havadaki ışık, yerini sise bıraktığında
çoktandı, hesaplaştım Tanrı’yla
saydım, kırıklar da var ayağının bastığı yerde
çakıllar da.
söyle, ne çok sevdim seni
ellerinde eskiden,
saman sarısı bir banliyö bileti
beklerken gelmeyen treni
bizim rengimizden yapılma bir kaldırımda
tarifi olmaz ne güzel şeydir
sokaklar sevmek zamanı kokar burada
hatırla, başıboş vagonlarda
acılarına sarılırken baktım sana
benimkiler ağır, değmesin ayağına, çekil
ve şiir, odandaki aynadan
başka bir şey değil.

Ali AYDIN

bir vakit saçlarını topluyorsun

gece avuçlarının arasında

birkaç parça toprağa düşüyor

ikinin yolunu bire düşüremeyen ben

hesaplara aldırış etmeden yüzümü topluyorum

sen gülünce kalbime bir tef tutuşturuyorlar

sesinde bir şeyler var

bana hep annemi hatırlatıyor

güneşle uyandığın aynı vakit dünya buz kesiyor

güzelliğin öylesine kıskandırıcı

demokratik bile olsa çözümler istemiyorum

güzelliğine kördüğüm olarak kalmak istiyorum

sen gülünce kalbime bir tef tutuşturuyorlar

çiçekler yetiştirdim

üstelik sana yetiştim

böyle muhteşem şeyler yalnızca kitaplarda olmuyor

gülüşünü görmek ve seni sevmek yetiyor

sen gülünce kalbime bir tef tutuşturuyorlar

Alperen Alparslan Gözen

“Türkiye, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkanını vermiyor.”Coğrafyanın ve keyfî idarenin kaderini tayin ettiği bir cehennem içinde gelecek 10 yılını planlayamamak.
Son günlerde şu cümlenin içinde saklı umutsuzluk ve karamsarlıktan beni yerin dibine sokan başka bir durum daha yoktur. Siyasal uğraşlar verdiğimiz uzun birkaç ayın geride bıraktığı hezimetten kaynaklı duygu yüklü enkaz ve hasret kaldığımız medeniyeti görme yoluna her geçen gün daha da uzaklaştığımız 21. yy ilk çeyreğinin son zamanları…

***

TÜRKSÜZ TÜRKİYE

Ortadoğu bataklığında beraber yaşamak mecburiyetinde kaldığı 3 milyon*  Suriyeli’nin arasında; rezil ekonomi politikasının sebep olduğu beş parasızlıkla, bizi kusma derecesine getirdikleri boktan siyasal çekişmeleriyle imkansızlığa alıştırılmış yeni “Türkiye” gençliği. 
Yaratmaya çalıştıklarının en büyüğü ise milliyetsizlik.
Bütün debelenmeleri sana geçmişini unutturmak için. Bu yüzden her sabah metroda farklı lisanlarıyla onca Ortadoğulu görüyorsun. Dilencisinin bile Türkçe konuştuğu günlere hasret kalan bizlere inat olsun diye bu coğrafyaya mecbur etmek istiyorlar. Seni Türk olmayan her kefeye koymak istiyorlar. Bundan “Türkiyeli” diyorlar her gün meydanlarda.
Yeni doğmuş bir dünya vatandaşı olduğunu kafana bir namlu ucu dayayarak kulağına fısıldıyor ve rolmodel alabileceğin ne kadar kahraman var ise ya itibarsızlaştırıyor ya da unutturuyorlar. 
Türk genci ilhamını Mete’den almazsa disiplinsiz olur. Türk genci ilhamını Namık Kemal’den almazsa hürriyetin bilincine varamaz.Türk genci ilhamını Enver’den almazsa hayal kurma yetisini kaybeder. Türk genci ilhamını Atatürk’ten almazsa başaramaz. Biliyorlar.
Sana geçmişini unutturma çabası bu yüzden işte çocuk. Seni ne kadar tahayyülsüz ne kadar disiplinsiz, ne kadar başarısız görmek istediklerinin farkında değil misin? 

***

PARASIZ BAŞARMAK

Türlü zorlukla aldığın üç kuruş bursun, yediğin ekmeğin, cebindeki bozuklukların peşindeler. Sana çalışma, üretme ortamı sağlamak için açacakları kütüphaneye kullanmaları gereken parayı; tembel hacı dayıların alınlarını, yerden ısıtmalı halılarda secdeye koymaları için harcıyorlar. Seni örseliyorlar çünkü onlara lazım değilsin. Muhalefet istemiyorlar. Çünkü muhaliflik bilmeyi gerektiriyor. Sosyal devlet olma gibi bir iddiaları var. Ancak saraydan-bataklığa epey bir mesafe olduğu apaçık.
Kendi zamlarının üzerini yine kendi medyalarıyla kapatıyorlar. Ekonomi bilmeden “enflasyonla mücadele” ediyorlar. Almak istediğin bilgisayarın, müzik aletinin; yemek istediğin domatesin, makarnanın fiyatını yükseltip dinin aza tamahı emrettiğini söylüyorlar.
Her cuma yalan vaaz edip her sabah riyâyla yatağımızdan kaldırıyorlar. Sunî gündemler oluşturup ortalık kızıştırıyor, cüzdanının boşluğunu unutturuyorlar. Tüm çabalarının içinde sana bir günlük keyfiyeti çok görüyorlar. Ve hâlâ utanmadan başarı bekliyorlar.
Seni ne kadar fakirleştirdiklerinin farkında değil misin?

***

MUHALEFETİN MUHAFELET OLMAMASI

İdeolojin ne olursa olsun fikrini beyan etmene fırsat vermeyen siyasi partilerimiz var olsunlar ! 
Yalnız yönetenlerin değil yönetenlere karşı gözükenlerin de istediği yine onlara biat etmek oluyor. Karşı gelemem çünkü en iyi muhalefeti büyüklerimiz yapar. Malum geçen seçim gecesi muhalif liderlerimiz bize ne kadar da sahip çıktılar, oylarımızı ne kadar da güzel korudular. Biri makam koltuğunda televizyon izlerken, öteki yalnız kendi devasını sarhoşlukta bulurken…
Şimdi bizim oyumuzla girdikleri meclisin kürsüsünde yaptıkları muazzam konuşmalarından, verdikleri soru önergeleri ve tekliflerden de anlaşılacağı üzere çok doğru yere mühür vurmuşuz hakikaten !
Halihazıda ortada bir beyaz varken ben daha beyazım iddiasıyla oy koparmaya çalışma gayretinizi kahkaha atarak izliyorum. Belki farkında değilseniz diye söylüyorum; maalesef değerli parti kurmayları ‘Din üzeri siyaset’ yaparak oy alma yöntemi daha önce defalarca başkaları tarafından denendi.
Bilinçli Türk gençliği, kendilerine kürsü üzerinde fırsat verilmesi gerektiğini birçok kez söyledi. Şimdilerde ise dikkate alınmadıklarının ve yüksekten söylemlerinizle onları kandırma gayretinde olduğunuzun gayet farkındalar. Örgütsüz, tanışıksız fakat aynı davaya hizmet eden onbinlerce genç, kendilerine yaşayan bir baş bulamamanın derin hüznü içerisinde rüzgarın tersine doğru el yordamıyla ilerleme gayretinde. Seni önemsemiyorlar farkında değil misin?

***

YAŞAYACAK MI DOKTOR BEY

Umut var mı? Soru bu. Bunca hengâmenin içinde kendi girdabını yaratma uğraşı veren bizler, bizden önceki dürüst ve liyakat sahipleri gibi yok olup silinecek miyiz ? Yoksa çarkın içine çomak sokmaya mecalimiz, hayatta kalmak için umudumuz kaldı mı ?
Elbette genç yaşta bizi kendi davalarının doğru olduğuna inandırmaya çalışan birçok kuruluşla karşı karşıya geldik. Bazılarına inandık mücadele ettik, emek verdik. Sonucuysa çoğunlukla daha kaliteli, daha zengin ve daha iyi bir yaşantı hayallerimizi tatmin edemedi. Bunca ekonomik ve sosyal probleme karşı hâlâ ayakta durmaya mecalimiz kaldı mı merak ediyorum. 
Bana sorarsanız göğsünün hemen altından vurulmuş ve kan kaybeden asker gibi bilinçli Türk gençliği. Son bir tıbbi müdahaleyle yaşayabilir ve bittabii dokunulmazsa kan kaybından yaşamını yitirebilir. Seni umutsuzluğa sürüklediklerinin farkında değil misin?

***

VAKİT KALMADI

İnanın nereye doğru gittiğimizi biz ne kadar bilmiyorsak bugünü yönetenler ve yönetmeye talip olanlar da o kadar bilmiyor. Özgüven sahibi yeni nesillerin oluşmasını beklerken gözümüzün önünde bir çöküşü izlemeyi istemiyoruz.
“Gençler, geleceğin milletvekilleri, siyasetçileri, bürokratlarıdır” şiarını düstur edinmiş alnı buruşmuşlara cevaben haykırıyoruz: Gençler; bugünün milletvekilleri, siyasetçileri, bürokratları ve karar merciileri olmalıdır. Gençler okumalı, gençler karar vermeli, gençler yönetmelidir. Gençliğini elinden alıyorlar farkında değil mısın?
                     
Talha Barış YAPICI

@hepormandayim

kesik bir şehrin dikişli köşelerinden dönüyorum
yüzümde çocukluğumun efsanesi yara izimle
sana gülümser bir yara iziyle
çıkmaz sokaklarda ben isimsiz fatihim
bir kısrağın bebe hatıralarına takılmışsın
iki düş arasında gittiğimiz sen
geldiğimiz hep sen oluyorsun
onlarca güzelin bakışları toplanıyor yüzünde
nazar sana değse bahtiyar olur
sen gülünce kalbimin atlarını koşturuyorum

zamanı paslı bir kantarda tarttım
okum beş peygamber gördü sadakta
hangi kutsal şehirde tanrıçaydın
atımı ve adımı sana süreceğim şafakta
tarih mutlaka geriye akar sesinde
sarıldım akrebe çıkmazına giriyorum
parmak uçlarının vakitsiz bir yaşamı var
parmak uçlarına öpücük kondursunlar diye
dağların rehini kuşları kurtaracağım
sen gülünce kalbimin atlarını koşturuyorum

dizinin dibinde bağdaş kurmaya geldim
namlunun ucuyla öpüşür gibiyim sanki
kılıcın kınında artık kalem kirpiklerin var
sırtımda zaferlerin renkleniyor, palazlanıyor
muhakkak bilir
bu yenilgiyi Allah’a kadar ulaştır
ne zaman aynaya baksam sen ilk günkü yüzümsün
çeyrek asrımda şanlı hüznüm
bir yıl sonra yaşım, sonra yüzümsün
sen gülünce kalbimin atlarını koşturuyorum

göğsümde bir masal dolaşıyor
kemiklerimde narin ayakların kırmızı izleri
bunca renk secdeye duruyor sende
ellerin ulu bir kurt gibi okşuyor göğü
ellerin beş şehrin saklı mabedi
sen gülünce kalbimin atlarını koşturuyorum

dile gelsin toplamadı mı saçlarından oy geceyi yaldızlı tarağın
tanrı mıdır yüzünden bahseden, on gecemin şu yıldızlı tarlası

@hepormandayim

Alperen Alparslan Gözen

Editör: Elif Berra Kılıç

Şahmeran; zayıf, ince, erkeksi hatlara sahip, gövdesinin yarısı yılan bir kadın. Onu diğer sürüngenlerden ayıran en büyük özelliği ise kırk bacağının olması. Cennetten kovulduğu gün gibi bilge ve tehlikeli.

Shahmaran

İlyas çıraklık zamanı gelmiş bir gençtir. Babasının onu bir şahmerancıya çırak vermesiyle başlar hikâye. Şahmeran ustası Mansur’un ilk dersi, sabırdır. Sabır bir şahmerancının bilmesi gereken belki de en önemli şey. İç içe hikâyelerle süslenmiş bir doğu masalı havasındaki hikâye, Camsap’ın, Belkıya’nın, Cihanşah’ın ve Ukap’ın da hikâyesidir. Şahmeran’ın Bacaklarında üzerinde en çok durulan kavram, “ihanet” düşüncesidir. “Bir Şahmerancı, en çok bunu öğrenmelidir: İhanet etmemeyi…” [1]

Çembere aldığım konu, kişioğlunu ihanete sürükleyen tetikleyici duygulardır.

“Nedir, Şahmeran hikâyesinin bağrında taşıdığı zehir? (…) Yılanla, insanın dostluğu (ki buna, düşmanlığı da diyebiliriz) eskiye, çok eskiye uzanır, ta elmanın tarihine dayanır.”[2]

“En kötüsü de ağzımdaki acılık. Ne kan, ne ateş, ne ölüm… Bu, hepsinin karışımı bir şey. Ağzımı açmak yetiyor her şeyi kapkara görmeme, insanlardan tiksinmeye. Ne zor, ne acı şeymiş insan olmak!”[3]

Peki, nedir insanoğlunun en büyük zaafı?

“(…) onlara vesvese verdi ve: “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedi kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi. Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.”[4] (A’raf Suresi, 20–21)

“Şimdi burada senin için ne acıkmak vardır, ne de çıplak kalmak. Yine burada sen, susuzluk çekmeyecek, sıcaktan da bunalmayacaksın. Derken şeytan onun aklını karıştırıp ‘Ey Âdem! Dedi, sana ebedilik ağacını ve sonu gelmez bir saltanatı göstereyim mi?”[5] (Taha Suresi 118–120)

Şahmeran da, Camsap da dost ihanetini tatmıştır. Yusuf misali kuyuya atılan Camsap, şüphesiz insanlara güvenmemesi gerektiğini bildiği halde onları salan Şahmeran, “ihanet”ini biliyordu. Şahmeran, insanoğluna güvenilmeyeceğini bildiği halde neden onlara güvenmişti? Şüphe, duyguların mı yoksa zekânın mı kusuruydu? Yahut güven? Şahmeran’ın Camsap’a duyduğu ilgi onu serbest bırakmasını sağlayan şeydi. Belkıya için şöyle demişti “…düpedüz bir insan değil. Bir gerçeğin, bir düşüncenin, bir inancın, bir insanın peşinden koşuyor… Böyle biri bir gizi korumak pahasına ölümü göze alabilir. (…) Canına sahip çıktığı gibi sözüne de sahip çıkabilir.” Şahmeran’ı şüpheye düşüren şey onun dava adamı bir insan olmasıydı. Bu insan, gerçekten sözüne sahip çıkabilir miydi? Şahmeran şu sözünden, kararındaki kusuru anlayabiliriz:
“Bunu insanoğlunu sınamaktan çok, Belkıya’yı sınamak olduğunu daha o zamanlar seziyor, kararımdaki ‘duygu’ payından korkuyordum.” [6]

Şahmeran’ın korkusu şüphe odaklıydı. Duygularına yenildiğinde Şahmeran da kendi tebaasına ihanet etmiş olmuyor muydu?

Ukap ve Belkıya’ya olanları nereden bildiğini sorduğunda Şahmeran, Belkıya’nın vezirinden öğrendiğini söyler. Onu neden saldığı sorulduğunda ise Şahmeran;

“İhanet, sevgi söz konusu olduğu zaman vardır. İşte onun için seni, vezir gibi kolayca salıvermem.”[7] der. Başından sonuna kadar, bu ihanet zinciri hep var olacaktır. İlyas ustasını kıskanacak, Camsap bedensel zaafları yüzünden Şahmeran’a ihanet edecek. Belkıya amacının esiri olacak, amacı için ihanetten çekinmeyecektir. Bir amaç zamanından önce bitirilmek istendiğinde, doğasını kaybedecek, ulaşılması gereken hedef için her şey mubah olacaktır.

Tüm sorunun özü, kusursuzluktan mahrum kalmaktı. Şahmeran’ın ihanetsiz sevgiyi araması, Belkıya’nın hayali, amacı, Camsap’ın sözüne olan inancı… Bunu hak etmediklerini düşünmeleri, yok olsalar bile kurtulamayacakları bir acının farkına varmaları… Yalnızlıkta atılan tüm adımlar gibi her seferinde aynı ağacın dibine getiriyor karakterleri.

Korku ve şüphe, bedeni ve zihne esir aldığında Şahmeranın sözleri her seferinde haklılığını koruyacak.

“Ben sana söylemiştim ya Camsap, insanoğlu ihanet eder.”[8]

Çünkü insanın yaşamı bunun üzerine yazılmıştı. İnsan, korkar, şüphe eder ve ihanet eder. Tüm varoluşun anlamlandırılmasıdır bu. Oysa insan en çok kendinden korkar, kendinden şüphe eder, kendine ihanet eder. En kolay unuttuğumuz söz kendimize verdiğimiz sözdür. Şahmeran bile yarı insan yapısıyla bunun bir parçası olmuştur. Kararsızlıklardan sonra duygusal zaafları üzerine kuruludur. Şahmeran, vezirin adamları tarafından götürüleceği zaman Camsap’a korku içinde ki bekleyişini ve bunun anlamsızlığını şu şekilde anlatmıştır.

“(…) belki de bütün hayatım katilimi beklemekle geçti, ben bunu saklanmak sandım; ta başından beri yazgımı başkalarının ellerinde bırakmakla; kaçıp saklanmakla; gizlenmeyi korunmak sanmakla; insan gibi hissedip, yılan gibi yaşamakla; duygularıma yenilmekle; saklandığım yerde olacakları beklemekle ben zaten ölümümü hazırlamış oluyordum. Belki de bütün hayatım gizli ve nazlı bir intihardı?”[9]

İnsanı ihanete teşvik eden yaşama içgüdüsü, Şahmeran’ın yaşama gereğini silikleştirmekle, anlamsızlaştırmaktaydı. Ne Camsap ne Belkıya ihanetin acısını sonsuza kadar çekecek. Acı bile anlamdan yoksun kalacak. Şahmeran’ın intiharı yahut ölümü, şüphenin ve korkunun hayatı devam ettiren ve sonunu getiren şey olduğunu anlattı.

Cengizhan Selçuk

Kaynaklar:

[1] Murathan Mungan, Cenk Hikâyeleri. İstanbul: Metis Yayınları, 2013, 21.

[2] a.g.e, 23

[3] Camus Albert, Caligula, IX. Sahne

[4] Kur’an-ı Kerim, İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2010, 151

[5] a.g.e, 319

[6] Murathan Mungan, Cenk Hikâyeleri. İstanbul: Metis Yayınları, 2013, 44

[7] a.g.e, 61

[8] a.g.e, 23

[9] a.g.e, 93

Akrep zehri kara gece
Neden sarmış saçlarını Kübey?
Kuğu zarifliği, süzülüyorsun düşüncemde
Neden bir köşeye sinmiş ağlarsın Kübey?
Yüzünü çöl sanıyorsun
Yahut
Toprağı kurumuş bir gül bahçesi
Yanılıyorsun Kübey
Yanılıyorsun!

Senin yekpare yanakların
Bir bahar sabahından daha canlıdır
Bir çocuk gülümsemesinden daha içtendir
Senin incinmiş kalbin

Nefes nefese kalmış bir ciğerden daha yorgun
Ateşe verilmiş bir fotoğraftan daha silik
Koparılmış bir çiçekten daha solgundur

Kendini bilmez Kübey
Sen her şeyi mümkün kılarsın
Bir balığı alır kanatlarına semayı tanıtırsın
Bir kar tanesini alır avucuna yıllarca saklarsın
Sen mümkünü başka alemde yaşarsın
Kendini bilmez Kübey
Artık kendini tanımalısın.

T. Feyza MACİT

Bana onu anlat dediler Tebriossa
Oysa ben bilmezdim şiiri, şiarı
Ben bilmezdim sevdadan başka davayı
Bilmezdim kafa tutmayı, baş kaldırmayı

Harbe girdim sözlükle
Kafa tuttum anlamlı kelimelere
Kafa tuttum ve yarıştım şairlerle,
Tebriossa koydum adını.
Harbe girdim şairlerle,
Mağlubiyetimin vuslat koydum adını.

Ki sen naz makamının nazlı sultanı
Uğruna bükülür dertli arşe
Uğruna yaş döker teldeki serçe
Uğruna olur her dize berceste
Sen ki;
Bastığın her yere bahar saçarsın
Sen ki;
Kanayan yaraya pıhtısın

Zerk ettin sevdayı kalbime de
Belayla meşk ettin beni
Yangın ortasında terk ettin de
Ateşle meşk ettin beni

Ant içtim Tebriossa
Her tan yerini saçlarınla ağartacağım
Azmettim Tebriossa
Ciğerine değen her nefesi kutsayacağım

Hatırla Tebriossa
Seni bağrımda nasıl gül gibi kuruttuğumu
En güzel cümlelerin raksına soktuğumu
Hatırla Tebriossa
Hatırla ve unutma

T. Feyza MACİT

bilmem kaçıncı yaşadığım gündür bugün
zemheri ayazında kaldığım kaçıncı gündür?
hâlâ gözlerimin altındadır celladım
sen, onu kovamayacak kadar uzaksın
tanımazsın beni

hatta kalem tutuşumun portresi bile yoktur aklında

kuvvetlice hissediyorum
bir Kaudupul* kadar yalnızsın
sakin ve düşüncelisin
düşler dururum neyi düşündüğünü
savaş düzlükleri midir yeğ konun?
yoksa kuantum fiziği mi kurcalar aklını?

gözlerinde gördüm ki
seni de defolulara ayırmış
bu fabrikadan bozma çağ
kabir yalnızlığı çekiyorum ki birileri bunu bilmeli
bilmelisin sen, anlatmalıyım sana
nasıl bozuldu aramız yaşamakla?



*Bir Kaktüs türü olan ve “Gecenin Kraliçesi” de denilen bu çiçek, kolay yetişmesine rağmen,
yılda sadece bir gece açıyor. Japonlar bu çiçeğe “Ayın altındaki güzellik” ismini de vermiştir

T. Feyza MACİT

Alparslan Türkeş, hayatının her döneminde çağın ötesini yakalamış bir liderdir. 1965’te “Türkiye’yi atom ve feza çağına sokmalıyız” demesinin sebebi, Türk milletinin kendi gücüyle ayakta durabilmesi için güçlü Türkiye’nin kurulması gerektiğini iyi bilmesiydi.

Ülkücüler fikir ve proje üretmedi ve üretmiyor diyenlerin MHP’nin önerdiği “Tarım Kentleri” projesinden haberleri var mıdır acaba? Tarım Kentleri kurulsaydı, bugün Türkiye sadece kendisini değil, komşu ülkeleri de doyurabilirdi. MHP’nin önerdiği “Bilim Kentleri” kurulsaydı, bugün Türkiye dünyaya yön verenler arasında olurdu.

Yeni bir Türk-İslam rönesansının mihenk taşı olacağı düşünülen Türk Bilim Kenti (Ankara Temel Araştırmalar Merkezi-ATAM) projesi 1994 yılında Türkeş’in himayesinde geliştirilmişti.

1994 yılının mayıs ayında Türkiye ve Türk Dünyası İktisadi ve Sosyal Araştırmalar Vakfı (TİSAV) yine Türkeş’in himayesinde kuruldu.

Vakfın amaçları arasında Türk dünyasında bilim ve teknoloji iş birliği ile ilgili öneriler hazırlamak, Türkiye’ye gelen bilim insanları ve öğrencilerin kaynaşmasını sağlamak gibi konular yer alıyordu. Türk Bilim Kenti projesi bu kapsamda geliştirilirken Alparslan Türkeş; Türk milletine yararlı olabilmek için bilim, kültür ve sanat alanlarında hız kesmeden çalışmalarına devam ediyordu.

Türk Bilim Kenti projesi 1993-1994 yıllarında Ankara Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi Öğretim üyelerinden oluşan on sekiz kişilik bir grup tarafından gelişmiş ülkelerdeki durum incelenerek hazırlanıyor. Gelişmiş ülkeler, öncelikli alanlar ve stratejik teknolojiler grup üyeleri arasında paylaşılıyor. Haftalık toplantılar da bu konular detaylı bir şekilde tartışılıyor.

1994 yılı sonunda Başbuğun önerisiyle proje TBMM’ne sunuluyor ve ilgili Kanun tasarısı gündemin ikinci sırasına kadar yükseliyor. Erken seçimden dolayı proje rafa kaldırılıyor.

Türk Bilim Kenti projesi çerçevesinde isimleri aşağıda verilen ulusal araştırma enstitülerinin kurulması öneriliyor:

1) Yüksek Enerji Fiziği
2) Termonükleer Füzyon
3) Yüksek Sıcaklık Süper iletkenliği
4) Atom ve Molekül Fiziği (Lazerler ve Spektroskopi)
5) Bilişim Teknolojileri
6) Moleküler Biyoloji
7) Biyoteknoloji
8) Yeni ve Yenilenebilir Enerji Kaynakları
9) Lineer Olmayan Çalışmalar
10) Jeolojik Sistemler
11) Uzay Araştırmaları
12) Yeni Malzemeler
13) Polimer Araştırmaları
14) Biyosistemler ve Çevre Bilimi
15) Optoelektronik
16) Nükleer Teknoloji
17) Ergonomi (İnsan Mühendisliği)

Bu listeyi son yılların gelişmelerini göz önünde tutarak güncelleyerek, Türk Bilim Kenti projesini yeniden TBMM gündemine taşımalıyız.

1955 yılında kişi başına GSMH açısından Japonya, Türkiye’nin gerisindedir; Güney Kore dörtte birimiz bile değil. 2010 yılında ise Japonya bizim dört katımıza, Güney Kore ise iki katımıza çıkıyor.

Bunun sebebi ise Bilim Kent projeleridir.

Japonya Tsukuba Bilim Kenti… 1964 yılında kuruyor, 1970’ler Japon mucizesi…
Güney Kore Daedeok Bilim Kenti… 1973 yılında kuruyor, 1980’ler Kore mucizesi…

Güney Kore Sejong’da ikinci Bilim Kentini kuruyor, 5 yıllık süre için ayrılan harcama 40 milyar dolar. (Yani Türkiye’nin 5 yıllık toplam AR-GE harcamasından fazla)

Türk Bilim Kenti 1996 yılında kurulmaya başlasaydı, bugün kişi başına GSMH’miz çok daha fazla olurdu. Türk dünyasının âlimleri kendi coğrafyamızda ileri düzey araştırmalar yapma imkanına sahip olurdu. Doğa bilimleri alanında yetişen gençlerimizin istihdam problemi çözülürdü. Dünyanın önde gelen alimlerinin önemli kısmı Türk Bilim Kenti çerçevesinde kurulan Milli Laboratuvarlarımızda çalışırdı.

Bu ülke, Türk milleti maalesef ki Alparslan Türkeş’i anlamadı. Onun ufkunu, vatanı ve milleti için nasıl çalıştığını, ürettiği projeleri göremedi yahut görmek istemedi. Umarım bir gün Türk Bilim Kenti projesi hayata geçer ve ülkemizin refahı da bununla beraber yükselir.

Erkan ÖZBEN