Değerlendirmemizin ana konusunun “Din ve Özgür Düşünce” olmasına karşın zaman sınırlamamızın “Erken Modern Dönem”de Avrupa olması nedeniyle öncelikle bahsi geçen zaman aralığının değerlendirilmesi yapılmalıdır. Amerika Kıtası’nın keşfedilmesinden (1492) Otuz Yıl Savaşları’nın sona erdiği yıla (1648) kadar geçen süreç, Avrupa için Erken Modern Dönem olarak adlandırılmaktadır.

15.yüzyılın son çeyreğinde Milli Monarşiler ortaya çıkmış, merkezî sistem ve ordu oluşturulmuştu. Modernizm uzmanları, 1789 sonrası Modern Dönem’in izdüşümlerini burada görmüşlerdi. 1789’u hazırlayan 1492-1648 yılları arası “Erken Modern Dönem”, 16.yüzyıl ve sonrası ise “Teknoloji Çağı” olarak isimlendirildi. Hıristiyanlık temelli ve parçalı siyasi yapının yavaş yavaş yerini Milli Monarşiler’e bıraktığı Avrupa’da, teb’a ve ülke kavramları ortaya çıkıyordu. Cemaat yapılanmalarının yerini alan ferdiyetçilik düşüncesi ve bireyin ön plana çıkarılması bir nevi domino taşı etkisi gösterecek, düşünce sistemi tüm dünyayı etkileyecek şekilde değişecekti. İdealizm egemenliğinde ve özellikle de kilise baskısı altında ortaya konulan eserler dinî değerlerin çerçevesinde gelişiyordu. Lakin aydınların baskıcı sisteme karşı duruşları, Hümanizma düşüncesinin yayılması, Milli Monarşiler’in inşası, Coğrafi Keşifler’in küresel etkileri ışığında artık Avrupa, Antik Dönem’den Modern Dönem’e geçişini yani Erken Modern Dönemi’ni yaşıyordu. 

Aklın ve bilimin saf dışı bırakıldığı skolastik düşünce yönteminde, tüm ana güçlerin de üstünde bulunan kilise ve dolayısıyla Papa, düşünmeye, daha doğrusu özgür düşünmeye izin vermiyordu. Halkın okuryazarlığının olmaması, baskıya karşı boyun eğmesi, dogmalarla yetiştirilmesi Avrupayı giderek karanlığa sürüklüyordu. Aforoz ve Enterdi ile korku salan kilise, Endüljans ile giderek güçleniyordu. Krallar da bu gücü kendi meşruiyetlerini temellendirmek için kullanıyorlardı. 

Tüm bu olanların dışında devletçiklerden meydana gelen İtalya’nın Kuzey Floransa toprakları yeni bir düşünceye gebeydi, “Hümanizma”. Bölgede ticaret oldukça gelişmiş vaziyetteydi. Ticaretle uğraşan kesim, farklı coğrafyalara gitme şansına sahipti. Bu durum da zengin kültürler ile tanışmak için güzel bir fırsattı. Özellikle sanata yansıyan bu birikimler eleştirel düşünce için zemin hazırlıyordu. Daha sonraları Hümanizma adını alacak bu hareketlenmenin ilk aşaması, Ruhban adı verilen toplumsal sınıfa mensup aydınların bir araya gelerek kilisenin sorgulanmasına asla müsaade etmediği öğretilerini eleştirmeye başlamasıyla oluşmuştu. Dinî metinleri de eleştirmeye başlayan aydınlar, İncil’in farklı nüshaları ile karşı karşıya gelmişti. Mevcut İncil’in bozulmalarına karşın Antik Dönem’de yazılmış İncil’in daha saf olduğunu anlamışlardı. Artık yapılacak olan şey, mevcut öğretilerin ilk başladığı yere dönmekti. İkinci aşama olarak, Eski Doğu ve Eski Batı Dilleri’ni öğrenmeye başladılar. Ki bu da Linguistik (Dilbilim) çalışmalarının fitilini ateşlemişti. Tarihler 14.yüzyılı gösterdiğinde Alman Mucit Johannes Gutenberg’in müthiş icadı matbaa sayesinde çevirilen İnciller, saf Hıristiyanlık düşüncesiyle çoğaltılıp halka dağıtılmaya başlandı. Bu gelişme de özgür düşünme hareketinin üçüncü evresini oluşturacaktı. Eski nüshalarda yer alan bireyin daha özgür ortamda yaşadığı gerçeği, aydınları Eski Roma insanının ideal insan olduğunu düşünmeye itiyordu. “Kiliseye vergi veren, sadece okuduğunu anlayan ve sorgulamayan insan idealdir.” düşüncesini kırmaya başladılar. Artık birey ön plana çıkarılmış ve değer kazanmaya başlamıştı. Dönemin üniversite kürsülerinde aydınlar, kilisenin durumunu ve yobazlaşan Hıristiyanlığı haykırmaya başlamışlardı. Sürecin ilerleyen safhalarında prensliklerden de destek gördüler. 

Diğer yandan bu muhteşem aydınlanma hareketi, bilim devriminin de temellerini oluşturuyordu. Din sömürüsü altındaki ekonomik baskının da çekilmeye başlamasıyla beraber, günümüz Avrupa’sı artık şekilleniyordu. Bu alenen ve cesurca gerçekleşen hareketlenme, Rönesans’ın doğumunu da hızlandırmıştı. 

Rönesans, bir nevi Hümanizm Düşüncesi’nin sanata yansıması olarak düşünülebilir. Sadece çağının değil günümüzün de aydınları olarak görülen çok değerli isimler, 14. ve 15. yüzyılda ortaya koydukları eserleri ile Rönesans’ın önderleri olmuşlardı. Michelangelo, Leonardo Da Vinci, Petrarch, Erasmus ve William Shakespear’in de aralarında bulunduğu isimler eserlerinde ana tema olarak insanı işlemişlerdi. Bu eserlerde insan her yönüyle ele alınıyordu. Dinin kutsallığından sıyrılan sanat, insanın kutsallığına bürünmüştü. Bahsi geçen aydınlar, insan ön planda bulunduğundan oldukça gerçekçi eserler ortaya koymak adına anatomi, geometri, matematik ve astronomi gibi bilim dallarında eğitim almışlardı. Bu durum da aydınların çok yönlü birer bilim insanı olmalarını sağlamıştı. 

Özgür düşünce, yukarıda bahsettiğimiz aşamalardan geçerek ve temelde dogmatizmi yıkarak var olmuştur. Hümanizma akımının doğuşu; Rönesans, Reform ve bu hareketlerin Coğrafi Keşifler gibi küresel sonuçları daha sonraki dönemlerde de özgür düşünceyi sürdüren unsurlar olmuşlardır. 

Kardelen Koçak

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir