İnsan topluluklarının geçmişten bugüne kadar varlığını devam ettirebilmesi dünyaya sağlam tutunabilmesi için tarih bilgisi ve bilinci çok ama çok önemli bir husustur. Sadece bir millete ait olan ve onu diğerlerinden ayıran bazı özellikler vardır. Bu özellikler bir arada toplanarak o milletin kendine özgü kültürünü meydana getirir. Bu kültür, o milletin varoluşundan beri biriktirdiği ahlaki, manevi ve toplumsal tüm değerleri içinde barındırır. Eğer bir millet ileriye yönelik planlar yapıyorsa geçmişinden aldığı bu birikimleri kullanarak kendine sağlam bir kılavuz edinmelidir. Nitekim tarih, sahip olduğu bütün bu birikmişlik ile ileride neler olacağını tahmin edip uyarılarda bulunabilir.
“Tarihi canlı tutmak”, “tarihi yaşatmak” gibi başlıklar ve düşünceler bazı toplumlar tarafından tam olarak anlaşılmamıştır. Nitelikli, bilinçli tarih öğrenimi ve bilgisine sahip olmayan milletler, kültürlerini belli bir süre sonra başka kültürlere açık pazar hâline getirirler. Yani o kültürler ne getirirse burada kabul görür ve benimsenir. Zaten hâlihazırda kültür emperyalizminin kendini dayandırdığı nokta da bu değil midir? “Bilim hayatında da en muvaffak insanlar edebiyattan biraz nasibi olanlardır. Çünkü tarih de hayattır. Bu hayatı canlandırmak için bize hakikatler, bize geçmişten bir tablodaki parçalar gibi gelir.” diye belirtmiş ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık. Bu sözden çok normal olarak her birey farklı anlamlar çıkarabilir. Ancak hocamızın bize burada sunmak istediği asıl düşünce, tarihin hayatla nasıl iç içe olduğu ve birlikte çalıştığıdır.
Kendi tarihimizi yaşatmak ve başka kültürlerin etki alanına girmemek için geçmişten bugüne kadar yaptığımız birçok çalışmalar mevcut olmasına rağmen bu çalışmaların tam olarak anlaşılmaması maalesef üzücü bir durum. Bu çalışmaların yakın geçmiş zamanda en büyüğünü ülkemizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk yapmıştır. Manastır Askerî İdâdîsi’ndeki öğrenciliğinden beri Türk tarihine sevgi ve hayranlık besleyen Mustafa Kemal, buradan aldığı tarih sevgisini hayatının ileriki dönemlerinde olgunlaştırarak bir farkındalık yaratmaya çalışacaktır. Avrupa basını, Türk kültürünün Roma, Fars ve Arap medeniyetleri tarafından meydana getirildiğini söylerek Türkleri adeta aşağılıyor ve I. Dünya Savaşı’ndaki mağlubiyetini de göz önüne alarak benlik duygusunu iyice hırpalıyordu. Yunanlar ve İtalyanlar, Batı Anadolu topraklarının tarihsel olarak kendilerine ait olduğunu bildirerek hak iddia etmekten geri kalmıyolardı. Başarılı olan bağımsızlık mücadelesinin ardından, Mustafa Kemal Atatürk tarih bilincini filizlendirme ve canlandırma çabasına başlayacaktı.
Atatürk, öncelikle Türk milletinin geçmişinin sadece Osmanlı’dan ibaret olmadığı, geçmişte birçok güçlü devletler kurduğu düşüncelerini ortaya çıkarmayı hedefliyordu. Bu fikirleri sayesinde şerefli ve güçlü, geçmişinden gurur duyan, geleceğe daha sağlam adımlarla basan millet dinamizmi sağlanabilecekti. Şemsettin Günaltay’ın ifadelerine göre 19 Eylül 1923 tarihinde “İstanbul Darülfununu Edebiyat Meclisi Müderrisi”ne karşılık olarak “Tarihçilerle çok konuşacağız.” ifadesini kullanmıştır. Henüz daha o yıllardan gelecekte atacağı adımların sinyallerini vermiştir. 1929 yılından sonra hızlanan tarih çalışmaları 1930 yılında “Türk Ocakları Kurultayı”nın kurulmasıyla daha büyük kurumların yolda olduğunun sinyallerini vermeye başlamıştır.
Atatürk’ün manevi kızlarından Afet İnan da bu kurultayda bulunanlar arasındaydı. Yine Atatürk’ün arzusu altında tetkik ve çalışmalara başlayan bu heyetin önceliği okullar için fasiküller hâlinde basılan “Türk Tarihinin Ana Hatları” eseri olmuştur. Türk tarihi hakkında oldukça yeni sayılan görüşlerle ortaya çıkan bu eserin hedef kitlesi okullardı. Ülkenin liderinin tarih eğitimi ve bilincine verdiği bu değer gerçekten de muazzam bir olaydır. Çünkü Atatürk, Türk milletinin geleceğini geçmişinden kuvvet alarak inşa etme planlarını yapıyordu.
15 Nisan 1931’de kurulan “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti”ni dil inkılabının ardından bugün adını bildiğimiz “Türk Tarih Kurumu”na çevirdi. Liseler için tarih kitapları çalışmaları yapılırken bu çalışmalarda, Prof. Dr. Mehmet Fuat Köprülü, Tevfik Bıyıklıoğlu, Reşit Galip gibi kimseler yer aldı. 1932 yılında Atatürk’ün direktifi ile “Birinci Türk Tarih Kongresi” toplandı. Türk milletine gerçek tarihini ve bu tarihinin ne kadar sağlam temellere dayandığını anlatmak için bir birlik meydana getirilmiş oldu. Yine 1932 yılında kurulan Türk Dil Kurumu, TTK ile tarih ve dil meseleleri üzerinde çalışacaktı. Atatürk’ün tarihe olan alakası ile ilgili genel düşünce, bir liderin tarihiyle duyduğu kıvanç ve iftiharı olarak şekillenmiştir. Gelecekte bunu yaşatacak olan nesiller olarak üzerimize düşen günümüze kadar gelen çalışmaların kıymetinin farkına varıp yüzlerce insanın emeklerinin boşa gitmemesi adına daha sıkı çalışmaya ve ilerlemeye devam etmektir. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi: ”Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.” ideali ancak böyle hak ettiği yerlerde yükselecektir.
Günümüzde tarih bilimi oldukça interdisipliner bir hâl almaya başladı, bunun bize getirdiklerini göz önüne alarak çalışmak da yarar olacaktır. Özellikle diğer sosyal bilimler ile neredeyse iç içe çalışılması durumunda olumlu sonuçlar vermesi yeni bir tarih anlayışına ön ayak olmaktadır. Gelecekte işleyiş açısından çok olumlu sonuçlar vereceğini düşündüğüm genetik bilimi ile birlikte çalışan bir tarih anlayışı bize yepyeni ufukları açma kapasitesine sahiptir. Eğer ileride kimliğini kaybetmiş, yok olmuş ya da erimiş bir millet olmak istemiyorsak gelişmesi için önem ve özveri isteyen tarih bilimine gereken bu ihtiyaçlarını sağlamalıyız. Unutmayın ki araştırmayan bir millet sadece kendine verileni görür ve duyar. Kendimizi araştırmacı bireyler olarak yetiştirerek tarihimizi sonsuza dek canlı tutmak için canla başla çalışmalıyız. Mustafa Kemal Atatürk’ün de dediği gibi:
“Tarihini bilmeyen bir millet, yok olmaya mahkumdur.”
Batuğhan Tatar
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!