Doksanlı yılların başından itibaren, özellikle SSCB’nin yıkılmasıyla beraber, entelektüel düzeyde gündemde yer alan ve her ülkenin entelijansiyasında konuşulan tek konu, “küreselleşme” idi. Ronald Reagan’ın “Şeytan İmparatorluğu” şeklinde nitelendirerek, “kutsal-dini” bir mücadele motivasyonu kazandırdığı SSCB’nin yıkılması, liberal kapitalizmin ve demokrasinin mutlak zaferi olarak yorumlandı. Ancak bugün gelinen nokta, ortaya atılan bütün tezlerin güvenilirliğini sorgulattı. Bütün dünyada, çeşitli sorunlara bağlı olarak gelişen ve sağ veya sol olarak ayırt etmekte fayda görmediğimiz “popülizm”, “küreselleşme” dalgasının ortadan kaldırdığı sınırları yeniden çizmeye başladı. Özellikle iletişimdeki olağanüstü gelişmeler, küreselleşmenin çeşitli yönlerini durdurmanın mümkün olmadığını ortaya koyuyor. Ancak bu gelişmeler, Huntington’un “demokrasi dalgaları” tezindekine benzer bir şekilde, küreselleşmeyle ilgili ters dalgalara da sebep olabilir. Yani küreselleşmenin dinamikleri, küreselleşmeyi önemli ölçüde gerileten faktörlere dönüşebilir. Böyle bir ihtimalde en önemli faktör de kuşkusuz her türlü iletişim ortamı ve medya platformu olacaktır. Nitekim geçtiğimiz yılın kasım ayında, Victor Orban’ın yönetimindeki Macaristan’da, hükümet çizgisindeki yaklaşık 500 gazete, televizyon, radyo kanalı ve web sitesi tek bir holding bünyesi altında birleştirildi. [1]
Orban örneğinde görüldüğü gibi 1 Brezilya’da Bolsonaro, ABD’de Trump, İngiltere’de Boris Johnson, Bolivya’da Morales ve tabii ki Venezuela’da Maduro gibi liderlerin varlığı, popülizmin bütün dünya üzerinde etkili olduğunu gösteriyor. Özellikle Avrupa’da aşırı sağın yükselişi, böyle bir sürecin destekleyicisi olması bakımından önem taşıyor. Nitekim popülizm, dünya üzerinde 2 milyar insanın maruz kaldığı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. [2]
Konunun Orban örneğindeki bağlamına dönecek olursak, 2019 verilerine göre Trump, Oval Ofis’e geçtiğinden beri sayısı 12.000’i bulan yanlış ve yanıltıcı iddia ileri sürdü. [3]
Ancak buradaki asıl hassas nokta, Trump’ın öne sürdüğü iddiaların, gerçekmiş gibi algılanması ve bunun üzerinden yeni bir toplum mühendisliği örneğinin ortaya koyulmasıydı. Yani insanlar; ihtiyaçlarına, ideolojilerine, inançlarına ve görüşlerine paralel bir şekilde inanmak istediklerine inandılar ve yeni bir “sahte-gerçeklik” inşa edilmiş oldu. İşte yeni medya alanı, yalan ve dezenformasyona karşı gerçeği ortaya koyma çabasını sergilediği kadar, yeni ve yalan bir gerçeklik inşasında da önem taşıyor. Her yıl, klasik medya düzenine karşı yeni alternatifler üretilirken bu yeni alternatiflerin eskimesi de aynı hızla gerçekleşiyor. Hız, sürekli değişim çabası ve alternatif teknolojilerin gelişimi, bunları iyi kullanabilen siyasi ve sosyal hareketler için çok iyi bir fırsat haline gelebiliyor. Bu noktada, Türkiye’de her an eskiyen “yeni” medyanın gelişimi ve alternatifler karşısındaki tepkimeleri de bu açıdan dikkatle izlenmesi gereken bir süreci işaret ediyor. Türkiye, basın-yayın alanında üzerine özellikle çalışılması gereken ülkelerin başında geliyor. Büyük bir zemin üzerinde kurulu tarihi birikimin en ileri ve entelektüel açıdan dolu aşamalarının öncüsü, her biri ayrı ayrı incelenmesi gereken gazetelerimiz olmuştur. Modernleşme sürecinin dinamiğini de oluşturan bu alan; siyasi, ekonomik ve kültürel yaşamda oluşturduğu bağlantıyla, topyekün bir “uyarıcı” etkisi görmesi bakımından önemlidir. Fakat önem bakımından asıl çıkış noktası, bireyden cemaate, oradan topluma uzanan geniş bir alandaki etkisi ve son dönemde bir kavram olarak kullanılmasından hoşnutluk duyulmasa da yarattığı algıdır. Bu algının yaratılması ve kullanımı, günümüzde en başta siyaset olmak üzere her alanda daha fazla önem kazanıyor. Üstelik bu sürecin başlangıcı, “yeni medya” alanının gelişmesi sürecine değil, daha eskilere kadar götürülebiliyor. En bilineni, Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti ile işgal kuvvetlerinin yalan haber ve dezenformasyon çalışmalarına karşı Milli Kuvvetler’in Anadolu Ajansı ve diğer faaliyetlerle buna karşı koyması olabilir.

Yunan işgal kuvvetlerinin, Mustafa Kemal olduğu iddiasıyla dağıttıkları fotoğraf (“Cephelerden Kurtuluş Savaşı’na” albümünden)

Haberin gerçekliği ve yeni medya alanına da örnek olabilecek bir diğer gelişme, çok partili siyasi faaliyetlerle gerçekleşti. Bu noktada çok bilinmeyen bir örneği verelim. Siyasi partiler adına faaliyet yürüten, konuşma yapan ve miting düzenleyen siyasetçilerle muhabirler arasında, o dönemin koşullarına en uygun olabilecek bir haber doğrulama uygulaması vardır. Buna göre, mitingde konuşan siyasetçinin konuşmalarını yazıyla not alan muhabir, mitingin sonunda konuşmaları derler ve konuşmayı yapan siyasetçiye götürür. Siyasetçi, söylediklerini okuduktan sonra altına imza atar ve sözlerin kendine ait olduğunu teyit etmiş olur. Bu, dönemin koşullarına göre en makul ve pratik çözümdür, üstelik Türkiye’de işleri her zaman zor olan gazeteciler için de bir güvencedir. Teknolojideki gelişimin hızı ve niteliği, Türkiye’de medyayı farklı alanlara taşıdı. Bu arada “Babıali gazeteciliği” olarak da ifade edebileceğimiz profesyonel, idealist, bilinçli ve fedakâr görünüm; sermaye-siyaset doğrultusunda farklı bir noktaya evrildi ve geniş bir alana yayılırken nitelik olarak da zayıfladı. Bu arada iletişim alanında ortaya çıkan yeni alanlar ve boşluklar da çabucak dolduruldu. Bu alanda en bilineni, artık “özel olma” halini ve niteliklerini yitiren, çok eskiyen haber siteleri oldu. İnsanların gazete almak yerine her gün telefonlarından veya bilgisayarlarından açtıkları ve kullandıkları haber sitelerini bile “eski” olarak nitelendiriyoruz. Niçin? Clickbait, zamandan tasarruf, gereksiz ayrıntılar vb. Yani gelişimin ve değişimin hızı, her çalışanı sürekli alternatifler ve yeni fikirler üretmeye mecbur hale getiriyor. Bu sürece uyum sağlayamayan, edindiği yeri hızlıca kaybediyor ve yerine gelen de “sürekli değişim” arzusuyla yeni bir motivasyon oluşturuyor. Esasında bunlar birbirlerini üreten ve akış içerisinde gerçekleşen süreçler. Yazılı basının yerini internet medyasının alması, internet medyasının kendi içerisinde yeni formatlara bürünmesi gibi bütün durumlar, insanların hayatlarını mümkün olduğunca kolaylaştırmak ve gündelik akışı engellememek üzerine kurulu. Sıradan bir haber uzantısına ulaşıp, binlerce kelimelik içerikten önemli olanı seçmek zahmeti yerine, sizin için bunu ayıklayan ve size sunan birileri var. Bir haber metninde verilmek isteneni, sosyal medyada 280 karakterle ifade etmek de bu sürecin bir parçası. Fakat bu da artık yetersiz. Tıpkı hâlâ etkin görünen “YouTube” kanalları gibi. Yani bu kanallar da artık yetersiz, demode ve zahmetli. Bu noktada önemli olan, hayatın her alanında maksimum faydaya zahmetsiz bir şekilde ulaşabilmek. Bunun en bilinen platformlarından biri de Netflix; zaten bundan dolayı yeni yasalarla bunun önüne geçilmeye çalışılmıyor mu? Türkiye’de ve dünyada hayatın akışı, sıradan bir insanın yükümlü olduğu sorumluluklar gibi “kıskaç” etkisi yaratan faktörlerin bizzat kendisini yansıtıyor. Kolay, seri, hızlı ulaşabileceğimiz zahmetsiz hizmetlere muhtacız. Masa başında çalışan bir beyaz yakalı, sıradan işlerini hallederken nostaljik bir diziyi izlemek yerine bilgisayarda farklı bir pencere açıyor ve bir yandan çalışırken bir yandan da kulaklığından karakterlerin konuşmalarını dinleyerek görsel çağrışımları kafasında yaratıyor. Yoğunluk, bizleri aynı anda birkaç iş yapmaya mecbur bırakıyor. Aynı zamanda farklı kombinleri ve alternatifleri de oluşturarak belli bir alışkanlık da sağlıyor, en önemlisi de zamanı iyi kullanabilmek. Araba kullanırken radyo dinlemek, herhangi bir konuda podcast açmak gibi. Teknoloji, “Spotify” veya “SoundCloud” gibi platformlarla bu alanda da insanlara kolaylık sağlıyor. Netice, bütün bu teknolojik alanların haber platformları için uygun formatlar üretmesi ve bunların alıcılarının her geçen gün artması oluyor. Burada tabii ki nitelik sorunu da ortaya çıkıyor; aynı zamanda “Doğru-Yanlış” gibi bir değer yargısını ifade eden kavramlarla “Gerçek-Yalan” gibi daha somut, bilimsel ve tek bir sonucu olan ikilemler de. Bu sürekli akış, bundan sonra da mümkün olduğunca hızlı bir şekilde devam edecek ve her zamanki gibi bir değil, birkaç adım önde olanlar kazançlı çıkacaktır.

Enes Bahadır Kızak — YTÜ Doktora Öğrencisi, Vaziyet.com.tr editörü

[1] “Orban hükümet yanlısı medyayı tek elde topladı” https://www.dw.com/tr/orban-h%C3%BCk%C3%BCmet-yanl%C4%B1s%C4%B1-medyay%C4%B1-te k-elde-toplad%C4%B1/a-46532322

[2] “Dünyanın en popülist liderleri: Türkiye kaçıncı sırada?” https://tr.euronews.com/2019/03/07/arastirma-dunyanin-en-populist-liderleri-turkiye-kacinci-sirada

[3] “President Trump has made 12,019 false or misleading claims over 928 days” https://www.washingtonpost.com/politics/2019/08/12/president-trump-has-made-false-or-misleading-cl aims-over-days/?noredirect=on

İyi Parti’de Ne Oldu, Ne Oluyor, Ne Olması Gerekiyor?

İyi Parti son zamanlarda sancılı bir süreç geçiriyor. İyi Partili birtakım yöneticilerin tavrı, sözleri tabanda rahatsızlık oluşturdu. Sosyal medyada geniş yankı bulan tepkilerle birlikte özellikle genç kesimden peş peşe istifalar geldi. Durumu daha iyi anlamak için Talha Barış Yapıcı ve A. Kutalmış Işık’ın “İyi’den İyi’ye” adlı seslenişini noktasına dahi dokunmadan sizlerle paylaşıyoruz.


Başlarken

Barika-i hakikat, müsademe-i efkardan doğar (Hakikat nuru fikirlerin çarpışmasından doğar)” lakin biz yine de Türk milletinin ve onun değerlerinin büyüklüğünü kabullenen, bunlara bütünüyle saygılı ilerici Türk gençleri olarak siyasetimizin, özellikle de İyi Parti’nin içinde bulunduğu duruma dair hatalar tespit eden, şikayetler barındıran satırlar karalamaktan hem kendi adımıza hem de muhataplarımız adına artık bıkıp usandığımızı hal beyanımıza başlarken belirtmekte fayda görüyoruz.
Siyaseti her şeyden önce ‘halk için’ bir uğraş olarak algılayan, sağlıklı ve düzgün kurumların şahsi çıkar davası peşindekileri çember dışında bırakarak inşa edilebileceğine inanan kalem sahipleri olarak icradakilerin bu yazıyı içeriden bir sesin dışarıdan bakan gözlerle karaladığı bir tenkit şeklinde algılamasını arzu ederiz.

İsyanımız Var!

İlk kıvılcım, bir iç isyandı. Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki önemli isimler mevcut idareye baş kaldırmaya başlamıştı çünkü istikrarlı bir başarısızlık tercih ediliyordu. Başarısızlık sorgulatır; hedefler, söylemler, fikirler, politikalar, kısacası her şey sorgulanmaya başlar. Böyle oldu, millet ve milliyetçilik tanımlamaları arasındaki farklar belirginleşti. 15 Mayıs 2016’da yapılacağı ilan edilen kongre, sadece parti içi demokrasinin bir gereği değil, siyasî arena özelinde “Milliyetçi Reform”un da ilk adımı olacaktı. Kongre çağrısı sadece MHP’lilere değil; tabelalar yerine milletine aidiyet besleyen milyonlara umut oldu. Zaman geçti; elektrikler kesildi, salonlar basıldı, türlü mağduriyetler yaşandı ve bir yanda reformun zemini tamamlanırken öte yanda da yaratılan mağduriyetlerin müsebbipleri AKP ve MHP, daha sonra resmiyete büründürecekleri ittifaklarının da ilk adımını atmış oldu.
Süreç sonuçlandığında ‘farklı’ olanlar yeni bir yuvaya sahip oldu. Özellikle değersizleştirmeye, ötekileştirmeye çalışılanların; herkesin oyunu üzerinden kurduğu lakin oyuna dahil etmek istemediklerinin; gençlerin ve kadınların uzun zaman sonra ilk kez ‘seslerini gür çıkarabilecekleri’ bir oluşuma kavuşması büyük bir heyecan yarattı. “Ben bu yolu gençler olmadan yürümem” diyen ilk kadın Cumhurbaşkanı adayının etrafında gelişen ve büyüyen bir kadın hareketi, bir gençlik hareketi meydana geldi.
İddia büyüktü; yeniden umut olmak, yeni bir milliyetçilik tanımını tatbik etmek, siyasette daha yüksek kadın ve genç katılımını sağlamak, kutuplaştıran siyasete son vermek.
Henüz emekleme aşamasındaki bir parti için her seçmenin ağzından ‘oy vereceğim’ ifadesini almak zordur ancak ‘oy verebilirim’ diyen seçmen sayısı iyi bir ölçüttür. Anketler, işte bunu, yani halkın Akşener’e kulak vermek istediğini ve partinin büyük potansiyelini gösteriyordu. İktidar yürüyüşümüze ket vurmak için AKP-MHP koalisyonu ülkeyi ivedilikle sandığa götürdü. Milletvekilliği aday adaylığı sürecinde yapılan hatalara, aday listesinin tabanda yarattığı hayal kırıklığına rağmen örgütlenmesini sağlıklı biçimde tamamlayamamış, kurumsal yapısını tam olarak inşa edememiş İyi Parti, 24 Haziran’da ittifaksız dahi meclise girebileceğini gösterdi.

Memnun Olduk ve Memnun Ettik Mi?

24 Haziran, iktidar hedefi koyan bir parti için başarısızlıktı, halk AKP diktasından kurtarılamadı. Gayet haklı mazeretler sıralanamaz mı? Pek tabiî ki, alt alta koyduğumuzda uzayacak liste Beştepe’den Balgat’a yol olur ama ulaşılmak istenen nokta da belli, ulaşılan nokta da… Yıllardır, kaybedilen her seçimden sonra CHP ve MHP genel merkezlerinden yapılan anlamsız ‘zafer’ açıklamalarına benzer açıklamaları 24 Haziran’dan sonra İyi Partili siyasetçilerden duymak ve hatta birkaç gün sonra duymak doğal olarak içeriden dışarıya rahatsızlık yarattı. Bunu aşmak ve başarısızlıkla yüzleşmek için Afyon Çalıştayı organize edildi. Burada İyi Gençlik Kurucu Genel Başkanı Osman Ertürk Özel’e yapılan alçakça saldırı ve Meral Akşener’in ‘dönmeyeceğini ilan ederek’ sunduğu istifası uzun süre hem parti hem ülke gündemini meşgul etti. Özel’e yapılan kapatılamamış bir defter olarak kalması sebebiyle partinin yine bir ayıbı olarak rafa kalktı. Genel Başkan ise uzun uğraşlar neticesinde ikna edilip milletin tevdi ettiği görevinin başına geçti. Bu süreçte kendini Meral Hanım’ın kapısına zincirleyenlerin olması ise halen tabelaya veya başa imanı olanların içimizde olduğunu maalesef bizlere göstermiş oldu.
31 Mart Mahalli İdareler Genel Seçimlerinin özellikle büyükşehirler ekseninde kaderini tayin eden oluşumlardan biri de İyi Parti oldu. CHP ile ittifak görüşmelerindeki fedakâr tutum Millet İttifakı’na 11 büyükşehir, 10 il, 209 ilçe belediye başkanlığı kazandırdı. 23 Haziran da bu galibiyetin taç giyme töreni oldu.
25 Ekim 2017’den bu yana geçen kısa sürede vatanın felahı, milletin refahı için güzel işlere imza atıldı ancak hem yeterli olmadı hem de İyi Parti’de sular durulmadı, Peki neden?

Kan Kaybı

24 Haziran’da İyi Parti, Demokrat Parti Genel Başkanı’nı saymazsak TBMM’ye 42 milletvekili taşıdı. Sırasıyla İstanbul Mv. Hayati Arkaz, İstanbul Mv. Fatih Mehmet Şeker ve Manisa Mv. Tamer Akkal’ın istifalarıyla bu sayı 39’a indi. Özellikle bu istifalar partinin aday listesinin yanlışlığını gözler önüne sermeye yetti. Arkaz, en zayıf halkaydı, gitmesi kimseyi şaşırtmadı. MHP Genel Başkanı’nın elini öpmüş, tepkiler çığ gibi yükselmiş ve Meral Hanım’ın kapıyı göstermesiyle gerçek yuvasına dönmüştü. Buradaki hata, ihraç edilmeyip istifa etmesine müsaade edilmesiydi. Bir diğer İstanbul vekili Fatih M. Şeker. Partiden istifa etti, bağımsız olarak görevine devam ediyor. Kendisini bir İyi Parti adayı olduğu için seçen, meclise taşıyan seçmene partiden neden istifa ettiğini izah etme nezaketini sergilemeye bile tenezzül etmedi. Tamer Akkal, İyi Parti’yi HDP ile ittifak yapmakla itham edip AKP saflarına katıldı. Akkal’ın istifası için söylenecek çok söz vardır ancak o, en güzel cevabı İyi Parti milletvekiliyken danışmanı olan Cenk Özatıcı’dan almıştı.

İstifalar meclis kadrosuyla sınırlı kalmadı. Partinin kuruluş aşamasında en çok gündeme gelen kurucu üyeler Yusuf Halaçoğlu, Özcan Yeniçeri ve Nevzat Bor ise 24 Haziran seçimlerinin sonuçlarını beğenmeyip düzenledikleri bir basın açıklamasıyla istifalarını açıkladılar. Parti kuruluşundan aday listesinin açıklandığı güne kadar yaptığı konuşmalarla, örnek teşkilatlanmasıyla, kariyeri ve duruşuyla büyük takdir toplayan Kurucular Kurulu üye ve Gençlik Kolları Kurucu Genel Başkanı Osman Ertürk Özel de 24 Haziran’dan sonraki süreçte parti ile yollarını ayıran isimlerden biri oldu. Özel’in istifasındaki detayları taraflar yazılı olarak açıklamadığı için yazının konusu dışında bırakmak uygun olacaktır. Bununla beraber 4. Olağanüstü Kurultay’da talep üzerine çarşaf liste usulü tercih edildi. Çarşaf içindeki blok liste tepkilere neden oldu. Rahatsızlık duyuldu ancak bu rahatsızlık neden ciddiye alınmadı ve üstü kapanıp gitti? Gençlik Kolları, partinin 30 yaş altı üyelerinin kahir ekseriyetini tatmin etmiyor. Sorunları çözmek yerine tüzükte ufak bir değişiklikle Gençlik Kolları Genel Merkezi’nden kurtulmak fikri neden tepki dahi çekmedi? Ortalıkta Gençlik Kolları başkanlığına aday olan isimler var, bir ‘Gençlik Kurultayı’ talebi var. Neden ciddiye alınmıyor? İyi gençlik tabanı parti kuruluşundaki umudunu, heyecanını geri istiyor. Parti içi liyakatin ölçütü koşulsuz itaat mi? Yoksa gerektiğinde öneri sunabilen, fikirlerini açık beyan eden partileri mensubu olarak katkı sunmaları mı? Bizce bu sorular doğru cevaplandığı takdirde bir değişim olması kaçınılmaz.
Önceki meseleye dönecek olursak istifa listesine daha pek çok isim ilave edilebilir fakat varmaya çalıştığımız nokta için bu kadarı kafidir. Gittikçe genişleyen listeyi M. Bahadırhan Dinçaslan ismiyle noktalamak doğru olacaktır. Çirkin bir linç kampanyasıyla partiye ve lidere de büyük zararlar vermeyi göze alarak yola çıkanlara karşı fedakârca Genel İdare Kurulu üyeliğinden istifa eden Dinçaslan, parti için çalışmaya, tavsiyeler sunmaya devam etti. Ensarioğlu’nun partinin resmî hesabından yayınlanan ilgi çekici basın açıklaması ise Dinçaslan’ın parti üyeliğinden de istifa etmesine sebebiyet verdi, esasında bu bir çığlıktı ve uzunca bir yazıyla muhataplarına haykırdı. İşte öyle veya böyle henüz 2 yaşına girmemiş İyi Parti’nin kan kaybı… Kimi istifalar yanlış isimlerle yola çıkmanın kaçınılmaz neticesiyken kimiyse doğru isimlerin yanlış politikalara kurban edilmesinin eseriydi.

Daha İyi Parti olduk mu?

Bizce ve seçmenlerce İyi Parti, bir liderlik sorunu yaşamıyor. Sayın Genel Başkan’ın verdiği son demeçlere bakılırsa seçmenin sosyoekonomik kimliğini saptamakta da bir problemi yok, bu yönüyle seçmenini tanıyor fakat bir sorun var. Seçmenin MHP’den ve diğer partilerden kopup güçlenerek partileşen ‘İyilik’ hareketini siyasî yelpazede algıladığı mevki ile 2 yaşındaki İyi Parti’nin bugün oturduğu konum arasındaki mesafe giderek açılıyor. İşte biz bunu içimize sindiremiyoruz.
Devletin aciz bırakıldığı ‘Çözüm’ adı verilen ihanet hareketine destek veren, ‘Bebek Katili’ için ev hapsi teklifi veren bir siyasîyi parti yönetiminde görmeyi kabullenemiyoruz. Eleştirilere karşı geri adım atmak yerine, aynı noktada durduğunu gösteren bir açıklama yapmasını ve bunun partinin resmi hesabından paylaşılmasını reddediyoruz.
Cumhuriyetin kuruluş ilkeleriyle problemi olan, Anayasa’nın 66. maddesini tanımayarak Türklüğünü reddeden, Gazi Paşa’ya ‘asimilasyon’ iftirası atmaya yeltenen ve belki de hepsinden acısı bunları PKK’nın televizyon kanalına röportaj vererek yapmakta bir yanlış görmeyen siyasîyi tabanı temsil kabiliyetinden mahrum olarak nitelendiriyoruz. Yaptığı açıklamayla eleştirilere cevap vermek yerine demagojiye başvurmayı tercih ederek Genel Başkan’ı güç duruma düşürmesinden ve partinin elini zayıflatmasından büyük üzüntü duyuyoruz.

İyi Partili Gençler Rahatsız!

Bizler, Türk milliyetçisi gençler olarak geriye dönüp baştan sona kesintisiz devam eden AKP hükümetlerinin icraatlarına baktığımızda millî ve manevî değerlerin tahribatını ve istismarını, çivisi çıkmış millî eğitim sistemini, birbirinden ağır ekonomik krizleri, yolsuzluk ve rüşvet davalarını, meşrulaştırılmaya gayret edilen nepotizm hastalığını, kültürel buhranımızı, uluslararası itibar kaybını hatırlıyor, bunların arasında hayırlı bir işten bahsetmekten veya bahsedenlerden utanıyoruz. Bizim için bundan daha büyük yegâne utanç vesikası ise saydıklarımızı temizlemek için çıktığımız yolda bu dönemden ‘onca hayırlı işe imza atılmış bir dönem’ olarak bahseden bir siyasîyi partimizin en yüksek makamlarına taşımaktır. Yarın 18 yıllık israf devrinin sembolü olarak anılacak Saray’a ‘Külliye’ diye hitap edilmesinden rahatsızız. Daha yeni 31 Mart’ta millî iradeyi ayaklar altına alıp 23 Haziran’a sebebiyet veren Erdoğan’ın iradesinin millet iradesi olduğu şeklinde beyanat verilmesi de rahatsızlığımızı kat be kat artırıyor.
Bu bilinçle İyi Parti Genel Başkan Yardımcıları Salim Ensarioğlu’nu, Hasan Seymen’i ve Parti Sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’nu istifaya davet ediyoruz. Tabanı temsil kabiliyetinden giderek uzaklaşmaları, özür dilenecek eylem ve söylemlerinde ısrarcı olmaları bu güzergahı mecburi yol kılmıştır. Genel Başkan’ı daha da zor duruma düşürmeden, İyi Parti’nin siyasi kimliğine, ana saiklerine ve duruşuna daha fazla zarar vermeden, düşmanlarının ekmeğine daha fazla yağ sürmeden istifa kararı almaları bizim nezdimizde de kendilerine yakışan erdemli bir karar olacaktır.

Milliyetçi Reform

Talebimizi ve bu yöndeki istifa teklifimizi İyi Parti’nin kuruluş aşamasından bahsederken telaffuz ettiğimiz “Milliyetçi Reform” ile temellendiriyoruz. Türkiye’de Türk milliyetçiliğinin özellikle İyi Parti’nin oturduğu sosyoekonomik tabandaki karşılığı, aynı zamanda Türkiye’nin kurucu fikri olması hasebiyle yeniden iktidara talip olma arzusu sergileyerek İyi Parti’yi kurdu. İyi Parti; Meral Akşener, Koray Aydın ve Ümit Özdağ’ın ortaya koyduğu müşterek iradeden fazlası, Türk milliyetçiliğinin duyduğu ihtiyacın ürünü ve kurucu fikrin yeniden iktidara taşınmasının vesilesidir. Beşerî bilimlerin ilgi alanına giren, birçok disiplinden beslenen, aynı zamanda bunları besleyen siyasetin icra kademesi bilimsel düşünceden ve bilimsel metotlardan soyutlanamaz. Kararlılıkla değindiğimiz Milliyetçi Reform kalıbını kullanmakla hem milliyetçilikte reformu hem de milliyetçilerin reformunu içinde barındıran bir anlam çeşitliliği yakalamak istediğimizden millet ve milliyetçilik tanımlarını da işte siyaseti soyutlayamayacağımız bu gereklilikler ışığında ele almak lazımdır. Bunu başarmak mecburiyetindeyiz çünkü bu sadece haklı ve mütevazı talebimizin temellendirilmesindeki bir vasıta değil, aynı zamanda partinin kuruluşundan bu yana dillendirdiğimiz ‘merkez parti’ iddiasının doğru algılanmasını ve ayakta kalmasını, bu yolla partinin iktidara taşınmasını sağlayacak bir önkoşuldur.

Millet, en yalın haliyle aynı soydan gelen, aynı dili konuşan, bir vatan algısı bulunan insan topluluğudur. Dil, yalnızca konuşup anlaşmanın değil, aynı zamanda düşünmenin de vasıtası olduğu için milletlerin doğdukları tarihten bugüne kadar ürettikleri sözcüklerin, bu sözcükleri üretme ve cümle kurma şekillerinin aynı zamanda millî bir üslup olması hasebiyle en kalın kırmızı çizgidir. Vatan, millî vicdandır ve bilhassa milliyetçiliğin açıklanması merhalesinde Türk milleti için ne ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Soy mefhumu, ırk sözcüğünü de karşılamaktadır ve bu yönüyle tanımımızın kapsayıcılıktan uzak bir noktaya sürüklendiği yanılgısına sebebiyet verebilmektedir. Fakat sözcüklerin asırlar içerisinde genişlemeye ve değişmeye müsait bagajları da hesaba katıldığında görülmektedir ki, soy mefhumuna şerh koymakla hem ırk psikolojisi gibi ilmî bir hususa dikkat çekmekte hem de tarihî karabete işaret etmekteyiz. Nihal Atsız’ın tarihî ’44 savunmasında kendisini Türk olmamakla itham eden Savcı Alöç’e verdiği cevap tanımımızın kucaklayıcılığını açıklamak için yeterli bir örnek olacaktır. Atsız, bütün ataları Türk olmasa bile bunun ülküsüne zarar vermeyeceğini savunurken “îlmi hakikatler ve tarihi zaruretler, şahısların hususi durumuna bağlı değildir” diyordu. Sahiden de dava, birilerinin damarındaki kanı teste tabî tutmaya indirgenecek kadar ehemmiyetsiz bir dava değildir. “Logical Nationalism” tanımı faşizme, ütopyaya, dinciliğe uzak bir noktadadır. Sekülerdir, akılcıdır, çağdaştır ve bir ideolojiden öte hem bireysel hem toplumsal bir inanış bir yaşam tarzı meselesidir. Milliyetçilik, her şeyden evvel bir içgüdüdür. İnsanın kendinden olanı sevmesi ile açılan bu pencereden bakıldığında milliyetçiliğin siyasetin de merkezine yerleşebilecek en uygun fikir olduğu görülür. Fakat modernizmin etkisiyle gerçekleşen milliyetçilik türlerinin politikaya sirayet etmemesi de düşünülemez. Genel hatlarıyla millet tanımıyla uyumlu bir milliyetçiliğin kabulü ve tatbikinden ötesini kıstas bellemeye ne hacet… Milletten millete değişen tanımların içerisinde milletimize en münasip tanımın kabulünden hareket ettiğimiz takdirde zaten din tüccarlarına kapı kapanmakta, bölücülüğün önü alınmakta, Türkiye Türklüğü ülküsüz Anadolu yığını olmaktan kurtulmaktadır. Fertlerin, hatta ileri götürerek ifade etmek gerekirse hiziplerin dahi parti çatısı altında milliyetçiliğin kollarından birini benimsemesi partiye zarar verecek bir mesele değildir, yeter ki kimse herkesi tek tip görmek gibi ahmakça bir arzuya yelken açmasın.

Meclis faaliyetlerine ve Genel Başkan’ın birçok konuşmasına bakarak çatımız altındaki ezici çoğunluğun vatan denince müşterek bir harita telakki ettiğini anlıyoruz. Partimiz Batı Trakya, Doğu Türkistan, Türkmeneli, Kırım ve hem esir hem hür bütün Türk ellerini vatan sayan bir şuura sahiptir. Millet ve milliyetçiliği tanımlayışımızda, yani her işin temelini atarken partinin her kademesinde kusursuz bir ahenk temin etmek, sağlıklı bir kurumsal yapı inşa edilebilmesi için de elzemdir.

Bitirirken

21. yüzyılda Batı örneği demokrasi müessesesinin sivil toplum faaliyetleri ile paralel şekilde müspet bir ivme kaydettiğini göstermiştir. “Dünya cenneti vadetmeyen”, Garp medeniyetinin esas unsurlarını benimsemiş, seküler Türk milliyetçilerinin eksik kaldığı nokta işte budur. Nitelik ve nicelik eksiğiniz olmasa da fikirlerinizi tek bir ağızdan paylaşamıyor oluşunuz ciddiyetinizin ister istemez zedelenmesine sebebiyet verecek bir durumdur. Siyasette polifonik müziğin icrası belki daha çok kişiyi tatmin eder ama homofonik müzik vesilesiyle birbirini tamamlayan koronun icrası daha kuvvetli ve ahenkli olur. Ortak paydalarını ön plana çıkaran bir örgütlenmeye başvurmak, Türk milliyetçilerinin kaçınılmaz ödevidir.

Son noktayı koyarken ayağına bastığımız herkesin bizleri birilerinin talimatıyla hareket etmek ve provokasyon hedeflemek gibi çirkin iftiralarla itham etmesini hatırlıyor, hatırlatıyor ve onlara da selam ediyoruz.

Halihazırda Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde kayda değer oy alamayan CHP, Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde açılım manevraları yapan siyasi partilerin oyu artış gösterdiği için bir açılım manevrası yapıyor.

CHP’nin Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da oyunu yükseltmesi mümkün mü?

CHP, burada stratejik bir hata yapıyor. Bu hamlelerle bu bölgelerde oyunu yükselteceğini sanıyorsa yanılıyor. Bu yönde yaptığı her hamle kendisine değil HDP’ye oy kazandırır. Taklitler aslını yaşatacaktır.

CHP içindeki ulusalcı kesim rahatsız. Her kesim olası sözde çözüm süreçlerinin zararlarını bizzat yaşayarak gördü. Bu manevradan CHP’nin değer kaybederek çıkması işten bile değil.

Muharrem İnce’den terör bağlantıları nedeniyle görevden alınan Ahmet Türk’e ziyaret.

Muharrem İnce, Ahmet Türk’e geçmişte sizin de bizim de hatalarımız oldu ama bütün bunları bir kenara koymak gerek dedi. İnce, desteğimiz sizinle dedi.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu İstanbul’da Kürt Dili ve Edebiyatı mezunlarıyla bir araya geldi.

Sezgin Tanrıkulu, Canan Kaftancıoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu ilk göze çarpan isimler.

Kılıçdaroğlu: İBB’ye bağlı faaliyet yürüten İSMEK’te Kürtçe dil kurslarını faaliyete geçireceğiz.

Kemal Kılıçdaroğlu, Kürt dili mezunlarını devlet istihdam edemiyorsa kendilerinin istihdam edeceğini, yerel yönetimler bünyesinde Kürtçe öğretmenlerine iş vereceğini belirtti. Ayrıca CHP’nin geçmişinde bazı kesimlerden kopuk olduğunu söyledi.

Ekrem İmamoğlu söz vermiş.

Kendini muhafazakar Kürt olarak tanıtan Hakkı Savunanlar Platformu adına konuşan İlyas Buzgan şu sözleri kaydetti:

Ekrem İmamoğlu ve Kılıçdaroğlu ile seçimden önce görüştük. İstanbul seçimlerinden önce bize Kürtçe kurslarının açılacağını ve belediyelerde Kürtçe hizmet verileceğinin sözünü aldık.

İlerleyen dönemlerde Babacan’ın da bu tarz söylemlerde bulunacağını düşünüyorum. Türkiye’nin bu tuzağa bir kez daha düşmemesi noktasında uyarıyorum.

Aslında soru basit bu görüntülere benzer durumların üniversitelerde tekrar yaşanmasını istiyor musunuz, istemiyor musunuz?

Mehmetali AĞAMEYDAN