Bayrak, Kalpak, Revolver: 2.Meşrutiyet

Bilindiği üzere 1. Meşrutiyet tam manasıyla sistematik olarak oturmadan 2. Abdülhamid tarafından süresiz tatil edilmişti.

Namık Kemal ile Mithat Paşa arasında bu konuda ciddi tartışmalar yaşanmış, Mithat Paşa’nın “Bir anayasa olsun da nasıl olursa olsun.” mantığıyla hareket etmesi sonucu ikisi de Sultan Abdülhamid’in sürgünlerinde can vermişlerdir. 1. Meşrutiyet’in neden ilan edildiğine dair kısaca da olsa değinmek istiyorum. Meşhur “Tersane Konferansı” sırasında başta Ruslar olmak üzere birçok büyük devlet, Osmanlı tebaası azınlıkların haklarını savunmak bahanesiyle devletin iç işlerine müdahale etmek istemekteydi. Devletin vatandaşlarına çifte standart uyguladığı bahanesiyle eşitsizliği gidermek adına Osmanlı üzerinde söz sahibi olmak istiyorlardı. Başta Mithat Paşa olmak üzere orada bulunan Osmanlı yetkilileri de bu durumu bildiklerinden konferansa gelmeden “Meşrutiyetin ilan edildiğini, artık Osmanlı Devleti’nde yaşayan her vatandaşın eşit haklara sahip olduğunu” söyleyerek bu oyunu bozmuştur. Bunun üzerine toplantıdaki Rus tarafı, bu “oldu bitti”yi kabul etmeyerek savaş tehditleri savurmuş ve toplantıyı terk etmiştir.

Yani anlayacağınız, akabinde gelişen 93 Harbi adıyla bildiğimiz harp aslında bu sebepten dolayı çıkmıştır. Bugün siyasi nedenlerle Sultan 2. Abdülhamid’i savunmak için utanmadan “1. Meşrutiyet’i ilan edenler devleti batırmak için Osmanlı’yı savaşa soktu da Abdülhamid engelledi.” diyenlerin yalanlarının aslı da budur. Zaten daha sonra Sultan Abdülhamid, Mithat Paşa’yı sırf Rus ve İngilizlerin, vatan toprağı üzerinde söz sahibi olmalarına izin vermediğinden ve bunun için savaştığı gerekçisiyle görevden alacaktı. Mithat Paşa’nın en büyük yanılgısı ise İngilizlerin tıpkı Kırım Harbi’nde olduğu gibi Osmanlı yanında yer alacağına kesin güveniydi. İngilizlerin yanımızda yer almamasına rağmen Sultan Abdülaziz döneminde modernize edilmiş Osmanlı ordusu aslında büyük bir hezimeti yaşamayabilirdi. Buradaki en büyük sorun yine 2. Abdülhamid’in hiçbir bilgisi ve tecrübesi olmadığı hâlde orduya müdahale etmesidir. Yapılan taktiksel hataların yanında iletişimin yeterli ve hızlı olmaması da buna eklenince yenilgi kaçınılmaz oldu. Ruslar, Yeşilköy’e kadar gelip savaşta ölen askerleri için İttihatçıların “utanç abidesi” olarak adlandırdığı “Ayastefanos Anıtı”nı diktiler. Yenilginin müsebbibi olan Sultan Abdülhamid ise bu kez Kıbrıs’ı İngilizlere para karşılığında satarak yeni bir anlaşma sağladı. Hatta Sultan Abdülhamid’in hem savaşın kaybedilmesine neden olup hem de durumu kurtarmak için Kıbrıs’ı para karşılığı peşkeş çekmesini, yine Sultan Abdülhamid döneminde Sarı Hüsnü Efendi olarak bilinen Hüsnü Ceyhun Sarıer şöyle ifade etmiştir: 

İttifak yok, İttihat yok bir felâkettir gider,
Âşinâ yok, asdikâ yok bir cehâlettir gider,
Hayf, öyle bir gidiş ki cenneti vîran eder,
Bir belâdan bin belâ îcad eden hâin yezid
Âdemiyet, din-ü devlet düşmanı Abdülhamid!

Anlaşılacağı üzere tıpkı Cihan Harbi gibi 93 Harbi’ne de girmek kaçınılmazdı. Bu nedenle başta Mithat Paşa olmak üzere o dönemin ileri gelenlerini savaşa girmek ile suçlamak kör cahilliktir. Ne yapacaklardı yani, savaşmayıp Rus ve İngiliz’in isteklerine boyun mu eğeceklerdi?

Konumuza dönecek olursak…

İlk olarak 2.Meşrutiyet’in nasıl ve neden ilan edildiğini anlatmak istiyorum. Herkesin bildiği üzere Rus Çarı 2. Nikola ve İngiliz Kralı 7. Edward, Reval’de 1908’de bir görüşme yapmış ve Osmanlı’yı kendi aralarında parçalamışlardır. Bu haber, özellikle Balkanlardaki İttihatçılar arasında bomba etkisi yaratmıştır. Asıl ve daha büyük bomba ise Sultan Abdülhamid’in bu olanları duymasına ve bilmesine rağmen sessiz kalması, hiçbir tepki vermemesiyle patlamıştır. Bu olanlar üzerine başta Resneli Niyazi Bey olmak üzere Binbaşı Enver Bey’in ve Ohrili Eyüp Sabri’nin askerleri ile dağa çıkması, Şemsi Paşa’nın vurulup Tatar Osman Paşa’nın dağa kaldırılmasıyla ile de 2. Meşrutiyet ilan edilmiştir.

  • Meşrutiyet ve 2. Meşrutiyet arasında çok fazla köklü farklar vardır. Her şeyden önce 2. Meşrutiyet, 1. Meşrutiyet gibi tepeden inme ve belirli bir kesimin dayatmasıyla ilan edilmemiştir. 2. Meşrutiyet, halkın ve askerlerin yani İttihat Terakki adı altında birleşmiş milletin her unsurunun temsil edildiği bir hareketle, sistemli bir şekilde yürütülmesi sonucu başarı ile ilan edilmiştir. Keza burada “halk” vurgusu çok ama çok önemlidir. Sultan Abdülhamid’in kurduğu istibdat yönetiminden bıkmış olan millet, artık bu baskıdan kurtulmak için İttihatçılara destek vermekteydiler. Bu konuda ise en önemli ve en sağlam kaynak Kazım Karabekir’in “İttihat Terakki Cemiyeti” adlı eseridir. Millet, Düyûn-u Umûmi’nin altında açlıktan ve sefaletten ezilip kahrolurken Sultan Hamid ve sadık bedelerinin yaşantısını bütün doğruluğuyla sizlere aktarıyorum:

Sarayda 40 aşçı ve bunun üç misli kadar yamak var. Saraydan her gün sabah akşam 600 tabla yemek çıkıyor ve Beşiktaş’taki birçok emektarın evine de tablalarda yemek gidiyor. Hamid’in sadık bedelerinin ve hafiyelerinin etrafı da birer saray âleminin gittikçe küçülen bir örneği! Bu bakımdan, birkaç kişinin refah ve israf içinde yaşamasına karşılık Türk milleti ve ordusu, gittikçe sıkıntıya düşüyor ve halk iyice fakirleşiyordu. Hükûmetin ve hatta mahkemelerin eline düşenlerin vay hâline idi. İşler sürüncemede bırakılıyor, rüşvetle iş görülüyor ve halka iyi muamelede bulunulmuyor, hakaret ediliyordu. Sanki onlar müstemleke halkıydı. Zavallı halk, Hint fakirleri gibi göbeğine bakıyor, Allah kimseyi hükûmet kapısına ve mahkemelerine düşürmesin diye dua ediyordu. Gayri Türkler ise daha mesuttu. Askere gitmiyorlar, büyük devletlerin himayelerinde olduklarından çok çocuk yapıyor ve zengin oluyorlardı. Avrupalılar, “Türkler adam olmaz.” diyorlar ve Hristiyan unsurun terakkisine her cihetten yardım ediyorlardı. Büyük devletler, aralarında bir harp çıkmasına sebep yokken hasta adam dedikleri Türklerin mirasını paylaşma planı çiziyorlardı. Türklerde de “Biz adam olamayız.” kanaati çoktan uyanmıştı. Çünkü yukarıda bahsettiğim acıklı hâllerden başka maneviyatı kıracak çok şey vardı. Mesela ordu gittikçe fenalaşıyordu. Balkan devletleri bile ordularını gençleştiriyor ve yenileştiriyordu. Türk ordusu ise ihtiyar ve beceriksiz kumandanlar idaresinde bırakılmış, manevra nedir bilmiyorlardı. Hatta atış talimi bile yapılmıyordu. Erkan-ı Harbiye heyeti masa başlarında çalışıyorlardı. 

[Kazım Karabekir, İttihat Terakki Cemiyeti sf. 58/59]

İttihatçıların da yürüttüğü başarılı propaganda faaliyetleri bu konuda çok etkili olmuştur. Özellikle başta Manastır ve Selanik olmak üzere İzmir, Amasya ve Anadolu’nun birçok şehrinde meşrutiyetin ilanı coşkuyla karşılanmış ve kutlanmıştır. Toplumun neredeyse her kesiminin ortak talebi olarak ortaya çıkan meşrutiyet isteği, bütün sorunların tam çözümü olarak görülmekteydi. İttihatçıların yaptığı propagandalar sonucu oluşan bu algı nedeniyle meşrutiyete o dönem herkes çok ama çok fazla anlam yüklemişti. Aslında yıllardır bugüne hazırlanan İttihatçıların da bu beklentiyi karşılayacak birikimleri vardı. Dolayısıyla çoğu tarihçinin de iddia ettiği gibi “İttihatçılar meşrutiyeti ilan ettikten sonra ne yapacaklarını bilmiyor” değillerdi.

Fransız İhtilali’nin olumlu ve olumsuz etkilerini tahlil etme fırsatı bulmuş, dünyayı tanımış ve dönemin gerçekliklerinin farkında olan insanlardan bahsediyoruz. Fransız İhtilali üç söz üzerine inşa edilmişti “Liberté, égalité, fraternité” (Özgürlük, eşitlik, kardeşlik). Bilindiği üzere Fransız İhtilali’nde sermayeyi karşılayan başroldeki oyuncular burjuvalardı. Burjuvalar, Fransız aristokrasisiyle eşitlik istiyorlardı. Çünkü kralla ve soylularla eşit haklara sahip olduklarında sermayelerini daha kolay büyütebilecekler ve her türlü etki alanlarını genişletebileceklerdi. Özgürlük istiyorlardı çünkü kendilerinden alt sınıfları daha rahat sömürebilme derdindeydiler. İşçi-köylü-emekçi sınıfını daha rahat kontrol edebilmek için de kardeşlik talep ediyorlardı. Parayı elinde tutan burjuvalar, sadece kendi ülkelerinde değil uluslararası ilişkiler kurarak da dünya üzerinde faaliyetlerde bulunmak için kendi ideolojilerini yayma derdindeydiler. Artık dünya sömürgeciliğinin ideolojisi oluşturulmaya çalışılmakta ve insanların bir kısmı zulme uğrarken bir kısmı ise refah içinde yaşamaktaydı. Ta ki tarih sahnesine İttihatçılar çıkana kadar!

Bu temel dinamikler üzerine kurulu sistemi bizde İttihatçılar, “Hürriyet, Müsavat, Uhuvvet” olarak tanımladı lakin bir farkla, yanına “Adalet” de eklenmişti! İşte burası çok önemlidir. Burjuvalar adalet talep etmezler çünkü adaletin olduğu yerde sömürü olamaz. Adaletin olduğu yerde din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin herkese eşit ve adilce davranılır. İttihatçılar için meşrutiyet, milleti yükseltmek demektir. İttihatçıların meşrutiyetin ilanında bu kadar şiddetli bir şekilde ısrarcı ve kararlı olmalarının yegâne sebebi; bilimde, sanatta, kültürde, hukukta, adalette, her türlü beşeri kucaklayan, millî ve manevi olarak milletin gelişmesini sağlayacak bir sistem olmasıdır. Osmanlı halkını, en yüksek maddi ve manevi refah düzeyinde güvenli bir şekilde yaşatabilmek için buldukları asli çözümün adı, meşrutiyettir.

Hazır sırası gelmişken bir konuya daha değinmek isterim. Meşrutiyet devirleri, ülkemizde ne yazık ki kasıtlı olarak yapılan algı ve bunun yanında milletimizin Osmanlı’ya duygusal, bilinçsiz ve cahilce yaklaşımı nedeniyle hep ön yargılı ve olumsuz bakılan dönemlerdir. Genel bir yargı olarak Osmanlı’yı yıkmak, özellikle de Sultan Hamid’i devirmek için İngiliz ve masonlarla iş birliği yapanların istediği yönetim şekli olarak lanse edilmiş ve bu bir kesimde kesinlikle kabul görmüştür.

Meşrutiyetin ilanından sonraki sürece baktığımızda her şey daha net anlaşılacaktır. Şimdilerde bazı aklıevvel cahiller, İttihatçılığı Osmanlı’yı ve Sultan Hamid’i devirmek için dış mihrakların planladığını ve desteklediklerini iddia ediyorlar. Bu kör cahillerin hiç akıl edemediği bir şey var. Madem tek dertleri Sultan Hamid’i indirmekti de, meşrutiyet ilan edilince direkt olarak neden yapmadılar? Açıkça belirtmek gerekiyor ki İttihatçıların Sultan Hamid’in şahsı ile değil, devleti yönetememesiyle ve devletin yönetilememesinden kaynaklı Osmanlı’nın düştüğü rezil durumla, sultanın kurduğu liyakatsiz, adaletsiz ve kaypak sistemle dertleri vardı. Sultan Hamid’e kızgınlıkları bu sebepleydi. Meşrutiyetin ilan edilmesiyle birlikte bütün bu adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için tüm güçleriyle çalıştılar. Yani İttihatçıların meşrutiyetçi olmalarının sebebi, Sultan Hamid ile olan dertleri, bu şuursuz kimselerin iddia ettiği gibi Osmanlı’yı yıkmak ve parçalamak değil tam aksine Osmanlı’yı yıkılıştan kurtarıp yaralarını sarmaktır.

İttihatçıların kurduğu meşruti sistem, dönemi içerisinde dünya üzerinde bulunan bütün yönetim şekilleri içerisinde en demokratik, en sistemli ve en başarılı uygulama olmuştur. Bunda en büyük faktör ise Osmanlı vatandaşlarının ekseriyetinin, Sultan Hamid’in yönetiminden bıkmış ve illallah etmişken meşrutiyete iki eliyle birlikte sımsıkı tutunmaları olmuştur. İttihatçılar bunun üzerine bir de antiemperyalist bir tutum eklediler. Dünyadaki bütün ezilen, sömürülen milletlerin umudu olarak emperyalizme karşı mücadele etmek için çalışmaya başladılar. Çünkü Osmanlı da yarı müstemleke hâlindeydi. Bu, en başından beri bağımsızlık ve hürriyet için mücadele eden İttihatçıların da en büyük derdiydi.

Yazımı okuduğunuz için müteşekkirim lakin yazımı burada sonlandırıyorum. Yakın zamanda bu konuya bir sonraki yazımda da değinmeye devam edeceğim.

YAZAR

Hüseyin Kaan Han

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir