Bu yazının amacı birilerini suçlamak ya da övmek değil. Yazının ilerleyen yerlerinde suçlananlar ve övülenler yer alabilir ama bunlar abartılı ya da yanlı sözler olmayacaktır, sizi temin ederim. 

25 Ocak 2020 saat 20.55’te (en azından öyle geçmiş kayıtlara) Elazığ’ın batısında Malatya sınırına çok yakın bir yerde 6.8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. İlk haberler 7.2 dese de resmî rakam sonra 6.8’e geriledi. Yaşamayınca bilemiyor tabii insan büyüklüğünü, öyle bir şiddet ki Kayseri’deki halkı bile korkudan sokağa döktü. Elazığ ve Malatya’daki halkın korkusunu siz düşünün. Depremden 3 ilçe ve 2 şehir merkezi çok etkilendi. Size anlatacaklarım sadece bir ilçede olanlar… Diğerlerini yakından gözlemleme şansım olmadı. Biraz öncesinden alalım olayları. 2018 yılı civarlarından başlatalım, belki biraz daha öncesinden.

İlçede altyapı ve görüntü düzenlemesine gidildi. O zamanki belediye başkanı ilçenin eskimiş içme suyu borularını, yolları ve eski evlerin caddeye bakan dış cephelerini düzeltmek istedi. Fikir güzeldi de uygulayacak nitelikli insan sıkıntısı çekti sanırım (başta kendisi olmak üzere). Örneğin ilçedeki eski (denilene göre tarihi değeri de var) kerpiç/toprak evleri restore(!) etti. Son derece kaliteli malzeme kullanıldığına dair sizi temin ederim. Ama ne yazık ki o güzelim tahtaları, çürümüş, eski tahtaların üstüne çaktılar. Eski, küçük işlemeli, hafif yumru çıkıntılı desenleri, güzel demir tokmakları olan ahşap kapıların yerini düz tahta kapılar aldı. Beyaz ve kahverengi renklerine boyandı tüm dış cephe (İlçedeki tüm eski evlerde bu şekilde bir tane bile ev yoktu!). En ufak bir güçlendirme yapmadan milyonlarca lira gömüldü 3 mahalledeki evlerin dış cephelerine. İlçenin ilk evleri toprak damlı evlerdi. Her sene onarım gerektirdiğinden hemen hemen tüm ev sahipleri yıllar içinde toprak damlarını metalik saçlı çatılara dönüştürdüler. O metalik saçların ana yola bakan tarafları kırmızıya boyandı. Toplam masraf kalemleri:

-Tahta kapı

-Tahta pencereler

-Tahta kaplama

-Boya (Yeni evleri de boyadılar uyumlu olsun diye. Pimapen pencereler, balkon korkulukları… Çatılar bile boyandı.)

-İşletmelere tahta tabela…

Peki sonuç? Yılların yorgunluğuyla yıpranmış, birçoğu şişmiş duvarlar tamir edilmeden sadece makyajlanarak milyonlar harcanıp öylece bırakıldı. O zamanlar bazı sorular sorduk:

1) Restorasyon bilmeyen aklımızla binaların bu renk ve bu şekilde restore(!) edilmesini hangi bilgili kişiler karar verdi. İlçenin mimari yapısı bu muymuş?

2) İnsanlıktan anlamayan aklımızla: Aynı işi bir yerden sonra devralan 3 müteahhit neden ilçenin spor kulübüne ciddi bağışlar yaptılar? İlçeye olan bu sevgileri bir ayda nasıl oluştu?          

3) Mimarlıktan anlamayan aklımızla: Bu makyajlı binalar bakım görmedi, depremde falan… (Allah muhafaza) bir şey olmasın. Güzel bir görüntü verdiniz, bari sağlam olsun, yapılan masraf boş yere olmasın. Tabii önemli adamlar değildik, önemli adamlar düşünüp bir şeyler yapmışlar. Vardır bildikleri (!) bir şeyler. Gerçi depremden önce altyapıyla ilgili birkaç ufak sorun yaşanmıştı ilçede, oradan aldık bazı ilk sinyaller. Misal, güzel, modern bir içme suyu şebekesine kavuşmuştu ilçe, üstüne de mükemmel bir asfalt döşenmişti. Ama gelin görün ki bazı evlere ana borulardan bağlantı yapılmamış. Sonuç: İhaleyi alan firma işini yapıp gittiği için belediyenin ekipleri asfaltın bazı bölümlerini kazıp su bağladılar sonra üstünü toprak ile de örttüler ama o kadar. Sonraki 6 ayda pek el değmese de yavaş yavaş kapattılar yollardaki küçük çukurları, yamalı bohça misali. Tabii bunlar ufak dertlermiş… 25 Ocak sabahı anladık. 

Depremin büyüklüğünden, yıkımlardan, verdiği psikolojik ve fiziksel zararlardan bahsetmeyeceğim. Onu, birkaç ay boyunca televizyonlardan ve çeşitli sosyal mecralardan izlemişsinizdir zaten. Unuttunuz biliyorum ama kayıtları var, açın bakın.

Depremden sonra ne oldu?

O dünya kadar masraf yapılan evlerin hepsi ağır hasar aldı. 18 Ekim itibarıyla hâlâ yıkılmayı bekliyor. (Evet bazı binalar yıkıldı ama tehdit oluşturan birçok bina hâlâ yıkılmadı.) 

İlçe merkezine çadırlar, battaniyeler, ısıtıcılar vb. geldi, neredeyse ışık hızıyla ulaştı. Bazı vatandaşlar üçer beşer aldı, bazılarının eline hiç bir şey ulaşmadı haftalarca.

Evlerini ağır hasarlı gösterenler kira aldılar ama evde kalmaya devam edenler de oldu içlerinde.(Daha sonra da evlerinin hasarlı olmadığını söylediler. Devlet “hasarlı olan binaları yıkacağız” deyince de mahkemelik oldular.)

Deprem zedeler içinden biraz zamlı fiyatlarla da olsa ev bulanlar oldu. 

Geriye kalanlara konteynerlar getirildi neredeyse kimse beğenmedi bunları, çadırda kalıp bu konteynerlara geçmeyenler bile oldu. Kimi içini kötü, eski, kullanılmış gördü. Kimi de ilçenin sonuna kurulmuş bu konteynerı uzak buldu. 

Diğer illerden yardımlarda geldi. Ama bir ilden gelen tır var ki ona apayrı bir yer açmak lazım. Bir tır dolusu çöp göndermişler sağ olsunlar, yakacak olarak kullanıldı. Misal yarım yumruk büyüklüğünde deliği olan ayakkabılar, yırtık eski kazaklar vb. Hatta bu gelen yardım malzemelerini depolayıp işe yarayanları çöplerden ayıranlar hala eşyalardan çıkan kokudan yakınıyor. Bir çok yardım malzemesi geldi bunların hepsi kötü değildi. Ama bir ilden yola çıkan koca bir tır yaklaşık 1.000 km mesafe kat edip çöp getirince insan onun üstünde ayrıca durma gereği hissediyor. Geriye kalan yardımlara ne oldu peki? İhtiyaç sahiplerine vermeye çalışanlar ile eşe dosta dağıtanlar arasındaki rekabetten kim ne kadarını aldı onu kestirmek güç ama iki tarafta az çok aldı bir şeyler. 

50 bin nüfusu bile olmayan bir ilçeden bahsediyoruz ama ne çok haksız para dönmüş. Oysa daha yeni yapılan TOKİ’lerden, hasarlı binaların yıkılamamasından, verimli tarım arazilerinin kentsel dönüşüme kurban gideceğinden, o arsaların üstüne dikilecek evlerden sağlam evlerin çürük gösterilmesinden, ilçenin tarihinden ve gerçek yapısından çok uzakta güneydoğunun bazı evlerinin görünümü verilmeye çalışılarak yapılacak yeni TOKİ’lerden, sağlam belediye binasının yıkılıp yeni bir bina yapılması için uğraşılmasından, depremin üzerinden 9 ay geçmesine rağmen yeni evlerin yapılamamasından, bazılarının hemen 10 bin TL deprem yardımı almasına rağmen bazılarının 3 ay sonra 3 bin TL civarı almasından bahsetmedik bile… Tüm dünya küresel salgından eve hapsolduğu zaman bile büyük-küçük depremler yüzünden insanların korkuyla dışarı fırlamalarından, ömürlerinde ilçeye adım atmamış İstanbul’da yaşamış adamların babadan kalan depremden on yıl önce virane olmuş evleri için yardım parası istemelerinden bahsetmedim bile… Hele dışarıdan yağma için gelenlerden korumak için ilçeye gelen özel harekat polislerinden hiç bahsetmiyorum. Ya da köylerde kendileri ve hayvanlarına bir yer bulamadıkları için kış vakti dağbaşında günlerce dışarıda yatan insanlardan da bahsetmedim… Ha bir de şey vardı, tapulu bazı binaları depremde hasar almış evler listesinden silmişlerdi. Yıkılma listesinde yok hak sahibine hakkı verilmiyor ama yıkım ekibi o evden başlamak istiyor yıkıma…

Deprem dediğimiz şeyden kaçış yok ama çürük binalar yapanlardan, para hırsıyla gözleri dönmüş imza sahibi haramilerden, “Ben fazla aldığımda başkası az alır” diye düşünemeyenlerden, çöpe atması gerekeni yardım kutusuna atandan, bilinçsiz plansız bilgisiz iş yapıp devleti zarara uğratanlardan ve daha sayamadığım nicesinden kaçış var mı? Depremden korunma yolları belli, ya bunlardan? Mağdur edebiyatı değil bu yazdıklarım ülkenin küçücük bir yerinde olanlar, sizce Türkiye’nin diğer yerleri çok mu farklı? Milyonluk şehirlerde deprem olsa neler olacak siz düşünün… Gerçi doksanlı yıllarda oldu. Yaralı kadının kolunu kesip bileziğini almışlardı! Ahlaki eksiklik böyle zamanlarda daha çok ayyuka çıkıyor anlaşılan. 

Bir dost…

Ali Ak

Editör: Ekrem Müftüoğlu

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir