2000′ lere Gelmeden Önceki Durum

Yazıma, Türkiye’nin eskiden bir “tarım cenneti” olduğu görüşünün altındaki sebepleri yazarak başlayacağım. 1965 senesinde Türkiye Cumhuriyeti nüfusu 31.391.421’dir. [1] 1965 senesinde belirlenen nüfusun yüzde 68’i köy ve beldelerde yaşıyordu. Buradan hareketle Anadolu’nun 1990’lara kadar durumunu anlatmak gerekir. Özellikle 1453 sonrası Anadolu’da Bursa, İstanbul, Edirne dışında kendi sanayi ve ticaret ağını kuran istisnalar dışında sancak ya da eyalet yoktu. Bu üç şehir dışında bölgeler, bu şehirlere gıda sağlamakla yükümlüydüler. Osmanlı ekonomisinde en büyük pay tarım sektöründeydi. Has, tımar ve mirî arazi olarak toprakların taksim edildiği toprak sistemi, Osmanlı ekonomisinin fakirleşmeye başlamasıyla bozulmuştu. İlk yıllarında iyi giden toprak düzeni, bozulunca Anadolu’da asırlar boyunca sürecek olan iç kargaşalara neden olacaktır. II.Bayezid’den itibaren küçülmeye başlayan ekonomik düzende devleti temsil eden güçler, kanunsuz yollarla reayanın topraklarını işgal etmiştir. Ünlü iktisat tarihçimiz Mustafa Akdağ Osmanlı’da Dirlik Düzenlik Kavgası kitabında, bozulmuş tımar sistemi sonucu vakıf arazisi olmayan arazilerin devlet adamları tarafından yağma edilir gibi ele geçirilip çiftlik hâline getirilmesini, İstanbul’a giden küçükbaş hayvanlarının bizzat devlet adamları tarafından gasp edilmesini anlatır. Doğrudan devlet adamları tarafından bozulan Osmanlı ekonomisini daha da sarsan şey, bürokrasinin kendi ikbalini düşünmesiydi. Sorumluluk almak yerine cebini düşünen bürokratlar Celâlî isyanlarının zeminini hazırlamıştır. Devlet kadrolarıyla reaya arasında olan bu çekişme, Anadolu topraklarını harap etmiştir. 19.asırdan itibaren en çok yatırım yapılan bölge olan Balkan topraklarının da elden gitmesi sonucu Osmanlı ekonomisi büyük bir darbe almıştır. Cumhuriyete dek Anadolu’nun toprakları yabancı tüccarların, girişimlerin güç gösterdiği bir coğrafya hâline gelmişti. Cumhuriyet, İstanbul, Edirne, Bursa, İzmir ( son asırdaki gelişimine binaen) gibi şehirler dışındaki kırsal nüfusun işlenmesini, modern bir ulus hâline gelmesini amaçlıyordu.
Detaylara girmeyerek 1990’lara gelelim: 1990’lı senelerde Anadolu’da, ilk defa şehirde yaşayan nüfus kırda yaşayan nüfusu geçmiştir. Cumhuriyet, arzu ettiği toprak reformunu gerçekleştiremediği için kır nüfusu akın akın büyük şehirlere göç etmiştir. Böylece Osmanlı’dan beri sağlam olan şehirler aldıkları göç ile yapısal bozulmaya gitmiştir. Kent merkezlerinden uzakta yeni yerleşimler kurulmuştur. Böylece hâlâ etkisi devam eden “arabesk kültür” doğmuştur. Köylerden kentlere olan büyük göçün nedeni: Kalkınmanın köylere inmemesi, ekonominin belirli bölgelerde kısıtlı kalmasıdır. 1934 tarihinde İskân Kanunu ile topraksız çiftçi topraklandırılmaya çalışılmıştır. Bu istek doğrultusunda 1945 senesinde “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu” çıkarılmıştır. Bu kanunun temel amacı toprak ağalarının gücünü kırmaktı ancak kanun, sadece kamu topraklarının dağıtımıyla hayata geçirilmiştir. [2] 1990’lı yıllara gelindiğinde rejimin istediği insan tipi inşa edilemediği gibi büyük şehirlerin kültürleri büyük tahribata maruz kalmıştır.

2002 Sonrası Türk Tarımı

AKP iktidara geldiğinde TÜFE oranı yüzde 29.7’dir. 2019 yılında ise TÜFE oranı yüzde 11.84’tür. 2000’lerin başında Türkiye’nin yüzde 23’ü köylerde yaşıyorken 2017 senesinde köyde yaşayan nüfus oranı yüzde 7,7’dir ve dahi ekilen tarım alanları 2002 senesinde 41.196 iken 2019 senesinde ise 37.712’dir. İktidar ilk döneminde devlet ile çiftçi arasını dengeleyen kurumları özelleştirmiştir. Buna karşın çiftçiye destekleme ücretlerini arttırmış ve banka kredilerinde kolaylık sağlamıştır. Yıllarca devlet tarafından malı değerlendirilen çiftçi, özellikle fındık veya domates gibi önemli ürünleri ekenler, ilk defa şirketle karşı karşıya kalmıştır. Bunun üzerine köyden kente göç daha da hızlanmıştır. TÜİK verilerine göre 2007 senesinden itibaren köy nüfusu 16.158 azalmıştır. Çiftçi sayısı ise 2008 tarihinden 548 bin 600 azalmıştır. Bununla birlikte gıda fiyatları artmıştır. 2008 senesinde domates fiyatı 0,56 kuruş iken 2019 senesinde 1,35’tir.[3,4,5,6,7,8,9]

Kendi aralarında örgütlenemeyen çiftçiler ya topraklarını satıp tarım sektörünü bırakmıştır ya da mazot türevi diğer giderleri kredilerle ödemeye çalışmıştır. En büyük sıkıntılardan biri de Türkiye’de tarım üretiminin bir sektörden çok “gelenek” olarak algılanmasıdır. Dedesinden gördüğü şekilde üretime devam eden çiftçi, devlet desteği arkasından çekilince bocalamıştır. Bu bocalama ve bilgisizlik onu, alınan krediyi har vurup harman savurmaya itmiştir. Yıllık bilinçsiz üretim ve plansız tüketim çiftçiyi, kederli ve bankaların eline bakar kıldı. Şu anda çoğu tarım nüfusunu oluşturan genç kesim, kendisini şehre atmaya ya da güvenlik ( emniyet-jandarma) personeli olmaya çalışıyor. Tarım nüfusu azaldığı hâlde onun ekonomimizdeki payı azalmıyor. Üstelik birkaç istisna dışında devlet, tarımın modernize edilmesinde yetersiz kalıyor. Tarım mühendisleri çiftçiyi bilinçlendirip çalıştırmak yerine çiftçinin parasını en kolay yoldan almaya çalışıyorlar. 

Sonuç

Türk tarımı hakkında binlerce yazı yazılabilir ancak sizi sıkmamak için kısa bir özet hâlinde yazmak daha faydalı diye düşünüyorum. Türkiye’de tarımdan daha büyük sorun vardır: Köy ve nüfus sorunu. Dört yüz küsur yıldır sadece belirli şehirleri gelişen Anadolu, o şehirler dışında nüfus ve iktisat gelişimi sağlayamamıştır. Tarih boyunca Anadolu’da iki büyük köyden kente göç vardır: 17. asırdaki Büyük Kaçgun ve 1950’lerde başlayıp 2000’lerin başına dek devam eden göç. Bu iki göçte de köyler, şehirler boşalmıştır. Gelinen şehirde kontrolsüz şehir planlamaları gözükmüş ve asayiş sorunları baş göstermiştir. Bu göçler Anadolu şehirlerinin kalkınmasını sağlamamış, Cumhuriyet Dönemi devrimci tedbirler bile kâr etmemiştir. Bugün bakıldığında ne İstanbul ne İzmir ne de Bursa tam anlamıyla nizami bir şehir gibi gözükmektedir. Şehirlerimiz birer büyük kakofoni yurduna dönerken ahaliyi doyurmak köyünde kalan çiftçiye kalmıştır ancak çiftçi de kâr etmeyince ve ürünü devlet tarafından alınmayınca o da çareyi polis, uzman çavuş, şoför, inşaat işçisi olmakta bulmuştur. 

İkinci büyük sorun ise köylümüzün örgütlenme yeteneğinin olmamasıdır. Devlet tarafından şirketle karşı karşıya bırakılan köylü, birkaç örnek proje dışında örgütlenmeyi becerememiştir. Böylece şirket, çiftçiyi elinin içine almış ve mahsulün ücretini “kendi paşa gönlüne” göre belirlemiştir. Bugün Karacabey ovasında domates eken Ali’nin, Mahmut’un kazanacağı para, domates şirketlerinin iki dudağına bakıyor. Üstelik şirketler malı alırken deyim yerindeyse çiftçiye, cehennem azabı çektiriyor. Bu böyle süre gelirse tarım nüfusu daha da azalacak ya da çiftçi bölüne bölüne ekmeye devam ederek yine şirkete muhtaç kalacaktır. Eğer tarımda sorunları çözmek istiyorsak çiftçiyi iyi bir şekilde bilinçlendirmek ve onun yaptığı işin baba mesleği değil ciddi bir iş olduğunu öğretmek gerekir.

Berat Şendil

Editör: Elif Berra Kılıç

Kaynakça

1|  Bu ve ileride alınacak  çoğu veriler, http://www.tuik.gov.tr/Start.do, sitesinden ilgili bölümlerden alınmıştır.

2| Gözde Bal, sayfa  41, Türkiye’de Tarım Desteklerinin Bölgesel Dağılımı, Yüksek Lisans Tezi ,2018

3| NTV Arşiv

4| Enflasyon Oranları

5| Yıllara Göre Türkiye’de Köy ve Şehir Nüfusu – infogram.com

6| CNN Türk Arşiv

7| Tarım Alanları 2001-2019 , TÜİK

8| Euronews Arşiv

9| Sebze Fiyatları tablosu, Tüik

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir