“Ebrûdaki görünen şu nukûşâta iyi bak!
Şuûnat-ı ilâhîdir sıfatından ayan Hakk.”
Ebru; su yüzeyinde boyalar ve belirli malzemeler yardımıyla meydana gelen çeşitli desenlerin kâğıda aktarılmasıyla oluşan sanata denir.
Renklerin suda dansıdır, görsel bir şölendir.
İnsana çok şey öğretir, aynı zamanda insandan çok şey bekler.
Her manada tabiat ile iç içe olan, efsunlu bir yoldur.
Gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz buluttur, evrenin tekneye sığdırılmış hâlidir.
Denizin dalgasını, yağmur suyunun damlasını, taşı, toprağı, kısacası doğayı bizlere gösterir.
Esasında bu muazzam sanatın özü, toprak ve sudur.
Hakikatin gizi, ebru teknesindeki suya yansır.
Değeri yeterince bilinmemiş Türk el sanatları içerisinde en nadide olanıdır. Bir nefis terbiyesidir. Köklü bir geçmişe sahiptir. İsteyene Hakk’ı gösterir, isteyene huzuru, isteyene sabrı.
Etimoloji:
Ebru kelimesinin etimolojisiyle ilgili farklı bazı görüşler mevcuttur.
Farsça’da “bulut” anlamına gelen “ebr”kelimesi, Arapça’da aynı zamanda “gizlilik” anlamına da gelmektedir. Kâğıt üzerinde bulutumsu şekiller oluşturduğu için “ebrî” denmiştir.
Kelime kökeninin “Âb-ı rûy” (yüzsuyu, su yüzü) olduğuna dair görüşler de vardır.
Farsça’da “kaş” anlamına da gelen ebrû, Şemseddin Sami Bey’in Kamûs-ı Türkî lügatinde ayrıca şöyle açıklanmıştır:
“Ebrû: [Aslı Farsça ebrî, bulut renginde ve daha doğrusu Çağatayca ebre: roba yüzü, kürk kabı.] Hâre gibi dalgalı veya damarlı kumaş, kâğıt vesaire. Cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kâğıt.”
Avrupalıların bu sanata papier marbré (mermer kâğıdı)demesinin sebebi, kâğıt üzerinde oluşan damarların mermere benzetilmesidir.
Tarihçesi:
Çin’de 8. yüzyıl’dan itibaren “Suminagaşi” ismiyle, ebruya çok benzer su yüzeyinde meydana gelen bir sanatın uygulandığı bilinmektedir. Fakat bu sanat, geleneksel Türk ebrusundan birçok açıdan farklıdır.
Ebru’nun aslen menşei Orta Asya’ya dayanır.
Orta Asya’dan İpek Yolu ile İran’a, oradan Anadolu’ya, Osmanlı’ya geldiği bilinmektedir.
Osmanlı coğrafyasında ebru sanatının asıl merkezi tarih boyunca İstanbul olmuştur. Bu dönemden günümüze birçok ebru örneği ulaşmıştır.
Fuzûlî’nin Hadikatü’s Süedâ adlı eserinin bir nüshasında, tespit edilmiş en eski ebrularından biri bulunur.
Çeşitli coğrafyalarda varlığını sürdüren ebru, 17. yüzyıl’da Osmanlı’ya gelen seyyahların sayesinde Avrupa’ya da yayılmıştır. Asırlar boyunca bir kâğıt sanatı olarak uygulanan ebruya, batılılar “Türk kâğıdı” ismini vermiştir.
Günümüzde bilinen birçok ebru sanatçısı olsa da tarihte yaşamış olan ustaları bilmemiz pek mümkün değildir. Bunun sebebi; hepsinin şöhretten uzak, tevazu dolu bir yaşam sürmesidir. Bu yüzden ebru tarihi hakkında kesin bir şey söylemenin pek imkânı yoktur.
Tasavvuf ve Müzik ile İlişkisi:
Ebru sanatını icra etmek bir bakıma tefekkür etmektir. Kimi ebrucular sanatlarını O’nu bulma, O’na ulaşma çabalarında bir aracı olarak görürler. Varlık ile boyanın özünü bir tutarlar. Renklerde oluşan bir gizemin mevcut olduğunu savunurlar.
Ebru, aynı zamanda bir ritim sanatıdır. Boyalar, su üzerinde dağılırken adeta raks ederler. Müzik de ebru da ruhun birer gıdasıdır. Birçok sanatçı ebru yaparken bir yandan kanun, ney, rebap gibi ezgileri dinlemekten hoşlanır ve bunu bir ritim tekniği olarak kullanırlar.
Teslimiyet, tevazu ve sabır terbiyesi sanatçıya yavaş yavaş işlenir. Ebrucu, fırçaya vurduğu her damlada O’nu anar, zikreder. Bu sanatı icra etmek aslında gönül muhabbetinden başka bir şey değildir. Sanatçı kendini maddi boyuttan uzaklaştırır, kendi içinde dünya âlemine manevi bir bakış oluşturur.
“Zan etme ki bu eşkâlin hâlikıyız senle ben!
Gâfil olup şirke dalma! Bir Fâil’dir iş gören.”
Yapımı ve Kullanımı:
Günümüzde hazır malzemelere ulaşmak oldukça kolaydır. Fakat ebru sanatı, doğası gereği hazıra düşmandır. Ebru suyu olarak bilinen deniz kadayıfından oluşan kitreyi hazırlamak uzun zahmet ve titizlikle birkaç gün sürer. Sonrasında kitreyi sıcaklığı düşük, temiz bir alanda muhafaza etmek çok önemlidir. Bazı özel malzemelerle kıvamlı hâle getirilmiş suyun üzerine yapılan bu sanat, ortaya bir renk cümbüşü getirecektir. Fırçasının sapı gül dalından, başı at kılından oluşturulur. Boyalar, doğal toprak boyalarıdır. Toprak boyasının yapımı ise çok daha sabır gerektirir amma velâkin önceden hazırlanmış toz hâlindeki boyaları kullanmanın da mahsuru yoktur. Belli miktarda su ve öd ile ayar yapılır. Boya tekne üzerinde denenir, ayar tutmadıysa bu işlem mükemmele ulaşılana dek tekrar edilir.
Ebru için “sabır işi” denmesinin bir sebebi de budur. Ne kadar zahmetli görünse de esasında verilen emeğin karşılığını alabilmek son derece keyiflidir.
“Yüce Türkler ülkesinde kemâl bulmuş bu hüner;
Rabb’im dâim hıfz eylesin ebrû yapan zümreyi.”
Ebruda her şey dengeden ibarettir. Tıpkı evrendeki gibi, tek bir hata her şeyi mahvedebilir.
Sabır olmadan sanat olmaz.
Ebru, geleneksel bir sanattır. Usta — çırak ilişkisiyle öğrenilir. Yalnızca teknik meseleler öğretilmez. Güzel ahlak ve nefis terbiyesi bu sanatı diğerlerinden ayıran en önemli unsurdur. Bu sebeple kişinin kitaplardan veya videolardan ziyade bir ustanın yanında pişerek kendini geliştirmesi zaruridir. Usta, yetiştirdiği öğrencisine vakti geldiğinde icazet verebilir.
Ebru; Türk sanatlarının en renklisi, insanı en derinden etkileyenidir.
Bir Türk genci olarak; kültür ve sanatımıza, milli ve manevi kimliğimize sahip çıkmamız gerektiği kanaatindeyim. Böylesine yozlaşmış bir dönemde kişinin özüne dönmesi bir seçenek değil, zorunluluk olmalıdır. Bu sebeple ebru sanatçısı olma yolunda ilerleyen bir genç olarak, deneyimlerimi ve araştırmalarımı huzurunuza sunmak istedim.
Kaynakça:
Hikmet Barutçugil, Battaldan Baruta Ebruvan, Ebristan Yayınları, İstanbul, 2008
Ömer Faruk Dere, Devlet-i Aliyye’den Günümüze Ebru Sanatı, İnkılab Yayınları, İstanbul, 2011
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!