Ben silahlarımı gömdüm. Gömeli de çok olmadı ama ne zaman gömdüğüme dair tam bir tarih veremiyorum çünkü anımsamıyorum. Silahlarımı nereye gömdüğümü de hatırlayamıyorum, oysaki üstünden çok vakit geçmedi ve kanımda da herhangi bir yabancı madde yoktu. Bir çiçek bahçesine mi gömdüm yoksa köpeklerin pislediği bir ağaç dibine mi? Denizin akıntısına mı bıraktım diyeceğim ama hayır, emin değilim. Eve geldiğimde salonda yorgunluktan uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda tırnaklarımın arasında kahverengi toprak kalıntıları görür gibi oldum. 

Gömdüklerim ruhsatsız olsa bile bana kendimi güvende hissettiriyordu. Tabii ki onların başıma açabileceği problemler daha yüksek orandaydı ama kendimi güvende hissettiğim o kadar az an vardı ki, bu tehditler benim için önemsizdi. Belki de artık o kadar fazla alışmıştım ki tehdit altında yaşamaya, bu bana zevk vermeye başlamıştı, bundan beslenir olmuştum çünkü tek besinim buydu. Ya doymaya bakacaktım ya da… İkinci bir şansım yoktu.

O dönemde büyük ithamlarda bulunuyorlardı bana karşı. Taşı çok da uzaktan beklememek gerek, samimi olduğunu düşündüğüm insanlardı birçoğu. Gramer yapısı soru cümlesi şeklinde olan ama kendi içinde kesin bir sonuca vardırılmış cümlelerle geliyorlardı bana. İyi niyetle söylüyorlardı ilk başta, bence. 

Hata yapmamam için bana yardımcı oluyorlardı ama benim adıma karar vererek, ne yapmam gerektiğini söyleyerek olmamalıydı bu. Bırakın ne yapmam gerektiğini, ne hissetmem gerektiğini bile söyleme hakkını kendilerinde bulmuşlardı ve bu işler böyle ilerlemiyordu, ilerlememeliydi. Eğer yanınızdaki her kim ise ve ona yardımda bulunmak istiyorsanız ona bir şeyler söylemeyin. Ona kendini sorguda hissettirmeden sorular sorun. Cesareti olmayabilir yüzleşmeye, kendine soru sormak istemez bu yüzden. Hâliyle cevap da bulamaz, sağdan soldan kopya çekerek, belki biraz da kaydırma yaparak kendi kaderine işaretlemeler yapar. Ona, doğru soruları sorup, verdiği cevapları yargılamadan kendi cevaplarını kendi içinde bulmasını sağlayın. Sadece bu şekilde pişman olmayacağı kararlar verip uygulayacaktır.

Ben, bahsettiğim o geçmiş dönemde yaptığım herhangi bir olayla şereflenmeyi, gurur duymayı tercih ederken onlar rezil olduğumu iddia ediyorlardı. Tabii ki tercih meselesi ama ben başkaları sayesinde zirvede olmak yerine kendi ellerimle çukura inmeyi tercih ediyordum hep. Çünkü sonrasında pişman olmak beni daha çok yoruyor. Keşke kendi bildiğimi yapsaydım demek beni acıtıyor. Yahut, “İnsanlık hâlidir, bazen çıkar ağızdan öyle, senin yüzünden oldu.” demek istemem kimseye. He böyle anlatıyorum diye de ketum sanmayın beni. Arkadaşlarım beni çok iyi tanır, her durumumu bilirler. Asla saklamam olanları, duygularımı. Belki de hatayı burada yapmıştım. Her şeyimi bilmelerine gerek var mıydı? 

Silahlarımı gömmeyi öğrendim de kinimi ve sevgimi gömmeyi öğrenemedim. Gidiyorum bir ormana. Derince kazdığım bir deliğe tüm hislerimi kusayım, sonra toprak, kireç her ne varsa örteyim üstünü. Yağmur, sel gibi herhangi bir doğa olayında gün yüzüne çıkmasınlar ya da bir deniz kenarına gideyim. Gerçi ben denizden oldukça uzakta yaşıyorum. Ben de göl kenarına giderim o zaman. Çok büyük olmasa bile dertlerimi dinleyemeyecek kadar da küçük olmayan göletler biliyorum burada. Bana atılan iftiraların hepsini bir bataklığa mı bıraksam acaba? Gerçekten dizilerde gösterildiği gibi üzerine atılan her şeyi içine çekiyor ve içinden çıkartılamıyor mu? Eğer böyleyse işimize yarar. Ben gideyim bir bataklık bulayım. Bir daha buralarda görünmezsem bilin ki tüm kinimi kusmuşumdur bir ormana, toprağa, denize, göle, yok yok… Bataklığa. Eğer geri dönersem bilin ki yazarak kusmaya devam edeceğim bitmek bilmeyen kinimi, hüznümü.

Neslihan Demirel

Editör: Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir