızdaki kanda buluyoruz.

“Ey Türk gençliği!

Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.

Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden, mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî, bedhahların olacaktır.

Bir gün, istiklâl ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin!

Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler.

Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.

Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler.

Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr-u-zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.

Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve cumhuriyetini kurtarmaktır!

Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asîl kanda, mevcuttur!”

Mustafa Kemal Atatürk

20 Ekim 1927

Gelecek bizim.

Belki bugün değil ama yarınlar bizim.

Devleti doğuracak, onu büyütüp eğitecek olan dostlara selam olsun!

Esen kalın.

YAZAR

Sinem Saka

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir