Tiranlara Ölüm – V: Harp Meydanı

Bölüm Beş:

Ârif karanlık ve pislik içerisindeki sığınaklarında bir duvar dibinde oturmuştu, Nurgül ise onun patlamış dudağı ve açılmış kaşı ile ilgileniyordu. Beyazıt’ta, Eğitim Fakültesi’nin yakınlarında bir viraneye sığınmışlardı. Bir hafta içerisinde Beyazıt’ta o kadar çok polis vurulmuştu ki bölgeye artık yalnızca Tiran’ın sadık ve tam mânâsıyla aptal kullarından oluşan, abisinin ve kendisinin “eski dostlarının” da içinde olduğu Fedailer isimli bir örgütün mensupları gönderiliyordu. Bunlar da ellerinde coplar, silahlar ve biber gazları ile öğrencilere doğrudan saldırıyordu. Az evvel Tiran’ın propaganda kanallarından birinin yayınını sabote ettiklerinde de onlarla karşı karşıya gelmişlerdi, Ârif’in kaşı burada açılmıştı.

Olaylar önceki gün çığırından çıkmış, Vezneciler’e gelen polislerle gençler arasındaki çatışmalarda birçok genç ve sayıları ona yakın polis ölmüş, yüzlerce eylemci ve polis yaralanmıştı. Olaylardan sonra ise bölge boşalmış, dünden bu yana in cin top oynuyordu. Ancak muhalif gençler her köşeye sinmiş, adeta kıyameti koparmak için fırsat kolluyordu. Muhalifleri her zaman olduğu gibi sindirdiğini sanan Tiran rejiminin İstanbul yönetimi, herkese durumun kontrol altında olduğunu göstermek gayretiyle bölgeye bir muhabir ve kameraman göndermiş, olay çıkar endişesiyle polisin refakat etmemesine karar vermişti. Hürriyetçi gençler ise bu durumu fırsat bilerek birkaç saniye ekranda görünme ve hatta haykırabilme ümidiyle harekete geçmişlerdi.

—Ulan ne okudun be şiiri…

Murat’ın suratı darmadağın olmuştu ama aylardır ilk defa böyle gülüyordu. Ârif’in yüzüne dönmüş, pişmiş kelle gibi sırıtıyordu.

—Vallahi Ali abi okuyor zannettim.

Ali abi… Acaba abim de görmüş müdür? Ârif’in mutluluğu büyük, ama bir o kadar da buruktu. Acaba abisi görmüş müydü? Belki de annesi…

—Ekranda kaç saniye göründük acaba?

Ârif bunu soruyordu ancak içinden geçen cevap belliydi. Sanki çıkabildik de amına koyayım, görünmesi kaldı. Buna Nurgül cevap verdi:

             —İnşallah üç beş saniye görünmüşüzdür ya.

İnşallah. Ârif inanmıyordu, umut beslemek istemiyorduysa da kendisine engel olamıyordu.

Ârif karanlıkta seçebildiği kadarıyla oradaki en az sekiz-dokuz kişinin bu “inşallah”a katıldığını işitti. Kendisi de yürekten katılmıştı gerçi ama ekrana çıkmadıklarından neredeyse emindi. Tiran’ın propaganda kanallarından biriydi bu sonuçta. Biz çıkar çıkmaz yayını kesmişlerdir kesin. Kendisi inanmıyordu inanmasına da, arkadaşlarında bir inanç kırıntısı görmek ona sahiden iyi gelmişti. Bu uzun zaman sonra varlığını hatırladığı bir histi. Umut…

Biraz sonra dışarıdan bir uğultu yükselmeye başlamıştı. Grubun en ufak tefeği olan İbrahim nefes nefese içeri girerek Ârif’in yanına koştu. Bir yandan Nurgül’e bir yandan Ârif’e bakarak konuşuyor, bir yandan da soluğunu toparlamaya çalışıyordu:

—Reis, ortalık karıştı. Ortalık Fedai kaynıyor. Yüzlercesi! Yüzlercesi gelmiş…

Hassiktir. Ârif’in göğsünü bir ateş sardı. Korkuyor muydu? Ârif ilk şaşkınlığı atlattığında odadakilerin sayısının sandığından çok daha fazla olduğunu fark etti. Zira otuza yakın göz, onun söyleyeceklerini bekliyordu. Zaten okula girdiği günden beri hürmet gören bir gençti fakat birkaç gündür yaşananlar etrafındakilerin ona bakışını değiştirmişti. İçten içe hoşuna gitse de Ârif kendini iyi tanıyordu, deli doluydu ama elinden ne gelebilirdi ki? Böyle zor bir durumda olan muhaliflere liderlik edebilir miydi? Etsen sanki bir boka yarayacak amına koyayım. Bakırcı İsmail’in torunusun ulan sen! Elinden ne gelir ki?

            —Fişeğimiz kaldı mı?

Ârif’in sorusunu duyan herkes geniş odanın ışık alan köşesinde havai fişek hazırlayanlara baktı. Ârif şaşırdı. Ulan kendinizi ne ara topladınız da havai fişek hazırlamaya başladınız siz? Keyfi yerine gelen Ârif, otuz iki diş sırıttı. Sırıtırken patlayan dudağı ve açılan kaşı sızladıysa da bu sızı mutluluğuna engel değildi. Çenesi ve şakakları da sızlıyordu. Güzel dayak yemişim.

            —Abi birkaç dakikaya hazır, zaten pek fazla kalmadı elimizde.

Liseli gibi görünen bir kızcağız ceza vermişti.

—Senin adın neydi? Tanışıyor muyuz?

—Ben Ceren, Ârif abi. Hukuktayım.

—Hukukta mısın? Kaçıncı sınıfsın kız?

—Yeni girdim abi.

Şuna bak ulan. Kız daha derse girmeden bizim yanımıza gelmiş. Ârif’in iyiden iyiye keyfi yerine gelmişti. Gerçi havai fişek kalmaması canını sıkıyordu ama yine de bu inancı görmek onu mutlu ediyordu.

—Anlaşıldı. Bakın millet, ne olduğu belli değil. Kaç gündür karşımızda ne polis ne bekçi var. Namussuzlar korkutmak için vurmayı bıraktılar, yıkmaya vuruyorlar. Hepiniz farkındasınız. Kendinizi kollayın. Dünden beri ortalıkta kimse kalmadı. Kaç kişiyi vurdular belli değil, biliyorsunuz işte olanları…

Ârif konuştukça, hissettirmek istediği duygulara kapıldığını ve hiddetlendiğini hissediyordu.

—Ben önden çıkıyorum, ne olup bittiğine bir bakayım. Siz de fişekler hazır olunca hep beraber gelirsiniz. Sodaları da unutmayın ha.

Ârif’in bu sözü üzerine birkaç kişi başını salladı. Yalnızca bir an için duran Ârif kalabalığın içinden geçerek yürüdü. Nurgül de hemen arkasından onu takip etti. Merdivenle inilerek girilen sığınaktan çıkıyorken ceplerini yokladı. Muştası, çakısı üzerindeydi. Evvelsi gün bir Fedai’nin elinden söküp aldığı copu zaten montunun içinde saklıyordu. Derken montunun iç cebinin yırtılmış olduğunu fark etti. Bir sen eksiktin zaten. Cebinde beş kuruş para yoktu. Hem olsa dahi satın alacak bir yer bulabilmesi bile şansa kalmıştı zaten.

Nurgül, Ârif’in moralinin bozulduğunu fark etti.

—Bir şey mi var?

—Yok, önemli bir şey değil.

Ârif için aslında önemli bir meseleydi. Sanki bir montun daha var da sırtında deyyus! Önemli bir şey değilmiş. Hele hele… Birkaç adım atmıştı ki Murat arkadan yetişti:

—Ârif! Ârif!

Ârif merakla döndü:

—Ben bir Cankurtaran’a bakayım geleyim.

—Ne yapacaksın oğlum Cankurtaran’da? Kaç gün oldu. Gelmez o çocuk artık. Hele bu saatte mümkün değil bulamazsın.

—Yahu belki gelir, nereden biliyorsun? Elimizde fişek mi kaldı? Bir şekilde onu bulmamız şart.

Ârif, Murat’a hak verdi.

—İyi tamam, git. Yalnız gitme. Ama dikkat et, gün doğmadan dönün. Ortalık karışacak, belli.

Murat’tan yakalarını kurtarıp köşeyi döndüklerinde uğultunun giderek artmaya başladığını fark etti. Beyazıt Meydanı birkaç yüz metre uzaktaydı. Dar sokakların birinden öbürüne giriyorlar, her köşeyi dönmelerinde uğultu artıyordu. Biraz sonra uğultunun ne olduğu belli olmaya başladı. Sağlam bir kavga dönüyordu. Hâlbuki dünden bu yana ortalıkta kimsecikler yoktu. Ârif’in düşüncelerini Nurgül’ün sorusu böldü:

—Ne oldu da olay çıktı acaba?

—Şimdi anlarız.

Hakikaten de anladılar. Biraz sonra Meydan’ı görebiliyorlardı. Tuhaf bir durum vardı. Fedailerle öğrenciler birbirine girmişti. İki hat halinde birbirlerine saldırıyorlardı. Fakat tuhaflık burada değildi.

—Alana polis girmiş.

Evet, alana polis girmişti. Günler sonra, yüzlercesi… Tuhaf olan, polis hem fedailere hem de gençlere saldırıyordu. Böyle bir şeyi daha önce görmemişlerdi. Bir yıldır yaşanan her olayda Fedailer ortamı terörize ediyor, kendilerine saldırıyor, polis ise onlara her zaman kör bakıyor, öğrencileri eziyordu. Ârif, Tiranlık kuruldu kurulalı ilk defa polisin bu uğursuzlara dokunduğunu görüyordu.

—Ne oluyor lan?

Ârif bunu gayriihtiyarî söylemişti. Nurgül ne olduğunu anlamamış, Ârif’in sözünü duyunca merakla bakmaya başlamıştı.

—Ne oldu ki?

—Baksana, polis Fedailere de vuruyor.

Nurgül durumu fark edince kahkaha atmaya başladı. Elleriyle açık kalan ağzını kapatmış, sevinçten kahkaha atıyordu. Sevincini paylaşacak birini arayarak arkasını döndü. Arkasını döndüğünde ağzındaki ellerini çekti. Ancak yüzündeki şaşkınlık ifadesi daha da artmıştı. Ârif’in omzuna dokunup ona arkaya bakmasını işaret etti. Ârif arkasını döndüğünde ona doğru gelen yüzlerce genç gördü. Az evvel beraber sığındıkları kömürlükte fişek hazırlayan çocuklar önde idi ama böylesi bir kalabalığı onların toplamış olması imkânsıza yakın bir ihtimaldi. Ârif önce kalabalığa, sonra Nurgül’e baktı. Biraz sonra yaklaşan kalabalıkla aralarında en fazla elli metre kalmış, Ârif kalabalığın içindeki bazı gençlerin kendisine bakıp “Bu o değil mi?”, “Evet o!”, “O çocuk!” diye konuştuklarını, yüzünü görenlerin gözlerinin parladığını fark etmişti. Ârif ne olduğunu kestiremiyordu. Bunlar beni nereden tanıyor lan? Boş gözlerle Nurgül’e döndüğünde Nurgül durumu anlayarak kulağına doğru eğildi:

—Anlaşılan televizyonda birkaç saniyeden fazla kalmışız!

Nurgül fısıldayarak başladığı sözünü neredeyse haykırarak bitirecekti. Ârif böyle bir heyecanı onda ilk kez görüyordu. Derken kalabalığın önünde yürüyen açık yeşil parkalı bir delikanlı hızlanarak öne çıktı, kalabalığa döndü ve ellerini kaldırarak bağırdı:

—Arkadaşlar durun!

Ârif bu delikanlıyı hatırlıyordu. Eğitim fakültesindendi. Fakültenin en büyük topluluğunun üç yıldır başkanı, üniversitedeki solcu gençlerin başçılarındandı. Hatta lideri denebilirdi. Yeniden kalabalığa arkasını veren delikanlı, Ârif’e yaklaşmaya başladı. Üstündeki parkası, topuz yaptığı saçları ve birbirine karışmış sakallarıyla darmadağın bir görüntüsü vardı. Avurtları çökük, kaşları, elmacık kemikleri ve çenesi oldukça çıkıktı. Boyu çok uzun olmamasına rağmen yüzünün yapısı onu etkileyici kılıyordu. Ârif tam elini uzatıyordu ki yalnızca uzaktan biliştikleri bu genç ona sarılıverdi. Hoş, buna sarılmak denemez. Resmen Ârif’i bağrına basmıştı. O Ârif’e sarılır sarılmaz kalabalıktan bir uğultu yükseldi. Çığlıklar, alkışlar, tezahüratlar bir anda yükselirken genç, Ârif’i bırakıp gözlerine dikkatle baktı.

—O sendin! Televizyonda Hürriyet Kasidesi’ni okuyan sendin, değil mi?

—Hürriyet Kasidesi mi?

Ârif televizyonda görünmediklerinden neredeyse emindi ama bu orman kaçkını komünist ona Hürriyet Kasidesi’nden söz ediyordu. Ekranda en az iki üç dakika kalmış olmalılardı! Ârif’in heyecanı aklını gölgelemeye başlamış, hiddeti yeniden yükseldiğini hissediyordu. Tam o şiiri okuduğu anda duyduğu hisleri duyuyor, yükselen hiddeti iradesini anbean ele geçiriyordu.

—Sendin o!

Ârif’i sarsıp duran genç bir onay bulma umuduyla Nurgül’e döndü.

—Oydu, değil mi?

Nurgül’ün “Evet, tabii ki oydu” sözünü duyan genç müthiş bir coşkuyla Ârif’e bir kez daha sarıldı ve bırakır bırakmaz kalabalığa dönerken Ârif’in kolunu bileğinden yakalayıp havaya kaldırdı.

—Hürriyet!

Kalabalık bu nara ile iyiden iyiye coşmuş, “Hürriyet! Hürriyet! Hürriyet!” sloganlarıyla neredeyse yeri bile sarsıyorlardı. Ârif kalabalığın çok çok birkaç yüz kişi olduğunu tahmin etmişti ama işin aslı öyle değildi. Ara sokaklardan bu caddeye dökülmeye devam eden gençler coşkuya ortak oluyor, çoğu Ârif’i henüz fark etmemiş olmasına karşın slogana katılıyordu. Sadece birkaç saniye geçmişti ki eğitim fakültesi öğrencilerinin başını çeken parkalı, Ârif’in kulağına eğilip “Benim adım Kemal, sizinkiler bana Artin Kemal derdi. Senin adın Ali Temur değil mi?”

Bu lâfı duyan Ârif gerildi. “Sizinkiler” dediği milliyetçi öğrencilerdi, orasını anlamıştı anlamasına ama bu lakap ona hoş gelmedi. Az evvel oluşan zerre kadar güven hissi uçup gitmişti. Bunu anlayan Kemal gür bir sesle:

—Öyle değil canım, şaka yollu bir lakap bu. Ben Ali abinin liseden alt devresiyim. Yabancı değilim. Bana güvenebilirsin.

Bunu duyan Ârif şüphelendi ncak abisinin adını duyunca yelkenleri suya indirmişti bir kere.

—Hangi liseden mezunsun sen?

Ârif, abisinin lisesinin adını duyunca bu adama inanmayı seçti; gerçi başka bir şansı var mıydı, onu da biliyor denemezdi. Ârif’in gözlerindeki düşünceli hali fark eden Kemal, Ârif’in kolunu sıktı:

—Haydi! Onlara bir şeyler söylesene.

Ârif daha ne olduğunu anlamadan kalabalığın üzerinde elden ele taşınarak gelen bir iskemleyi önünde buldu. Kemal’in ittirmesiyle paldır küldür iskemleye çıkan Ârif dengesini zar zor da olsa bulunca başını kaldırıp kalabalığa şöyle bir baktı. Uğultu saniyeler içerisinde azaldı ve son buldu. Ârif yerden biraz yükselince kalabalığın sandığından çok daha büyük olduğunu gördü.

İnsanların bir anda susup ona dikkat kesilmesiyle heyecanlanmış, Ârif’in vücudunu ateş basmıştı. Kameraya karşı efelenmesi çok daha kolaydı. Allah’ım sen utandırma ya rabbi. Boğazını temizlemek gayretiyle öksürüp yutkunan Ârif, “Kardeşler” diyecek oldu ama kendisi bile bu söylediğini duyamamıştı. Sesi boğazında takılmış gibiydi. Ortalığın gürültüsüne sığınarak kuvvetle öksürdü ve bağırdı:

            —Kardeşler!

Evet, herkes pürdikkat onu dinliyordu. Bunu gören Ârif’in yüzü ve ellerindeki tüm kan çekilmiş, üşüdüğünü hissediyordu. Kalbinin atışını kulaklarında duyabilmeye başlayan Ârif daha gür bir sesle devam etti. Aklına abisinin Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmalar geliyordu:

—Kardeşlerim! Esareti reddeden, hürriyet diye uyuyup hürriyet diye uyanan kardeşlerim! Tiran’a kul olmayı reddeden, büsbütün kula kulluğu reddeden, boyun eğmeyi reddeden, onurlu yaşamak için ölmeyi bile göze alan kardeşlerim! “Ne gam pür-âteş-i hevl olsa da gavgâ-yı hürriyet!” diyen, bir cân için meydân-ı gayretten kaçmayan mert kardeşlerim!

Ârif kalabalığa hitap ettikçe sesi gürleşiyor, sesi gürleştikçe belagatinin üzerindeki perdeler yırtılıyor, belagatinin ahengine kapılan Ârif’in hiddeti giderek artıyordu.

—Kardeşlerim!

Ârif arkasına düşen Beyazıt Meydanı’nı eliyle işaret ederek sesinin tonunu değiştirdi:

—Kavga orada! Tiran’ın kulları ve tam karşılarında kardeşlerimiz, irfanı hür gençler çarpışıyor. Biber gazının kokusunu buradan bile alıyorsunuz, günlerdir ortada olmayan polis de geldi.

Bir kısa soluk aldı ve bu esnada birkaç yüze bakarak gözlerini kalabalığın üzerinde gezdiren Ârif ünledi:

—Hoş geldi safa geldi!

Ârif’in bu nidasıyla kalabalıktan kahkaha ve ulumayı andıran çığlıklar yükseldi. Arkalardan “Hürriyet! Hürriyet! Hürriyet!” sloganları küme küme yükseliyordu.

—Ama bugün hasmımız polis değil!

Ârif’in bu sözüyle kalabalığın heyecanı bıçak gibi kesildi. Kalabalığın neredeyse tamamının zihninde aynı soru vardı. Ne diyor bu be?

—Her neden oluyor bu, bilmiyorum. Fakat orada gördüğüm durum şu: Polis, hem hürriyetçi gençlere hem de Fedailere saldırıyor.

Kalabalıktan bir uğultu yükseldi.

—Evet! Evet, ben de biliyorum. Böyle bir şey hiç olmamıştı. Neden bu oluyor bilmiyorum ancak sebeplerle uğraşacak vaktimiz yok! Kardeşlerimiz orada ve biz de birazdan kavganın göbeğinde olacağız! Hepinizden istediğim bir şey var! Karşınızda bir polis, bir de Fedai olursa, polisin üzerine gitmeyin! Eğer aralarında bir ikilik varsa, bırakın bu ikilik sürsün! Onları birleştirmeyelim! Bugün burada işler kötü gidebilir! Ama gitmeme ihtimali varsa o da bu ihtimaldedir!

—Kardeşlerim! Tiran’ın kullarına öyle bir saldırın ki cümle âlem bu toprakların evlâtlarının hürriyet uğruna neleri göze aldığını görsün! Namık Kemâl’in bu topraklardan bir tesadüf eseri olarak çıkmadığını bütün cihana gösterin! Benim kavga arkadaşlarım! Kavgada ortak olduğumuz gibi, barışta da ortak olacağımız günler yakın!

Ârif’in ünlemesi alanı dolduruyor, her haykırışında alanda büyük bir coşku dalgası yükseliyordu.

—Kardeşlerim! Haydi yürüyün! Kendinizi kollayın! Şunu unutmayın, bugün Fedailer önümüzden kaçacak! Halkın gücünü gösterin! Vahşi irticanın karşısında Atatürk gençlerinin gücünü gösterin! Öldü sanılan Cumhuriyet’imizin geri dönüşünü müjdeleyin! Yürüyün!

Ârif’in son ünlemesi ile artık kalabalık tümüyle kontrolden çıkmıştı. Gençler bölük bölük görece dar olan caddeden Beyazıt Meydanı’na taşıyor; sanki taze bir ordu, harp meydanına akıyordu.

Sandalyenin üzerinden inmeden başını çeviren Ârif, o “harp meydanı”na bir baktı. Evet, işte yeniden başlıyordu. Ancak bu kez başka bir şey vardı. Yanından geçen gençlerin ona bir kahraman gibi baktığını görüyordu. Sanki ne dese hemen yapacak gibiydiler. Öl desem ölüme koşacaklar neredeyse. Bu ne coşkudur böyle? Ben kimim ki? Meydan’da birbirine öfkeyle saldıran gruplara baktı Ârif. Önündeki gençler birkaç saniye sonra Fedailere büyük bir hışımla hücum etti. Sopalar, demir coplar, taşlar havada uçuşuyordu.

Ârif iskemlenin üstünden indi.

Yanından geçenler bir o omzuna, bir bu omzuna vurarak ilerliyor, Fedailere doğru koşuyordu. Coşkun akan bir nehrin ortasında gibiydi Ârif. Nurgül’ün koluna girmesiyle yalnız olmadığını hatırladı.

—Ârif, ne yapacağız?

Ârif’in hiç tereddüdü yoktu. Elbette canlarına okuyacağız.

YAZAR

Tuğrul Zincirkıran

EDİTÖR

Zeynep Gökçe Azman

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir