Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca, Gökler ha yedi kat olmuş ha sekiz, bana ne? Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca… Ömer Hayyam
“İyi ki doğdun 88-A, iyi ki doğdun 88-A!” Evin en arka odasına daire biçiminde dizilip büyük ablamın doğum gününü telefondan kutluyoruz. Ablam telefondan televizyon ekranına yansıtılmış yüzüyle bize özlemle bakıyor, annem bana dönüp kapıyı kapatmamı işaret ediyor. Usulca kapıyı kapatıyorum. Kapının kapatıldığından emin olan annem usulca ekrana yakınlaşıyor. Ablamla göz gözeler, ablam ciğerden geldiğini sandığım bir samimiyetle “Annem!” deyip duruyor. Annem etrafa bakarak alçak bir sesle “Ayşe iyi ki doğdun kızım.” diyor. Ablam hıçkırarak ağlamaya başlıyor. Annem gözlerini yere indirerek sadece halıyı izliyor. Odada bulunan ortanca ağabeyim ve eşi, onların yanında olan küçük kardeşim ve arka tarafta tüm olanları kahrolur gibi izleyen dayım ağlıyorlar. Ben ise ağlamak yerine tedirginim. Her eve hediye edilen “hizmetçi” robot, annemin ablama adıyla söz etmesini duymuş olabilir. Tedirgin bir hâlle kapıyı aralayıp etrafa bakıyorum, etrafta kimse yok… Mutfaktan ocağın üstündeki harlayan ateşin sesi geliyor sadece… Kapıyı rahatlıkla kapatıyorum. Annemle ablam ağlaşmaya devam ediyorlar. Onları izlerken akıllı saatimin alarmı beni bu âlemden koparıyor. Kolumu kaldırıp bakıyorum “Bugün saat 14.00’te iş görüşmesi var.” Saate bakıyorum, görüşmeye bir saat kalmış. Ekrana, ablama döndüm:
-Abla benim çıkmam gerek, 14.00’te iş görüşmem var.
Ablam gözyaşlarını silerek gülümsedi. “Tamam kuzum, hadi kolay gelsin sana.” Ekrana doğru yürüdüm. “Tekrardan doğum günün kutlu olsun ablam.” Ablam bana karşılık bir şeyler söyledi. Odadan çıktım. Robot mutfaktan çıkmış, banyodaki çamaşırları sepete dolduruyor. “Kolay gelsin” dedim kısık bir sesle. Robot, o mekanik, soğuk kafasını bana doğru döndürüp konuştu:
-Teşekkürler 097-K Bey.
-Akşama yemek planımız nedir efendim?
-Değerli müşterimiz, “Nizam” şirketimizin size sunduğu hizmet programına göre akşam yemeğiniz; beş yüz gram tavuk göğsü, dört bardak ölçütünde bulgur pilavı ve her aile bireyine özel altı tane protein barından oluşacak.
Demek bugün protein günüydü! Yüzümde hafif bir gülümseme oluşunca karşımdaki metal yığını eziyet çeker gibi gülümsedi. “İyi günler dilerim 097-K Bey.” Başımla selamını alınca yavaşça önündeki işine döndü. Odamın önüne gelip durdum. Gömleğimin üst cebimden anahtarı çıkardım. Odamı kilitlemek bana göre bir hareket değil aslında ama dört gün önce kitaplığımın karıştırılıp bazı kitaplarımın kaybolduğunu, Ipad’imin de karıştırıldığını anlayınca odamı kilitlemek zorunda kaldım. Üstelik karıştırılan kitapların içerikleri de ilginçti… Birinin adı, Robot İhalelerinde Karanlık Perde: Naylon Robot İhaleleri‘ydi. Kitabın konusu dört sene önce yapılan “Onuncu Genel Robot İmalatı” ihalesinde Nizam Holding’in güçlü ortaklarından olan Tut Bilişim’in yüz bin robot siparişi alması ancak sadece doksan beş bin tane robot üretmesi, aradaki beş bin robotun kaybolmasıydı. Bu konu hakkında onlarca fikir vardı. Ben, bu kayıp beş bin robotun o dönem güvenlik işlerini işleten “Dayanış Ordu ve Polis” şirketinin şehrin güneyinde bulunan kampına sevk edildiğine inanıyorum. Burada geliştirilip Genel Hükûmet adına güney denizinden sevk edilmiş olabilir. Herkes bilir ki iki yıl önce Genel Hükûmetler Baş Vekili, Dünya Barış Konseyi tarafından Güney Denizi’nde hükûmet bayraklı gemilerin korsanlık ve operasyonlar yaptığı iddiasını görüşmek için çağrılmıştı.
Dolaptan uzun, siyah montumu çıkardım. Üstü tozlanmıştı, elimle temizledim. Dolabın diğer tarafından şemsiyemi ve güneş gözlüğümü aldım. Gözlüğümü dikkatli bir şekilde ipinin arkasından tutarak kafama taktım. Artık dışarı çıkmak için hazır sayılırdım. Kitaplığımdaki kitapları göz ucuyla saydıktan sonra odadan çıktım. Ipad’imi bıraktım, zaten pek kullanmıyorum. Kapıyı dikkatlice kilitledikten sonra kapının önüne gidip hizmetçiyi beklemeye koyuldum.
-Hizmetçi hanım bakar mısınız?
“Mekanik âdem evladı” banyodan çıkıp yanıma geldi. Gözleriyle beni süzüp güneş gözlüğümün kalitesini inceledi. Memnun kalınca kafasını sallayarak bu sefer de kıyafetimi incelemeye yöneldi. Bu uygulamanın ilk yapıldığı zamanlar çok gerilirdim ama artık aşı olurmuş gibi hissediyorum. Kıyafetimi de beğendi, kafasını sallarken gülümsedi.
-Değerli müşterimiz, kalite kontrol testiniz bitmiştir. İyi günler dilerim.
-Size de hanımefendi.
Evin kapısını açıp dışarıya çıktım. Beni dışarıda ilk selamlayan rüzgâr oldu. Onu iliklerimde selamlayıp merdivenlerden hızlıca indim. Gökyüzünde bulutlar yağmur hazırlığında bu, hiç şaşırtıcı değil. Metroya doğru yürüdüm. Metro girişinde “Üçüncü Meşale” şirketi amblemli güvenlik çalışanları sırayla halkın ateşini ölçüyordu. Sıra bana gelince gülümsedim. Memur elindeki aletle ısımı ölçtü.
-Kolay gelsin memur bey.
-(hafif gülümsemeyle) Size de sayın 097-K.
Ateşim ölçüldükten sonra metro içine yürüdüm. Tren çok geçmeden geldi, bindim. Arkaya doğru geçtim. Gideceğim yer bir saatlik mesafedeydi. Metrodan inip görüşme yapacağım şirkete doğru yürüyecektim.
Oturduğum koltuğa yaslandığımda arkada iki adamın konuşmalarını duydum. Robotlar hakkında konuşuyorlardı.
-Len, İ- 108.
-Ha birader söyle?
-Şimdi bu robotlar her yerdeler ya, niye biz hâlâ fabrikalarda çalışıyoruz?
Yandaki adam elektronik sigarayı içine çekip burnundan duman verdi. Duman, boynundaki güneş gözlüğüne kadar varlığını sürdürüp söndü.
-Bak şimdi, bir robotun sol parçası koptu diyelim masrafı ne kadardır?
– ( eliyle hesap yaparak ) Yedi bin ya da sekiz binden başlar, usta payını da kat on bin olur.
İ-108 arkasına yaslandı. Elektronik sigaradan daha sert çekti.
-Peki güzel kardeşim bir insan kolu kopsa masrafı?
-Şirket sigortayla karşılar, olsa olsa üç bin.
-Yaa anladın mı?
-İnsan kanı robotun motor yağından daha ucuz demek.
-Doğru söyledin biraderim aynen öyle.
-Vay a.ına sen koyasın!
Küfrü duyunca gayriihtiyari gülümsedim. Tren iki durağı geçince yaşlı bir kadın bindi. Güneş gözlüğü gözünde takılıydı. Zar zor ilerleyerek bir koltuğa oturdu. Gözlükle çok komik görünüyordu. Arkasında oturan orta yaşlarda olduğu belli olan bir kadın sağ omzuna dokundu.
-Teyze gözlüğü çıkar istersen daha güneş çıkmadı.
-(kafasını arkaya döndürerek) Belli mi olur kızım, ne zamana ortaya çıkacağı belli olmaz.
Kaba bıyıklı bir adam gözlerini büyütüp saate baktı.
-Belli ya teyzem, saat 13.30’da olacak. Daha yarım saat var.
Kadın cevap vermeden önüne döndü. İneceğim durağa üç durak kalmıştı. Bizim semti geçeli üç durak olmuştu, artık İşçi Mahallesi’ndeydik. Tren durduğunda üstlerine tulumlarını giymiş yahut siyah pantolon üzerine bulduğunu giymiş kirli sakallı iri yarı adamlar bindi. Arkadaki iki adam burada indiler. Birinin yüzüne dikkatlice baktım. Aklıma az önceki konuşma geldi. Adamın yüzünde yeni uyanmışlığın tüm emareleri vardı. Elleri yara bere içindeydi. Dikkatlice baktığında baş parmağında küçük bir yara bandı olduğunu gördüm. Arkasında oturan işçi, miskin miskin esnerken saatine bakıyordu. İneceğim yere bir durak kaldı. Yaşlı teyze saatine bakıp korkuyla “Güneşe on dakika kalmış.” dedi. Gözlüğümü tutup önünü sildim. Tren durdu. Yavaşça yerimden kalkıp metrodan indim. Havada turuncu bir renk var. Bu, güneşin çıkması demek… Metrodan çıktığımda sağımdaki bir anne ve baba, çocuğuna neden gözlüğünü takması gerektiğini anlatıyordu. Çocuk “Baba, eskiden güneş hep tepemizdeymiş, o zamanlar nasıl yaşıyordunuz? Güneş neden günde bir kez görünüyor?” diye sordu. Babanın aklına hatırlamak istemeyeceği bir anı gelmiş olacak ki çocuğa sinirli baktı. Ben, güneşin her zaman üstümüzde olduğu günleri hatırlıyorum, şirketlerin üstümüze tanrı olmadığı günleri hatırlıyorum. Her şey mükemmel değildi, sokaklar yine suçlular, tembel memurlar ve gizli işsiz öğrencilerle doluydu. Ancak “özgür” olduğumuz inancını taşıyorduk. Artık özgür değiliz, birer “müşteriyiz”.
Akıllı saatimden gelen alarm üzerine durup şemsiyemi açıp gözlüğümü taktım. Üç dakika kaldı, iki, bulutlar yavaş yavaş kayboluyor… Sonunda güneş ortaya çıktı, herkes durup güneşin geçmesini bekliyordu. Yanımdan üç kişinin geçtiğini hissettim. Biraz dikkat edince gözlüksüz ve şemsiyesiz olduklarını fark ettim.
-YAŞASIN GÜNEŞ!!!! Kahrolsun şirket!!!!
-MÜSLÜMAN VİCDANINI ROBOTA SATMA!
-La İlahe İllallah!
Herkes korkudan etrafa dağıldı. Üç genç güneş altında inleyerek yandılar. Polisler üç gencin yanına koştu. Çocukların ağlamalarını ve koşan ayak seslerini duyuyordum… Bunlar “Habib-i Şems” isimli örgüte üye gençlerdi. Güneş kısa süre sonra ortadan kaybolunca şemsiyemi kapatıp gözlüğümü indirdim. Çocukların bedeninde yanıklar var, iğrenerek onları süzdüm. Kendilerini adadıkları örgüt, göçmen mahallerinde Hasan Tüfeyl adında eski temizlik işçisi tarafından kurulmuştu. Bu Tufeyl, robotların şeytan işi olduklarını ve Nizam şirketinin dünyaya yaygın kâfir meclisinin üyesi olduğunu anlatıyordu. Zamanla Arap göçmenler Tufeyl’in etrafında toplanmaya başlamışlardı. Ben, üniversitede iken arkadaşlarımın bazıları da gitmeye başlamıştı.
Metronun bölgesinden çıkarken yürüdüğüm yolun tersinden ambulanslar geliyor. Tepemde bir güvenlik drone’u olay yerini fotoğraflayıp merkeze gönderiyor. İş görüşmesine yirmi dakika kaldı. Yağmur hafiften başlayınca şemsiyemi tekrar açtım. Biten yolun sağından dönünce her bina başında olan hoparlörlerden duyuru yapılmaya başlandı:
-Değerli müşterilerimiz! Metro bölgemizde olan fiziki – sosyal arıza sonucu metro seferlerimiz saat 17.00’ye ertelenmiştir. Siz değerli müşterilerimize iyi günler dileriz!
Sanırım erimiş gençlerin bedenini yerden kazımak uzun sürecek. Sağ tarafımda uzunca bir yedek parça satan işportacılar var. Üçüncü işportacının arasındaki dükkânda elektro sigara ve tezgâh altında old school tütün vardı, dükkâna girdim. Adam elindeki tablete gömülmüş beni görmüyordu.
-Merhaba abi.
Bıyıkları dudaklarına karışan adam gözünü laptoptan ayırmıyordu. Öksürürken ağzını elinin tersiyle kapayarak bana cevap verdi.
-Merhaba kardeşim.
Gözümle satıcının arkasına dizilmiş elektronik sigaraları inceledim. En ucuzları en sağ alttaki “Yükselen Yıldız” sigaralarıydı. Sesimi biraz yükselttim:
-Abi bir tane Yükselen Yıldız alayım.
Adam sanki ona zorla bir şey yaptırıyormuşum gibi yerinden kalkarak sigara kutusunu verdi. Kutunun içinde sigara, yedek sipsi ve şarj aleti vardı. Parayı verip dükkandan çıktım. Sokakta kaşları çatık üç polis memuru vardı. Üçü de etrafa dağılmış işportacıların ruhsatlarını soruyordu. Yanlarından geçerken kutudan sigarayı çıkarıp ucuna sipsiyi taktım. Sigaramdan derin bir nefes çekip İşportacı Sokağı’nı geçtim. Saat 13.45’ti. Şirket binası uzaktan belli olunca iç cebimdeki dün koyduğum flash belleğimi kontrol ettim. Bellek buradaydı. Bellek içine “öz geçmişim”le beraber iki sene önce oluşturduğum “komünikasyon projesini” de koymuştum. Eğer kabul edilirsem cansız nesnelerde internet alanında çalışacaktım. Elektronik sigaramdan birkaç nefes daha aldıktan sonra sipsiyi çıkarıp iç cebime koydum. Binaya yaklaşınca kapı önünde uzun bir sıra gördüm. Korkum buydu, genç gözlüklü bir gencin arkasına yerleştim. Camlı kapıyı açan karga burunlu memur sıradakinin ısısını ve göz merceğini inceleyerek aldı. Önümde olan gözlüklü çocuk kafasını geriye çevirdi.
-Siz de mi iş başvurusuna geldiniz?
-(kafamı salladım) Evet.
-Hangi departmana başvuracaksın?
-Sanal bilinç geliştirmeye, sen?
-Halkla ilişkilere.
İkimiz arasında sessizlik oluşunca çocuk önüne döndü. Sıradaki yeni kişiyi aldılar. Beni içeri almalarına üç kişi kalmıştı. Çocuk yine kafasını geriye döndürdü.
-Sınava girdin mi?
-Evet, iki ay önce olan sınav değil mi?
-Aynen aynen, nasıl geçti peki?
-Yanii, 87 aldım işte, okuldaki çalışma ortalamam da iyi.
-Umarım alırlar dostum, benim de puanım 75.
-Düşükmüş ya.
-(kafasını kaşıyarak) He ya ama mahallenin idare bürosunda dört yıllık kariyerim var. Deneyim olunca pek dikkat etmiyorlar.
Biz konuşurken önümüzdeki üç kişiyi de içeri almışlardı. Sıra gözlüklüye gelince mercek taramasını yapıp, vücut ısını kontrol edip içeri aldılar. Sıra bana gelmişti. Karga burunlu memur bana doğru yürürken bir çağrı üzerine içeri gitti. Onun yerine nöbet tutan güvenlik memuru usul usul yanıma geldi. Sağ elindeki mercek taramayı gözüme tuttu.
-Lütfen gözlerinizi açın.
Gözlerimi kocaman açtım. Mercek taramayı sol ve sağ gözlerimin üzerinde usul usul gezdirdi. İşlem bitince mercek taramayı aşağıya indirdi.
-Şimdi de sıcaklığınıza bakalım.
Elini iç cebine atıp sıcaklık ölçüm aletini çıkardı. Alnıma koyup iki dakika bekledi. Süre bitince sonuca baktı.
-Testleriniz olumlu beyefendi, hoş geldiniz.
Kafamı sallayıp seri adımlarla merdivenlerden çıkıp şirkete girdim. İçerisi gayet özenle tasarlanmıştı. Mülakatın olacağı odaya giderken duvarları inceledim. Nizam Holding’in kurucu sahibi beyin fotoğrafları ve şehir haritamız vardı. Odanın önünde durdum. Derin derin nefes aldım. Kapı koluna elime götürüp onu döndürürürken söyleyeceklerimi tekrar düşündüm. Usulca kapıyı açtım. Kapının karşısındaki masada topuz saçlı bir kadın vardı. Beni görünce beton bir ifade ile selam verdi. Yanına yaklaşıp sandalyeye oturdum. Kadın, önündeki laptoptan bir şeyleri kontrol ederek konuşmaya başladı:
-İsminiz?
-97-K.
-( kaşlarını kaldırarak ) Lütfen isminizi tam söyleyin.
-Ben, anayasamıza göre müşteri numaralarımızın son iki hanesi yeterli diye biliyorum.
-Beyefendi o, devlet işlerinde geçerli, şirket başvurularında söylenmesi zorunlu.
-Pekala, 30324097-K
Kadın kayıtlara bakıp bilgilerime ulaşınca tatmin oldu.
-097-K Bey, lütfen flash belleğinizi verir misiniz?
İç cebimden flash bellek çıkarıp kadına verdim. Kadın flash belleği laptopa bağlayıp dosyamı açtı, dikkatlice okudu.
-Nizam Enstitüsü’nde çalışmışsınız. Geçen sene de ev eşya robotları imalatında görevli olmuşsunuz. Gayet iyi bir cv, şimdi sorulara geçelim.
Soğuk yüzünde zorlama bir gülümseme ile bana baktı. Gözleri korkutucu derecede maviydi. Arkasına yaslandı.
-Robotlar sizce korku unsuru mu?
-Yo hayır, tam tersi gündelik hayatımızda bize yardımcı olurlar.
-Cevap için teşekkürler, sizi “Robot Rehabilite”de çalıştırsak itiraz eder misiniz?
-Hayır, şirketin hangi konumunda çalıştığımdan çok kendi performansım önemlidir.
Kadın kaslarını hareket ettirerek korkunç gülümsemesini genişletti.
-Peki, sizce robotlar ve işçiler arasında gelir eşitsizliği var mı?
-Böyle idari ve iktisadi olaylarla ilgilenmiyorum.
-Bu bir cevap değil sayın 097-K.
-Açıkçası (inandırıcı olmak için gözlerinin içine baktım) robot işçiler konusunda bir rahatsızlık duyanlar var ama ben, geleceğimizdeki emek kalitesi için gerekli bir vazgeçilmezliğe sahip olduğunu düşünüyorum.
Gırtlağımı temizledim, kadın tekrar ciddileşip laptopa yaklaştı. Hakkımda kısa bir rapor yazdı.
-097-K Bey, başvurunuz inceleme evresine geçmiştir. Tebrikler.
-Yani seçildim mi?
-Şu an için bir şey diyemem. Üç gün içinde başvuru sonucu gelecektir.
Ayağa kalktım. Ne yapacağımı bilmiyordum. Kadını selamlayıp odadan çıktım. Kafam allak bullaktı. Ne olmuştu? Seçilmiş miydim? Belirsizliği sevmem (sırf bu yüzden beş yıllık sevgilimi terk ettim). “Ya Yaşat Ya Öldür” benim sloganım budur. Şimdi, hayatımın geri kalanı için yapmaya karar verdiğim işten kesin yanıt alamamıştım. Hızlı adımlarla binadan çıktım. Dışarısı içimdeki kaosa zıt olarak daha düzenliydi. Sırada bekleyenlere göz attım. Aynı benim gibi hayatlarını cenderelerden kurtarmak istiyorlar. Az önce geçtiğim yollardan tekrar yürüdüm. Bundan sonra her şey pamuk ipliğine bağlıydı…
Berat Şendil
Editör: Elif Berra Kılıç
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!