Kaldırımda yürürken tekrar hatırladı, buraya ait olmadığını. Bu sokakların, bu kokuların ve bu yüzlerin hatıralarında sessiz kaldıklarını fark etti. Mecburen tüm yaşananları ardında bırakıp İstanbul’a gelmişti. Kemal Bey’in istemeyerek Elazığ’ı terkedişinin tek saiki bu şehirdeki bir anadolu lisesine atanmasıydı. İtiyadı üzere yürüyordu, kalabalıklara aldırış etmeden Bahariye caddesinden Altıyol’un kesiştiği Boğa Heykeli’ne varmıştı. Mesleğinin ilk senesinde de — yaklaşık iki sene önce — İzzet Paşa Camii’den başlar Postane Meydanı’ndan Tren Garı’na kadar yürürdü. Sonra oturur tren garında vedaları izlerdi. Yalnızca insanları değil ağaçları, hayvanları, rüzgarları da dinlerdi. Ne kadar çok acı var diye geçirirdi içinden, hele ki içlerinden ayrılık kaç okka çekerdi bir nesne olsaydı? Umut vardı bir yanda da, Kemal Bey bazan tren garındaki insanların kimisinin yüzüne sirayet eden umudu da görürdü. Tren garındaki bekleyişleri, şehadetleri mütemadiyen devam etti. Dinledi kendisine seslenen herkesi ve her şeyi, imtina etti kırıp dökmekten. Birçok öğretiyi kazıdı hafızasına bu şehirde. Bu toprakları terk ettiğinde gidişini farkeden bile olmamıştı. Elazığ günleri geride kalmıştı. Yeni yerleştiği bu şehirde de oyalanacak bir şeyler bulmuştu Kemal Bey, rıhtımda vakit geçiriyor, otobüs duraklarında bekliyor — otobüsün gelmeyeceğini bildiği halde- , meydanları yükleniyordu. Altıyol’a intikal etmişti, Elazığ’da ki tren garına benzemiyordu. Orada ayrılık vardı, burada kavuşma. Orada hüzün vardı, burada tebessüm. Manzarasını samimi bulmamıştı Kemal Bey, tren garındaki esaslı hüznü gören gözleri buradaki tebessümlerin ekserisini sunî bulmuştu. Teessür dolu yüreğiyle terk etti Altıyol’u. Daha sonra Osmanağa Camii’nin sağından sokağa girdi. Bağırışlarla evine ekmek götürmeye gayret eden tezgahtârların heyecanı içini ısıttı. Biraz ileride balıkçıların tezgâhlarını suladığını gördü, sanki tezgâha serpilen su balıklara çarptıkça sokağı kesif bir koku kaplıyordu. Köşede bir lokanta vardı, mübeccel bir dostu işletiyordu. Yaklaşık on senedir haberleşmemişlerdi, eğer umduğunu bulursa uğrak duraklarından olacağa benziyordu. Lokantanın önündeki ağaç gölgeleri, çevredeki gülen yüzler ve eprimiş alçak iskemleler gözüne baba evi samimiyeti gibi görünüyordu. Zafer Usta onu görünce işi gücü bıraktı, sarıldılar. Zafer Usta:

– Kardeşim seni hangi rüzgar attı, vay benim aslan kardeşim.

Kemal Bey:

– Tayinimiz buraya çıktı, Kadıköy’de ifa edecek ömrümüz, yiyecek ekmeğimiz varmış be Zafer.

Uzun uzadıya konuştular, saat epey ilerlemişti. Kemal Bey müsade istedi, yakın zamanda uğrama sözünü de kaptırarak dönüş yoluna koyuldu. Kapanmış balıkçı dükkanlarını geçip ana caddeye çıkmak üzereyken bir ses duydu:

– Kemal!

Bu ses onun asla unutamadığı bir ses, hatıralarının bile boğamadığı bir sesti. Bu sesi duymadığında bile hissederdi bazan. Yine öyle olabileceğini düşündü fakat ses muhayyilesinde değil hakikatteydi bu kez. Yeni yeni hatıralarından silmeye çalıştığı sesi şimdi kanlı canlı karşısında bulmuştu sanki, duymamış gibi davrandı. Yoluna devam etti. Sesin sahibinin yirmi yıldır görmediği babası olabileceğini düşündü.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir