Yazılar

Küresel bir salgına rağmen 2020, teknolojinin gelişimini durduramadı. Son açıklanan şey ise beyne takılacak bir çip. Yapay zekâ geliştirmelerinin yapabilecekleri hakkında izlenimlerimiz kadar büyüleyici olmasa da bir gün transhümanizm noktasında atılması gereken bir adımdı. Şimdi sırada ne var, diye düşünürken bundan sonrasının daha heyecanlı olacağına inanıyorum. 21. yüzyıl felaketlerle, katliamlarla her seferinde daha da sefilleşen insan toplumuyla anıldığı kadar küçük odalarında tüm dinamikleri değiştirecek yeni kavramları kurgulayan ve uygulayan basit insanlarla dolu. Onlar bizim süper kahramanlarımız, biz geleceği hayal etmeye çalışırken, daha iyilerimiz geleceği hesaplarken onlar sırada neyin olduğunu biliyor. Geleceğin tohumları üniversite kulüplerinin çatılarında, internetin derin forumlarında atıldı. Meyvelerini almak için şartların biraz daha olgunlaşması gerekiyor. Roma bir günde kurulmadı. Ağacın dibinde bekleyen sadece biz değiliz. Toprakların kendilerine ait olduğunu söyleyenler de yanımızda, cennetin yasak elmasını paylaşmak istemeyenlere karşı bu ağaç derin köklerinden yükselerek bize merkeziyetsizliğin, aracısızlığın, efendisizliğin, ortak aklın hikâyesini anlatıyor. Prometheus’un tanrılardan çaldığı ateşle aynı potadan. Bizim zamanımıza kadar tüm medeniyet tarihi boyunca onu yükselten mücadelelerden daha şiddetli bir zamana ilerliyoruz. Nesilleri, mutlu bir köleliğin yokuşundan kurtarmak için son bir şans belki de…  Para, bilgi ve kaynak üzerinde iktidarını kurmak isteyen her fraksiyon artık biliyor ki bilgi, yeni dünyanın kapılarını açacak tek geçerli akçe.

“Geleneksel para biriminin temel sorunu, çalışması için gereken güvene ihtiyaç duymasıdır. […] Bize asıl gereken şey güven yerine kriptografik kanıtlara dayanan bir elektronik ödeme sistemidir.”

– Satoshi Nakamoto

Türk lirası tarihin en büyük değer kaybını yaşadığı şu günlere kısa sürede gelmedi. Yapılan kötü yatırımlar, normalleşmiş yolsuzluk, iş bilmezlik ve liyakatsiz tercihlerin bedelini 82 milyon ödemek zorunda kalacak. Türk halkının kendi parasına olan güveni hızla kaybolurken maaşını dolara çevirenlerin sayısı artıyor. Kripto paralar merkezî otoritenin sorgulandığı geleneksel para birimlerinin kötü günlerine göz kırpıyor. Tüm bunları düşünürken iki tehlikenin farkında olmalıyız: ICO dönemlerinde bir coinin büyük yüzdelerini ellerinde tutanlar ile madencilik ve konsensüs alanında hash rate havuzlarını ellerinde bulunduranlar… Bu, hem karar hem piyasa üstünde yeni elitlerin varlık göstermesinin iki yolu. Türkiye bu iki tehlikeyi atlatarak kendi içinde kendi değerini bulacak kriptografik prensiplere sadık yeni bir para birimine geçiş yapabilir mi? Tüm bunlara başaramasak da düşünmeye değmez mi?

Bitcoin, dünya yeni bir ekonomik krize gebeyken doğdu. Kim ya da kimler tarafından yapıldığını bilmiyoruz. Açıkçası bilmemizin bir önemi de yok. Aradan geçen 12 yılda #bitcoin ve #blockchain hakkında çok şey öğrendik. Peki bize ne anlattı, peşi sıra getirdiği kavramlar ne kadar önemli?

Byzantine Generals Problem

Blockchainin en büyük öğretisi, bilgi ve iletişim ağlarını elitlerin kontrol edemeyeceğidir. Bu matbaanın icadı kadar kıymetli! Peki buraya nasıl geldik? Neyi sorguladık, her zaman soruların cevaplardan daha önemli olduğunu söyleriz. Güven önemli bir sorundu, bir veri ve para değişim aracı olarak blockchaini bugünkü noktasına getiren şey üzerinde çok düşünülmese de “Bizans Generalleri Problemi”ne yönelik çözümlerdir.

Dünya hayalperest zihinlerde tekrar kurgulanıyor, çağın neresinde duracağını bilemeyenler ise doğal bir seçilimden geçiyor. Medeniyetin inanç, siyaset, para ve dünya ile olan ilişkisi tekrar ve tekrar sorgulanıyor. Direnç çizgisini yoklayıp her düşüşünde umutsuzluk artarken radikal toplumsal dönüşümler de bu anlarda parlıyor. Yıkıcı her şey gibi “kendinden kendini doğuran zamanı” tasavvur etmeye çalışırken heyecanlanmamak elde değil. Öyle ki 21. yüzyıla damgasını vuracak kavramlardan biri merkeziyetsizlik. Sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın muhtaç olduğu şey, doğrudan muhalefet etmenin kudreti olabilir. İhtiyaç duyduğumuz şeyin kendimizden başkası olmadığını öğrendiğimizde diğer herkesin yarattığı hayal kırıklığı ve bezginliği söküp atabileceğiz. Zamanın ruhu, onu anlayamayanları acımazsızca elekten geçirirken, bilgi teknolojileri sarsılmaz sınırları belirsizleştirirken, olup bitenleri anlamaktan uzak eski kafalar, her şeyi değiştirecek meteorun sadece gölgesini görüyor olacaklar. Kendi yüzyılımızı öngördüğümüz şekilde değiştirmek, başkalarının merhametine bırakmamak, Cioran’ın “halkların kaderi” dediği sürüklenmeyi sonlandırmak bizim neslimize nasip olur mu?

Bilgi teknolojileri gelişirken onu, dünya ile paylaşmanın ya da elitlerin elinde bırakmanın sonucunda medeniyeti iki şey bekliyor: Dijital diktatorya ya da ütopya! Büyük Birader’in sizi izlediği değil, hesapladığı bir sürecin arifesindeyken umut etmek için sebeplere sahibiz. Çılgın hayaller kuruyor ve gerçek alternatifler yaratıyoruz. Medeniyet; savaştan, ekonomik krizden, global bir iklim değişiminden ya da daha doğal felaketlerden kurtulursa ve süreci merkeziyetsiz medya, merkeziyetsiz finans, merkeziyetsiz siyaset, merkeziyetsiz ağdan yana seçerse hayal ettiğimizin ötesinde bir ütopyaya uyanırız.

Gelecek üzerine kurulan her tartışma nihayetinde komplo teorileri ve beyne takılacak çiplerle bitiyor. Sokaktaki insanlar kendilerine bir çipin takılmasıyla köleleştirileceklerine inanıyorlar. Bunun zorla yapılacağına, kendi iradeleri dışında olacağına o kadar çok eminler ki! Filmlerde gizli mesajlar arayarak bulabileceğine inanan tiplerin yarattıkları “yarı tanrı elitler” hakkında komplo teorilerini bir telefondan ya da sosyal medyadan okuyorsanız geçmiş olsun, çoktan çipi taktılar. İnsan gruplarının ne kadar kolay manipüle edilebildiğini hepimiz az çok biliyoruz. Masada olup bitenlerin farkında olmayan tek kişiye neyin doğru olduğunu söyleyen üç kişinin olması yeterli. Medya kuruluşlarının çoğunun görevi, halkın olup bitenlere alışmasını sağlamaktır. Amerika’nın daha özgür olduğu dönemlerde savaş karşıtlığı daha yüksekken şimdi milyonlarca insanın yok edilmesinin altyapısı kolayca, sistemli olarak televizyon ve filmler ile açıklanabiliyor. Kullanışlı sanatçılar ve yetenekler, işleri olduğu ve önemli oldukları sürece gerçekleri dert etmiyor. Merkeziyetsiz, ipsiz gerçeklerin medyasının toplumun zihninde yaratacağı karmaşa bile emperyal konseptlerin fetretini kurmak için yeterli.

Özgür ve bağımsız insanı yaratmak yerine sadece üç nesil önce girdikleri bir sistem çarkının dişlisi olmak için yaşamlarının ¼’ünü kolaylıkla harcayabilenler cinnet ve arzu günlerinde hiçbir zaman kendilerinin olmayan çıkarlar için yabancı topraklarda öldürülüyor yahut katil oluyorlar.

Yarım asır öncesine takılıp kalmadıysak bu, geleceği tasavvur etme cüretini göstermiş o duru akılların sayesindedir. Bizler küçük kentlerden daha iyi bir gelecek umuduyla büyük kentlere gelmiş babaların çocuklarıyız. Çalışarak doğru yatırımlarla ekonomik bağımsızlığını ilan etmiş, alt sınıftan orta-üst sınıfa çıkmaya cesaret edebilmiş bu adamların çocukları, bugün emeklerinin ve zekâlarının karşılığını kendilerinden daha az puan almalarına rağmen birilerinin referansıyla öne çıkmış insanların arkasında işsiz kalarak ödüyorlar. Uluslar korkaklıklarının ve acziyetlerinin bedelini ne kadar ağır ödeyeceklerini bilselerdi şimdi oturdukları kadar rahat olabilirler miydi?

Kendi kendimize fark etmediğimiz bir hakikat bizim şirazemizi bozamaz. Bir başkasının değil kendi zihnimizin keşfine muhtacız. Keşif gerçekleştiğinde, bedenin değil aklın dengesi kaydığında sonsuz olasılıklar dünyasında ihtimaller belirginleşir, her seferinde kaybettiği oyunu oynayan kişi kazanmak için bu sefer hiç denenmemişi deneyebilir. “Köy tarafından hiç sevilmemiş çocuk, bir gün sadece ısınmak için köyü yakacaktır.” Çünkü yeni nesil buna haizdir. Yeteneklerinin ve kudretinin gücü hayalleriyle sınırlı bir nesil ne kadar köşeye sıkıştırılabilir?

Hector’un Truva surlarının önünde gösterdiği kahramanlıklar bir ozanın destanına konu olmuştu. Bizim kahramanlarımız mızrak ve kalkanla insanlarını korumuyor. Her şeyin ötesinde bu bir kavram/konsept kavgası. Dünyayı kendi doğalarınca güzelleştiren insanlara söylemek gerekir ki yalnız değiller. İktidar ilişkilerini, medeniyetin köklü kurumlarını, insan doğasının zaaflarını aşan ve dönüştüren bu süreci, kaderin kuyruğuna bağlayanların ve yıkan insanların hikâyesi dünya döndükçe söylensin.

Cengizhan Selçuk

Editör : Gülçin Kermen