Sekoya Ağacı

Hükümlü iznimin bitmesine 20 gün vardı. Hücreme dönmek üzere yaşamdan hikâyelerimi koltuk altımdaki defterime saklamaya çalışıyordum. Pazar kokulu mahalle patlıcanlarının yerlerde süründüğü sokaklardan iz bırakarak geçiyordum, her insan hikâyesine mutlaka bir iz bırakır diyerek.

Önünden geçtiğim gecekondunun pervasız bakışlarıyla perde arkasındaki süzülmüş gözlerin bana baktığını fark ettim. Önünden geçmek istediğim yerin bana huzur kattığını o saniye anlamış olsam da içimdeki rahatsızlığın tarifini yapabilecek durumda değildim. Muhtemelen bu dakika, yıllarca yollarında süründüğüm bu sokaklarda bu gecekondunun hiç dikkatimi çekmediğini fark etmiştim. Ayrıca bu durumda kendimi teselli etmeye hakkım olmadığını düşünüyordum. O simsiyah gözlerin içine bakarak fark etmemiş olmama bahane üretip kendimi teselli edemezdim. Dönüp dolaşıp kendimi o inşaat hâlindeki bina önünde buldum. Kırık cam parçalarını saatlerce inceleyip kendi etrafımda dünyanın dönüşüne dalmış bulundum. Tuhaf gözlerin çekimine kapıldığımı ve bundan her an etkilendiğimi, kurtulmak isterken nasıl da o çukura düştüğümü anbean takip ettim. Binadan çıkıp hafif karanlık sokakların çevresinde dört dönmeye başladım. Gecekondunun eşiğine gitmeye çalışan ayaklarımı geri geri sürümek için çok direniyordum. İşte bu anda kendime tonlarca mazeret üretme hakkına sahiptim. Arkamı dönüp kapı önündeki sokağı, dışarıya kavuştuğumdan beri her gün incelerim, bir kez daha incelemek isteyerek. Acı tatlı anılarımı içimde yeşertmek isteyerek kafamı çevirmiş bulundum ve cılız bir adamın bana keskin bakışlar attığını gözlerime saplanırcasına, yaralanarak gördüm. Usul usul yürüyordu fakat bana doğru yürüdüğüne ihtimal vermedim. Belki yarım dakikayı bile doldurmayacak bir süre zarfının içerisinde adam kulağıma ufak bir cümle fısıldadı “O gözlerin hikâyesini anlatmamı ister misin?” Olur tabii diyemedim, gözlerinin içine keskin bakışlarımı yerleştirdim. Bu hikâyeyi duymak istemediğime çok emindim. Korkunun içimi kapladığını her an, her saniye hissedebiliyordum. İçimdeki iyi ve derin gözlerin yerini kötülükler, umutsuz hikâyeler kaplasın istemiyordum. Ben, hücreme döndüğümde o gözlerle hülyalara dalmaya devam edecektim. Kekeleyerek teşekkür ettim ve o an orada buharlaşmak istedim. Etrafın kararmasını göz ardı edemedim ve o adamı dinleme zorunluluğumu içimden atamadım. Sanki onu dinlemeye mahkûmmuşum gibi saatlerce dinledim. Dinledim ve sessizce izledim. Hararetli ve tumturaklı söyleşilerini bir çırpıda kötümser tavırlarıyla anlatırken ben, o gözleri gönlümün altına saklayıp, kapıları kilitleyip ütopik dünyamda uzak bir yola koyulmuştum. Sadece ben ve o gözler, onun gözleri… Hem karşımdaki adam, varsa yoksa o saçmalıkları konuşur olmuştu. Dinlemedim, dinlemeye devam edemedim. Dinlersem o gözlerin beni bırakıp gideceğinden korkar olmuştum. İnanılır gibi değildi. Kendimi kaybetmiştim, biliyordum. O ütopik dünyadan hücreme dönmeyi bir an olsun bile istemiyordum. O gecekondu eşiğinde, hücremde çekeceğim cezanın müebbetini bile çekerdim.

Her gün kendi dünyamda yolculuk yaparken gecekondu eşiğini ziyaret etmeyi unutmuyorum. Her Allah’ın günü bunu yapmaktan vazgeçememek canımı sıksa da bunu yapıyorum. O hücrede o gözlerle yaşamaya, hülyalara uğurlanmaya ant içmiş gibiyim sanki. Ezbere biliyorum o gözleri, gözlerin her detayını ezbere biliyorum. O gözlerle yaşamaya kendimi mahkûm ediyorum.

YAZAR

İrem Yılmaz

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir