Günümüz Türk milliyetçiliğinin – ki ele alınan kavramın sabit olmayan vaziyeti, kimi veya kimleri tam manasıyla ne şekilde anlattığının meçhul oluşu, bu yazıda mevzubahis edilecek temsiliyet ve meşruiyet meselesinin bariz bir örneğidir – içinde bulunduğu durum bir hastalık hâlini almıştır, ki söz konusu hastalık, Türk milliyetçiliğinin kendisini karşısında bulduğu ayrım noktasında düğümlenmiş durumdadır.

Kendisini geniş anlamda Türk milliyetçisi, dar anlamda ülkücü olarak kabul eden insanlara uzun yıllar yuvalık etmiş MHP’nin AKP ile ittifakı (bu ittifakın hem MHP içinden hem de dışından ciddi eleştirilere tabi tutulduğu unutulmamalıdır, geçmişte cumhurbaşkanı ile Devlet Bahçeli’nin ağır atışmaları, “açılım süreci” gibi MHP’nin var oluş sebebine aykırı politikalar ve “her türlü milliyetçiliğinin ayaklar altına alınması” gibi söylemler söz konusu ittifakın ne denli samimi olduğu hususunda şüpheler doğurmuştur) ve MHP içindeki muhaliflerin kurdukları İYİP’in yüzde onluk seçim muvaffakiyetine rağmen tabanını ve potansiyelini doğru yansıtmayan söylemleri ile beklentileri karşılayamaması Türk milliyetçilerinin düştükleri temsiliyet ve meşruiyet krizini delillendirmektedir.

Türk milliyetçileri siyasi pastada hem nitelik hem de nicelik bakımından ciddi ve ehemmiyetli bir dilim teşkil etse de temsiliyeti ve varlık gücü günümüzde zayıflamıştır. Günlük siyasette seçim kazandırdığı iddia edilen HDP seçmeni kadar bile konuşulmamakta, öne çıkarılmamaktadır. Bir Türk milliyetçisinin bugün bir seçim olsa kendisini gerçekten temsil ettiğine inandığı bir partiye oy vereceğine inanmak güçtür. “Mecbur gene X’e basacağız” ifadesi, son yıllarda Türk siyasetinin fakat bilhassa Türk milliyetçilerinin bulundukları vahim ahvali göstermektedir.

Demokratik sistemlerde siyasi arenada temsil edilmeyen kişi veya gruplar yok hükmündedir. Yalnızca sandığa gidip oy vererek vatandaşlık vazifesini yerine getirmekten başka iş görmeyen bir insan yığını tek kelime bile söz sahibi olmadığı bir siyaset tarafından hayat boyu yönlendirilmektedir. Burada ele almak istediğimiz mesele, Türk milliyetçiliğinin mâkus talihini nasıl yenebileceği üzerinde durmak ile alakalıdır.

Maalesef günümüz siyasetinde Türk milliyetçileri temsil edilemedikleri yani bir temsiliyetten yoksun bulundukları gibi ontolojik olarak bir varoluş sebebinden de yoksun kalmışlardır. MHP’nin AKP ile ittifakı bağlamında “yerli-millî” söyleminin kapsayıcılığı, diğer taraftan İYİP’in yeni, orijinal bir söylem inşa edememesi ile birlikte Türk milliyetçiliği belli belirsiz bir görüşler kümesi hâlinde günümüz Türk siyasetinde savrulmaktadır.

Diğer bir taraftan İslamcı çevreler milliyetçiliği istedikleri biçimde yontup biçerek, kesip doğrayarak kendilerine mal etmeye ve sahiplenmeye çalışmakta, açık bir şekilde söylemek gerekirse Türk milliyetçiliğinin “seküler” taraflarını ayıklayarak kendi anlayışları ve dünya görüşleri çerçevesinde “fason bir milliyetçilik” oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ayasofya’nın açılışında Nihal Atsız’a aidiyeti şüpheli bir cümlenin ona atfedilerek paylaşılması, Enver Paşa üzerinden zımnen yürütülen Mustafa Kemal Atatürk düşmanlığı ve alternatif bir tarihî gelişim hikâyesi üretmeye çalışmak, Türklüğün İslam’la müşerref olduğu vurgusu ve İslâmiyet öncesi Türk tarihinin hor görülmesi veya topyekûn görmezden gelinmesi gibi problemler mevcuttur.

Türk milliyetçiliği söz konusu siyasî veya epistomolojik sorunlar haricinde devlet ile arasındaki gerilimli ilişki açısından da zor durumdadır. Günümüz Türk milliyetçiliğinin ciddi meselelerinden birini devlet ile aralarındaki soyut tansiyon oluşturmaktadır. Devletin kutsallık, sorgulanmazlık ve karşı gelin(e)mezlik algısı yavaş yavaş kırılmaktadır fakat bu durum karşısında ciddi bir yersiz-yurtsuzluk/kaçgunluk hüznü milliyetçilerin büyük kısmını kaplamaktadır. Burada söz konusu gerilimin ilk defa yaşanmakta olan bir hadise olduğu düşünülmemelidir. Tarihî örnekleri malumdur.

Reel politik ve ekonomi göz önünde bulundurulduğunda son yıllarda artan adâletsizlik ve hukuksuzluklar, geçim sıkıntıları yanında hükûmete yakın kimselerin torpil, adam kayırma gibi devletin tüm kademelerine sinmiş ahlâksızlıklar ve hak yiyicilik , yine hükûmete yakın çevrelerin müreffeh hayat tarzları ile gençlerin gelecek kaygılarıyla beraber bulundukları durumun içerisindeki mevcudiyetlerini sorgulamaları devlete olan tabiyetin sorgulanmasını doğurmaktadır. Diğer bir deyişle devlet-millet algısı kırılmakta fakat bu ontolojik bir problem doğurmaktadır.

Türk milliyetçiliği günümüz şeraiti göz önünde bulundurulduğunda siyasi bir temsiliyetin ve günlük siyaset pratiklerinin dışında bırakılmış, gelecek kaygısının ve maalesef ümitsizliğin sardığı bir hâlet-i ruhiye içerisinde inandığı her şeyi sorgulamaya itilmiş ancak toplumsal düzlemde var olmaya, ayakta kalmaya çalışan bir toplumsal grup derekesindedir.

Bunların ışığında Türk milliyetçiliği kendine taze, sağlam bir raison d’être teşkil edip epistemolojik ve ontolojik temellerini gözden geçirmelidir. Ayrıca mevcut ana akım siyasetin haricine çıkıp toplumsallaşmalı, bir diğer deyişle sivilleşmelidir, şurası açıktır ki herhangi bir siyasi oluşum toplumda grup veya fert hâlinde mevcut Türk milliyetçilerinin talep, arzu, beklenti ve en önemlisi de umutlarını karşılamaktan fersah fersah uzaktır. Türk milliyetçileri mevcudiyetlerini “biz de buradayız” diyebilecekleri bir biçimde yeniden tanzim etmelidirler.

MHP’nin yüzde 10 oy potansiyeliyle bünyesindeki ağır topların kurduğu İYİP ile beraber aynı seçimde yüzde onar oy alması, AKP ve bilhassa CHP içindeki milliyetçi oylar düşünüldüğünde Türk milliyetçiliğinin siyasi düzlemdeki potansiyelini kanıtlamaktadır. Her söylemde “Kürt oyları seçim kazandırdı” hezeyanı ve mübalağası Türk milliyetçilerinin varlıklarının unutturulması ve bilinçli bir karartma operasyonuyla görmezden gelinmelerinin sağlanması bağlamında hayati önem taşımaktadır.

Ayrıca diğer tüm siyasi cereyanlardan farklı ve kuvvetli olarak bir zamanlar devlet ile aralarında et tırnak ilişkisi olan Türk milliyetçilerinin, politik konjonktür vasıtasıyla aralarındaki tek taraflı bağlılık ilişkisini sorgulamaları Türk milliyetçiliğinin içinde bulunduğumuz katı otoriter siyasi söylemi kırıcı ve demokratik bir siyasete önderlik edecek potansiyelini açığa çıkartabilir. Türk milliyetçiliği en başta fikrî hürriyetine devlet ile arasındaki köhnemiş ve hastalıklı bir vaziyete evrilmiş ilişkisini feshederek ve önce toplumsal sonrasında ise siyasi bağımsızlığını ilan ederek kavuşabilir.

Müstebit bir padişaha karşı dağlarda, zalim düşmanlara karşı evvelden Balkanlar’da ardından Anadolu’nun her tarafında vücut bulmuş bir kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesinin hem beyni hem ruhu olan Türk milliyetçiliği, bir an evvel içinde bulunduğu vahim ahvalden halas edilmedikçe ne kendi problemlerini ne de Türk siyasetinin tıkanıklığını açabilecek bir tazelik ve gücü bulacaktır.

Ciddi oy potansiyeli ve toplumsal tabanıyla Türk milliyetçiliği, günümüz Türk siyasetinin tıkanmışlığını, paslanmışlığını ve cansızlığını baştan aşağı yenileyebilecek kapasitededir ancak kendi içindeki ruhu yeniden keşfedip ihya etmeye muhtaçtır. Milliyetçilik, İslamcılığın veya onun bir aygıtı hâline gelen Devletçiliğin ihtiyaç duyduğunda buyurduğu bir vasıta olmadığını anımsamalıdır. Türk milliyetçiliği ancak, Türk’üm diyebilenin modern, zihniyet olarak sağlam ve sağlıklı, kimseye muhtaç olmadan yaşayabilmesinin en asil vasıtası olabilir!

Cem Sili

Editör: Gülçin Kermen

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir