Devletin Bağrına Milliyetçiliği Saplamak

Türk milliyetçiliği; cumhuriyet tarihi boyunca hem siyasi hem de fiziki olarak en büyük kavgaları vermiş, vermekten geri durmamış bir ekoldür. Cesaret timsali yolbaşçılarının uğruna canını vermekten çekinmeyen neferlerinin taşlarını adım adım döşediği kutlu bir yoldur. Tabutluklar görmüştür, zindanlara atılmıştır, sürgün edilmiştir, mezara sokulmuştur ama tarihte hiçbir zaman şimdi olduğu gibi boğazına çökülmemiştir. Üstelik Türk milliyetçiliğinin üstüne kara bulut gibi çöken bu eller, milliyetçiliğin kendi boyundurukları altında olduğunu iddia eden birkaç koltuk sevdalısı ve onların dalkavuklarından başkası değildir.

Kendi siyasi çıkarları uğruna milliyetçiliğe meyletmiş bir iktidardan, kendi koltuğunu kaybetmemek için ‘’Yüce divanda hesap sormazsam namerdim’’ sözünü yiyen destekçisinden, hele hele bunların avanesinden milliyetçilik dersi alacak değiliz. Biz bayrağı kimlerden devraldığımızın bilincindeyiz. Bu bayrağı taşırken hiçbir övgü ve onay da beklemiyoruz. Kendi eşimizden, dostumuzdan ayrı düşmeyi, dışlanmayı göze alarak bu yolu yürümeye başladık. Yaşadığımız zorlukları birer madalya gibi göğsümüzde taşıyoruz. Türk milliyetçiliğine devletçilik gömleği giydirmeye çalışanlar, 2017 sonrası geçici bir siyasi atmosferin etkisiyle daha önce yine o dönemki siyasi atmosferin gereğini savunanlardır.

Ergenekon/Balyoz kumpaslarında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerine itibar suikasti yapanlar, bugün bize Türk milliyetçiliği dersi verme cüretini kendinde buluyorlar. Televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada bangır bangır ‘’Türkiye’nin adı değişsin, bayrağı değişsin, anayasadan Türk ifadesi kaldırılsın, subayların eşleri takvime soyunsun, Türkiye bağırsaklarını temizliyor’’ diye kirli ağızlarından salya akıtanlar, asil Türk subaylarının katilleri olanlar ve o davasının savcısı olduğunu iddia edenler bize milliyetçilik dersi veremezler.

Çözüm süreci adı verilen ihanet sürecinde Oslo’da PKK ile pazarlık masasına oturanlar, “Apo paşa yapılsın, yerel yönetimler güçlendirilsin, valiler teröristlere dokunursa cezalandırılsın, sayın Öcalan demek, PKK bayrağı taşımak suç olmaktan çıkarılsın” diyenler, teröristlerin apar topar yargılanıp serbest bırakıldığı çadır mahkemelerinde rahatsız olurlar diye Türk bayrağı ve Atatürk portresi bulundurmayanlar, biz her türlü milliyetçiliği ayaklarımızın altına almış bir iktidarız diyenler bize milliyetçilik öğretemez.

Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nun, Yusufiyeli Cengiz Akyıldız’ın kanını elinde taşıyanlar, üniversiteleri PKK yuvası hâline getirenler, bunlara uygun rektörler atayanlar, üniversitelerde PKK’lıların ders basmasından, kampüslerde teröristlerin türküleriyle halay çekmelerinden rahatsız olmayanlar bize milliyetçilik öğretemez.

Türk Milliyetçiliği yalnızca son on sekiz yılda değil, onun öncesinde de kutsal bildiği inançları uğruna devletle karşı karşıya gelmekten çekinmemiştir. 1944’te Sovyetlerin 2. Dünya Savaşı’nı kazanması netleşince o bloğa yakın durmak için hapsedilmeye çalışıldık biz. 3 Mayıs 1944’te Türk milliyetçileri sokaklarda bizlere bugün giydirilmeye çalışılan devletçilik gömleğini paramparça ediyordu. Tabutluklarda işkence görmesine, mesleği elinden alınmasına rağmen doğru bildiğini bir an söylemekten geri durmamış çelik gibi sert, Atsız gibi mert insanlardan öğrendik Türk milliyetçiliğini.

Atatürk devrimleri, cumhuriyet değerleri tehlikeye düştüğünde radyolarda duyulan tok bir sesin gericiliğin bağrını delip geçtiği yere kulak kabarttık biz. “Bizim yolumuz dikenlidir, ayağını seven gelmesin.” diyen Türkeş gibi cesaret timsallerinden öğrendik bu yolda yürümeyi.

İdam sehpasına yürürken son mektubunda “Kellemi verdiğim bu yolun zaferi yakındır” diyerek bizlere bu bayrağı canı pahasına devreden Mustafa Pehlivanoğlu’ndan öğrendik ölümsüzlüğe erişmeyi.

Türk milliyetçiliği ne sizin boyunduruğunuzdadır ne de size biat edecektir. Türk milliyetçileri esir Türk yurtlarını azat etmeden, kendi yurdunu da esaretten kurtarmadan soluklanmayacak bir bayrak yarışında olduğunun bilincindedir. Biz bu davanın edebiyatçıları değil, yoldaşıyız. Dokuz yaşındaki çocuğun gırtlağına çöken eli kıracağız. Üç beş tane holdingin milyar dolarlık vergi borçları affedilirken açlıktan ölen insanların hesabını soracağız. Bu devletin bağrına milliyetçiliği saplamaya yemin ettik. Bizi yolumuzdan korku imparatorluğunuz döndüremez. Unutmuyor, affetmiyoruz.

Hiçbir emel gönülde karâr etmiyor bugün,

Ermektedir, şitâya hazin sonbahârımız.

Hakanların dikilmeli Altay’da tuğları,

Varsın cihanda olmayagörsün mezârımız.

YAZAR

Tolunay Yapıcı

EDİTÖR

Zeynep Gökçe Azman

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir