“Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”

                                                                                                                            M. Kemal ATATÜRK

Doğduğumuz topraklar, geçmişten bugüne süregelen kültür aktarımı, toplumumuzun gerek ideolojik farklılıkları gerek sosyolojik bölünmüşlükleri birçok alana etki ettiği gibi kadın hakları alanına da etki etmiş durumda. Bu öyle bir etki ki tek tip bir anlayıştan söz etmek mümkün değil. Feminist mücadelenin en etkili yanı ve ne yazık ki en çetin yanılgısı da tam olarak burada başlıyor. Nasıl ki aynı evi paylaşan aile fertleri bile birebir aynı fikir dünyasına sahip değilse eşit hak talebinde bulunan kadınlar da aynı fikirde olamayabiliyor. Söz konusu feminizm olduğu vakit çatılan kaşlar, büzülen dudaklar ile karşılaşıyor feministler. Kadınlar, öyle bir fikir savaşı veriyor ki bir yandan ön yargıları yıkmak için uğraşırken diğer yandan her gün hakları gasbediliyor ve hatta canlarından oluyorlar. Peki bu mücadelenin nedir sebebi?

Kadınların eşit hak mücadelesinden söz ederken tarihsel olarak 19. yüzyıla kafamızı çevirmemiz gerekiyor. O zamanki çıkış noktaları ile günümüzde konuştuğumuz durumlar ne yazık ki pek istenilen gelişmeyi gösteremediğimizi ortaya koyuyor. Bunun en büyük sebebi, her toplumun gündemini farklı dinamiklerin oluşturması diyebiliriz. Norveç’teki bir kadının feminist mücadelesi ile Türkiye’deki bir kadının mücadelesi aynı olabilir mi? Bir yanda ekonomik sıkıntılar diğer yanda terör derken hâliyle Türkiye’deki kadın hakları mücadelesi sadece kadın hakları arayışı olmakla kalmayıp daha kapsamlı bir hak arayışına evriliyor. Hatta şunu demek de mümkün, Türkiye’de feminizm henüz kadın-erkek eşitliği konusuna tam eğilememiştir çünkü Türkiye’de kadınların mücadelesini verdiği ilk hak, yaşam hakkıdır. Tablo bu kadar mühimken mühim olan başka bir husustan söz etmekte fayda var. Her fikir akımı kendi taraftarlarının, takipçilerinin fikir ayrılıkları ile değişime uğrar öyle ki feminizmin sistemsel kurucuları liberal feministler iken şu an radikal feministlerin bu alanda daha çok olduğunu görmekteyiz. Bu ayrımların olması olağan ve hatta bir ihtiyaçken Türkiye’de işler ne yazık ki böyle değil. Eğer Türk isen, bu kimliğini öne sürüyorsan feminist olamazsın gibi akıl süzgecinden geçmemiş bir anlayış mevcut. Bu anlayış sadece milliyetçi olmayanlarda değil milliyetçi olanlarda da mevcut. Argümanlar farklı fakat temel yargı aynı. Milliyetçi isen feminist olamazsın!

Türkiye’nin feminist mücadelesinden ziyade hâlihazırda bir feminizmle mücadelesi mevcut. Feminizm kelimesi toplum içerisinde birbirinden farklı birçok anlam ifade ediyor. Kimisi bunu kimliği olarak görüyor kimisi ise değerlerine düşman olarak. Türk feminizmini savunanlar ise feminizmi medeni bir toplum için gereklilik olarak görmekte. Türkiye gibi geleneksel kültürün yozlaştığı ve otoriterleştiği toplumlarda insanların bir şeyleri değiştirebilmesi için birlikte hareket etmesi elzemdir. Hâl böyleyken feminist mücadele bu anlamda sadece kadınlar için değil erkekler için de önem arz ediyor. Lakin Türk toplumunda politize edilen her şey gibi feminizm de politize edilmiş durumda. Feminist dendiği zaman akıllara mor saçlı, erkek düşmanı, tek derdi vücut kıllarının alınmasının saçma olduğunu dillendiren bir profil geliyor. Peki bu ne kadar doğru? Böyle kişilerin olmadığını söylemek yanılgı olacağı gibi bu yargı üzerinden genelleme yapmak da yanlış olacaktır. Kaldı ki Türkiye’de yukarıda da belirttiğim gibi feministler henüz yaşam hakkı mücadelesi içerisindeyken feminizmi bu kalıptan ibaret görmek art niyetli bir yaklaşım olacaktır.

Türk feminizmini diğer feminizm türlerinden ayıran husus, merkezinde ilerlemeci bir hareketin, toplumsal bir gayenin yer almasıdır. Türk feminizmi anlayış olarak kadın-erkek eşitliğini medeniyet inşasının temeli olarak görür ve bu anlamda sadece kadınlara değil erkeklere de sorumluluk yükler. Kapsam olarak ifade etmek gerekirse Türk feminizmi sadece kadın haklarını korumayı değil kadın hakları ile beraber insan haklarını da korumayı amaçlar. Türk feminizminde temel amaçtan ziyade ortak fayda vardır. Bu ortak fayda ise kadının toplumdaki yerini, statüsünü güçlendirip toplumunun bir bütün olarak huzurunu, düzenini sağlamak ve muhafaza etmektir.

Türk feminizmine inanmış ve gönül vermiş kadınların millî hassasiyetlerinin olması ile beraber, doğduğu kültürde yozlaştığını, yanlış olduğunu düşündüğü olguları mantık çerçevesinde eleştiren yanları da baskındır. Türk feministlerin millî hassasiyetlerinin ön planda olması, Türk kimliklerinden vazgeçmemeleri birçok insanın canını sıkar vaziyette. Kabul etmek gerekirse kendini radikal olarak tanımlayan fakat aslında marjinal olan feministlerin böylesi millî hassasiyetleri yok denecek kadar azdır. Bunun toplum geleceğine etkisini görmemek mümkün değil. Milliyetsiz toplum istemeyen ama söz konusu hakları olunca da kadınlara dayatılanlara karşı çıkan Türk feministler olarak Türk feminizminin olması gerektiğine, olacağına inanıyoruz. Türk milliyetçisi cenahın, ön yargılarından ve özünden kopmuş olmasından mütevellit bunu hemen kabullenmeyeceğinin de farkındayız. Sadece Türk milliyetçisi olmanın kadın haklarını savunmak için yeterli olduğunu iddia edenlere şunu sormakta fayda var: Gerek fertler olarak gerekse siyaseten Türk milliyetçileri kadın hakları için neler yaptı? Yaptıkları ne kadar etkili oldu? Hangi konuda öncü oldu? Geleceğe yönelik projeleri neler? Kadın cinayetlerini üst perdeden kınamak demek kadın hakları için çalışma yapmak demek değildir. Asıl mesele kadın cinayetlerinin önüne geçmek, çalışma hayatında kadın-erkek eşitliğini sağlamak iken bu gibi temel ve mühim konularda harekete geçmemiş kişi ve kurumların Türk milliyetçisi feministleri eleştirmesini yersiz ve tutarsız bulmaktayız. Yönetimlerinizde kadınlara vereceğiniz koltuklar değil bizim hedefimiz. Her fırsatta övündüğünüz Türk kültürünün kadına verdiği değeri samimi bir şekilde görmek istiyoruz. Kabul etmek gerekirse Türk milliyetçisi cenahta evet kadın algısı konusunda bir değişim söz konusu fakat kadın hâlâ yarım olarak görülmekte. Aklı yarım, gücü yarım… Belki bunu açık açık dillendirmiyorlar fakat davranış ve hareketleri ile belli ediyorlar. Bu cenahta sözümüzün geçerliliğinin olması için olduğumuzdan daha sert bir tutum sergilemek zorunda kalmak istemiyoruz. Fikirlerimiz dinlensin diye maskulen tavırlar içerisinde olmak istemiyoruz.

Feminist mücadele içerisinde yer almamızı yadırgalayanların Batı’daki mücadeleden habersiz oldukları ihtimali ağır basıyor. Zira Batı’da ‘beyaz feministler’, ‘siyah feministler’ gibi bir ayrım bulunmakta ve kendi içlerindeki tartışmaları feminizm için bir çeşitlilik, zenginlik olarak görmekteler. Roman feministler, Afrikalı feministler hem milletlerinin haklarını hem de kadın haklarını savunurken Türk feministler neden bunu yapmasın? 

Dünya perspektifi değişirken, toplum olma, aile olma bilinci yerini bireyselciliğe bırakırken Türk milletinin geleceğini kendine dert edinmiş kadınların bu alanda geri durması Türk toplumu için büyük kayıp olacaktır. Zira ülkemizde yürütülen ve birçok insanın ön yargı ile yaklaştığı radikal ‘feminizm’ anlayışı, toplumu ve aileyi bizzat eşitlik önündeki engel olarak görmekte. Bunun yanlış olduğunu, toplumsal huzurun kadın-erkek dayanışması ile ve bu dayanışmanın da iki cinsiyet arasındaki eşit haklar ile olacağını düşünen bizler, bu mücadelede yer almak zorundayız. Öyle ki bir olayı, bir olguyu eleştirmek kolay, zor olan ise eleştirilen şeyi düzeltmek için uğraşmak. Yürümekte olduğumuz yolun zor olduğunun farkındayız. Hemen kabul görmeyeceğimizi, sorularla, eleştirilerle mücadele edeceğimizi hatta bizleri destekler gibi görünüp bu mücadele ile alay edenlerin olacağının da farkındayız. Bunca olumsuzluğa rağmen bizleri anlayan, hak veren ve hatta yanımızda olup destek olan bilinçli, şuurlu erkeklerin varlığından da son derece memnunuz. Sadece feministlerin ötekileştirildiği değil, feminizmi destekleyen erkeklerin de ötekileştirildiği, eleştirildiği hatta hor görüldüğü bu düzende bizler onlarla beraber değişimin öncüsü olacağız. Biliyoruz ki kadın hakları mücadelesi sadece kadınların çabası ile değil kadın ve erkeğin birlikte hareket etmesi ile başarıya ulaşacak. Bu iki cinsiyet artık toplum normlarını beraber tartışmalı, beraber reforme etmeli eğer yeniden yıkmak gerekiyorsa onu da beraber yapmalı ve yeniden beraber inşa etmelidir. Bizler için, toplum sağlığı için, gelecek nesiller için hayati öneme sahip olan bu husus göz ardı edilmemelidir. Bu sebeple feminist mücadeleyi sadece kadın destekçilere indirgemek büyük bir yanılgı olacaktır. 

Kalıplaşmış bir ‘Türk toplumu’, ‘Türk kültürü’, ‘Türk milliyetçiliği’ anlayışı mevcut fakat bu anlayışlar günümüz şartları ve gelişen dünya eksenine göre yeniden yapılandırılmazsa bir adım ilerlemek şöyle dursun yerimizde sayacak ve hatta geri adım atmaya başlayacağız. Dünyada var olan milliyetçilik anlayışının karşısında yer alan milliyetsiz toplum anlayışı kolay yok edilebilir görülmemeli. Bu öyle bir anlayış ki karşımıza direkt ‘Bizler dünyada milliyetsiz toplumlar istiyoruz.’ söylemi ile çıkmıyorlar ve bu taleplerini günlük hayatın her alanına etki edecek şekilde göze çarpmamaya dikkat ederek işliyorlar. Bugün Atatürk’ü sevdiğini, açtığı yoldan ilerlediğini iddia edenlerin dahi Türk milleti adına tasavvurlarının olmaması ve hatta Türk’e düşman olanlarla kol kola olması göz önünde bulundurulduğunda verilecek mücadelenin ne kadar çetin olduğunu görmekteyiz. 

Bir hususu kabul etmekte fayda var. Türk kadınlarının hak mücadelesi dünyanın diğer kadınlarının mücadelesinden farklı oldu hep. Bunun temelinde yüzyıllar süren imparatorluk kültürünün vermiş olduğu otoriter yapı, dinî kültür yer almakta. Cumhuriyetin ilanından sonra görünür bir eşitlik anlayışı başlamakla beraber bu eşitlik anlayışının bile çoğu zaman -şartlar gereği- öncüsü erkekler olmuştur. Sırf bu sebepten ötürü şunu diyebiliriz ki bizim ülkemizde kadın-erkek eşitliği birlikte verilecek mücadele ile mümkün olacak. Atatürk’ün kadının toplumdaki yerine yönelik atmış olduğu adımlar bu anlamda çok mühim olmakla beraber bu, başka bir yazının konusu olacağından uzun uzadıya burada buna değinmeyeceğim fakat Türk milliyetçisi kimselerin tarihin bu okumalarını yapmadan geçmişe sıkı sıkı sarılarak ‘Bizlerin feminizme ihtiyacı yok.’ düşüncesini yetersiz bulmaktayım. Biz Türk kadınları, feminist mücadelede kendi kimliklerimizle yer almalı ve bir alan açmalıyız. Bizlerin alan açmadığı her düşüncede bizden olmayan ve bizden haz etmeyenlerin var olduğunu hatta seslerinin gür çıktığının da farkındayız. Bugün Türk kadınının feminizme ihtiyacı yok diyenler, yarın en basitinden uluslararası bir ödül alan Türk kökenli bir kadının ödülünü bir gerillaya, bir teröriste armağan etmesi ile öfkeden deliye dönecek. Bunlara geçit vermemek, harekete geçmediğimiz için kendimizi suçlamamak ve toplumun ruhsal refahı için bize düşeni yapmak için bizler, Türk feminizminin gerekliliğini her daim anlatacak, sınırlarını, kapsamını zamanla beraber oluşturacağız. Bu yolda bize destek olacak olan, bizimle mücadele edecek olanlara şimdiden teşekkür ediyor bizi kabul görmeyenlere, örselemek isteyip alay edenlere duygusal milliyetçilikleri ile mutluluklar diliyoruz. 

Hangi alanda olursak olalım gayemiz Türk milletinin istikbali ve refahı olacaktır. 

Mazi değişmez fakat âti Türk kadının ellerinde şekillenecek.

Esen kalın.

Sinem Saka

Editör:Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir