“Birbirimizde Hiç Sahip Olmadığımız Özellikleri Aramak Aptallıktı”

30eksi ailesi için favori filmlerim arasından yine bir romantik film seçtim çıkardım… Sosyolog olmamız “love insanı” olmamıza engel değil sonuçta… 

İlk önce filmin konusundan bahsedip sonra aşk havuzunun derinlerine doğru bir klorlu su soluması yapalım. Walter bir mikrobiyoloji uzmanıdır ve bir partide Kitty’i görür. Ona derin bir muhabbet besler ve açılır. Kitty ise aşık olmadan evlenmeyi aklından geçirmemektedir ancak ailesinin baskısından yılmış durumdadır, annesinin yersiz konuşmalarına şahit olduktan sonra Walter’ın evlenme teklifini kabul eder. Hiç tanımadığı bir adam olan kocasıyla beraber Şangay’a giderler. Kitty burada Walter’dan bir destek göremez. İyice yalnızlaşır, ketum olan kocasının onu eğlendirememesi de arkadaşsızlıktan bunalmasına yol açar derken bir hükûmet görevlisi olan Charles Townsend ile tanışır. Charles aynı zamanda Walter’ı da tanır ve cemiyet ortamında bir araya gelirler. Kitty ile Charles arasında bir ilişki başlar ve bir gün onlar odada yalnızken eve Walter gelir, kapıyı açmadan geri gider. Artık Kitty kocasının anladığından emin gibidir ama sözcüklerle ifade edilen bir şey olmamıştır. Üstelik Walter hiçbir ters davranışta da bulunmamaktadır, taaa ki kolera salgınında çalışmaya gönüllü olduğunu söyleyene kadar. Kitty, Çin’in bir köşesindeki köye asla gitmeyeceğini, bu bebeksi cildini oralarda mahvedemeyeceğini söyler. O zaman boşanalım, der Walter ama zina davasıyla… Kitty şokkkk! Gerçeklerin ortaya çıkmak gibi bir huyu var, ha Müge Anlı çıkarmış ha Walter. Kitty “Olmaz ben boşanacağım, centilmenlik bunu gerektirir…” gibi birkaç manasız söz söyleyince Walter der ki “Git o adama boşanmayı kabul ettiğimi söyle ama tek bir şartla: Karısını boşayıp seninle evlenmesi”. Kitty kerizi bunun olacağından emin, Charles dangalağıyla görüşmeye gider ve sonuç hüsran. Adam: Karımı bu işe karıştıramayız ballı çöreğim, der…

Kocasıyla Çin’de, Mete’nin bile fetih için uğramayacağı kadar ücra bir köye giderler. Sıcak, Çin milliyetçilerinin yabancılara tutumu ve kocasının onu görmezden gelmesi durumu daha da ağırlaştırır. Bir ara rahibelerden biriyle tanışır ve kilisede görevli olur. Çocuklarla ilgilenir, hemşirelik yapar. Bu, onun ufkunu açan şeydir çünkü filmin başından beri ne istediğini bilmeyen, duygularını ifade etmekte güçlük çeken ve kendini konumlandıramayan bir kadın varken buradan sonra amacı olan, hayatta bir şeyler için çabalaması gerektiğini idrak eden bir kadın portresi ortaya çıkar. Yavaş yavaş Walter’la anlaşmaya, dürüstçe birbirlerini anlamaya, arkadaş olmaya ve en sonunda da birbirlerini sevmeye başlarlar. Filmin en keyifli, en anlamlı kısımları da buralardı sanıyorum. Kitty “Biz insanlar o şapşal bakterilerden daha çok karmaşığız; hata yaparız, hayal kırıklığı yaşarız. Ben, tiyatro, tenis ve danstan hoşlanırım, oyun oynayan erkeklerden hoşlanırım, sen oynamayı sevmiyorsun. Ne yapayım ben böyle yetiştirildim…” der. Walter karısını haklı bulur “Birbirimizde hiç sahip olmadığımız özellikleri aramak aptallıktı.’’.

Duygularını dile getirmek onları rahatlatmış, farklı bir birlikteliğe yönlendirmişti. Beraber, bir halkın yok olmaması için, su getirmek için mücadele etmek… Nefis bir işleyişti. Ama Kitty hamile olduğunu fark edince buna bir gölge düştü çünkü çocuğun kimden olduğuna dair şüpheleri vardı. Walter ise “Artık önemi yok.” deyip sarıldı. Birbirlerinin yarasını sarmayı da, güvenmeyi de, koşulsuz kabulü de böylece öğrendiler fakat mutlulukları uzun sürmedi. Walter koleradan öldü, Kitty oğluna Walter adını vererek onu büyüttü… 

Gelelim eleştirimize… Oldukça uzun anlattım biliyorum ama detaylara önem veriyorum. Benim gibi izleyenler ilk başta Kitty’e hak verirken ortalara doğru “Deli gibi bir şey yaptı bu da kendini…” tepkisini vermiştir diye düşünüyorum. İlk başta; sevmediği, tanımadığı bir adamla evlenmek istemeyen bir genç kızın, ailesi tarafından baskılanması çok aşağılık göründü gözüme. Ki öyle zaten. Tabii sonra yaşadığımız toplum idrakı geldi aklıma. Kemal Bilbaşar’ın Cemo kitabını okuma imkânınız oldu mu bilmiyorum. Orada Cemo’nun babası, diğer kadınlar gibi ezilmemesi, dayak yememesi, 30’una gelmeden kocamaması için kızını başlık parasıyla vermek istemiyor, onu bilek gücüyle yenen erkekle -ona denk bir erkekle- evlendirmek istiyordu. Ülkemizde kaç kişi kendi istediği kişiyle evlenmiştir acaba? Örnek verelim, bizzat benim halam sevdiği adamla evlenemedi. İstemeye geldiler, tabii çok küçüktüm parça parça hatırlıyorum ama çiçekleri ellerine geri verip gönderdiler. Şimdi bana böyle bir şey yapabileceklerini düşünüyor musunuz? Aynı aileye sahibiz ama mümkün değil, yapamazlar. Fakat kuşak farkı böyle bir şey işte. Bizden önceki neslin uğradığı toplumsal baskıyı belki şu an bir nebze de olsa kırabildik.

Bundan sonrasında ise bir insanın yalnız kalmakla nasıl mücadele edeceğini bilmediğini izliyoruz. Bunun sebebi de şu: Birey olarak yetiştirilmiyorlar. Birey olmak ne demek, kendine yetmek ne demek bilmiyorlar. O yüzden de vakit geçirmek için illa bir insan olması gerektiğini düşünüyorlar. Mesela farklı kültüre gitmiş Kitty hiç çıkıp Şangay’ı gezmedi. Müthiş manzaralar gördük, Walter çalışırken bir kere gideyim de şuralara bakayım demedi. Kocasını aldatırken bile bir otele gitmediler, evdelerdi. Yani o zamana kadar hayatın anlamını bu şekilde bir insanla bir olursa bulacağını sanıyordu. Yanıldı, yanılması canını çok yaktı. Gittiği yere uyum sağlayamadıkça hırçınlaştı. Walter ona zaten kinliydi, yardım etmedi. Kötü davranmadı ama iyi de davranmadı. Kocasının eve gelip âşığıyla onu basmayışına, onun için kavga etmeyişine içerledi. Bunu Walter’a sordu “Çok gururlu ya da korkaktım.” dedi ama ertesi gün Çin milliyetçilerinin saldırısından onu korurken hepimiz odaya girmeme sebebinin ilki olduğunu anladık… 

Birbirlerini tanıma, arkadaş olma, anlama ve sevme süreçleri ise o kadar manalı ve güzeldi ki. Öncelikle biz bunları “Sıla” gibi dizilerde düşmana âşık olma sendromunda gösterdiğimiz için “ne var bunda” gibi gelebilir. Fakat burada Walter tam bir beyefendiydi ve idealleri vardı. Gece gündüz salgını bitirmek için çalışıyordu. Bu Kitty’e de örnek oldu. Bir amacı vardı Walter’ın, bir şey için çabalıyor ve karşılık beklemiyordu. İnsanı kurtaran şey bir mefkûre değil midir? Bir şey için mücadele ettikçe canlanırız. Kitty’e sadece bir bedene sahip olmayı öğretmişlerdi doğduğundan beri, bir fikre sahip olmak ne demek bilmiyordu. O yüzden müzeleri gezmek, tarihi bir şeyler görmek, bir milletin yaşadıklarına şahit olmak değil; dans etmek, sevişmek, gülmek, içki içmek istiyordu. Bir insanın onu sırf Kitty olduğu için seveceğine inanmıyordu. Yanında başka özellikleri de olmalı diye düşünüyordu. Walter ise bir amaç uğruna giderken yanında bir yoldaşı olması gerektiğine inanıyordu ve seviyordu Kitty’i… Ona tek bir kötülük yapmamış, onun kendisini üzdüğünü bile göstermemişti. İncelikle, sakince her şeyi yoluna koyuyordu. Aslında Walter’ı izlemek beni çok rahatlattı. Bağırmayan, kırıp dökmeyen, sevmeyi bilen ama sevilmekte acemi bir adamdı. Aslına bakarsanız bizim ülkemizin erkekleri de sevilmekte acemiler… Annelerinin vıcık sevgisinden bahsetmiyorum. Birine sahip olma duygusu hissetmeden, sakin ve netlikle sevemedikleri için sevilmeye de “erkek adama sahip olunmaz” tepkisi geliştiriyorlar. Hâlbuki “bireyler eşya değildir”(nasıl slogan) kimse kimseye sahip olmasın. Kırıldıklarında, üzüldüklerinde ya da bir şeyi istemediklerinde bunu dillendirebilsinler. Biz, “Kader” filminde Bekir’in, babasının zoruyla evlendiğini izledik değil mi?

Bu toplumsal baskı hepimize yapılıyor ve hepimiz aynı ruh hâli içine giriyoruz. Birbirimize tutunarak, her şeyden önce arkadaş olarak güzel bir medeniyet inşa etmek için geç kalmış sayılmayız. Özellikle de biz -“Elveda Rumeli”nin Mustafaları ve Vahideleri- mefkûresinden gayrı her şeyi unutan destan kahramanları gibi unutulmaz olmalıyız… 

YAZAR

Mişa Dirahşan

EDİTÖR

Elif Berra Kılıç

2 cevaplar
  1. Ekrem Müftüoğlu
    Ekrem Müftüoğlu says:

    Mişa hanım yazılarınız çok içten, severek, bir sohbet içerisinde gibi hissederek okuyoruz. Dilinize sağlık…

    Cevapla
  2. Elif Berra Kılıç
    Elif Berra Kılıç says:

    Okuduktan sonra direkt geçemeyeceğiniz bir kalem, kendine has ifadeleriyle o kadar güzel cümleleri var ki durup düşünüyorsunuz üzerinde. Çok beğendim, kalemine sağlık yazarın.

    Cevapla

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Ekrem Müftüoğlu için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir