[ Türk Dünyası Araştırmaları dergisinin 241. sayısında yayımlanan “Hristiyanlığın Kabulünden 20. Yüzyıla Kadar Rusya’da Çift İnançlılık (Dvoverie)” makalesinden alınmıştır.]

Rusya’da Hristiyanlığın 10. yüzyıldan itibaren yayılmaya başladığı ifade edilmiş ve bu yüzyılın sonuna doğru ise ilk kiliseler meydana getirilmiştir. Ruslar, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra eski ve yanlış olarak tanımladıkları inançlardan kurtulduklarını, Hristiyanlığın Ruslara birlik ve beraberlik içinde, büyük devlet olma yolunu açtığını düşünmüşlerdir. Rus Ortodoksluğunda azizlik, Hristiyanlığın itikadı boyutuna ek olarak kültürel unsurların etkisi altında kalmıştır. Ruslar için azizleri bilmek sadece dinî meseleleri değil, aynı zamanda yerel kimlikleri ve tarihi tanımada bir araç olarak görülmektedir. Buna bağlı olarak da azizlik, dinî, ulusal ya da yerel kimliklerin kesişimini gözler önüne seren bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.

Rus azizler ikonlarda resmedilmişler, dualarda anılmışlar ve kendilerine mucizeler atfedilmiştir. Buradan hareketle Rus azizler, geçmişte yaşanan kutsal olayların öncüsü olan kutsal Rusya’nın ortaya çıkmasına katkıda bulunan tarihi şahsiyetler olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca Rus Ortodoks Kilisesi kendi tarihinin temeli olarak azizleri ifade etmiştir. Bunun sebebi ise kilisenin tarihini sağlam bir zemine bağlamak istemeleridir. Hatta kiliseyi, İsa’nın on iki havarilerinden biri olan Aziz Andreas’tan başlatmışlar ve kilise kendini “apostolik kilise” olarak nitelendirmiştir. Buradan hareketle Aziz Andreas ve Aziz Pavlus, Hristiyanlığın ilk döneminde Slav bölgelerinde misyonerlik faaliyetleri gerçekleştirmişlerdir. Öyle ki bazı din adamları, tanrı ve azizlerin benzer özellikler taşıdığını ileri sürmüşlerdir. Böylece paganların Hristiyanlaşması daha kolay olmuştur.

Rusların geleneksel inançlarının içeriği ile azizlerin barındırdığı özellikler arasında benzerlikler mevcuttur. Nitekim atalar kültü ve onların muhafızları, tanrıların ve tanrıçaların görev dağılımları, azizler ile doğrudan ilişkilidir. Ruslar, Hristiyanlığı Prens Vladimir döneminde devlet dini olarak benimsemişlerdir. Lakin Vladimir’den önce yönetici sınıftan bu yeni dini ilk benimseyen Azize Olga’dır. Azize Olga, İstanbul Patriği’nin önünde vaftiz olmuştur. Hatta İmparator Aziz Konstantin’in annesinin adı olan Helena ismi Azize Olga’ya verilmiştir. Bu olaydan sonra Helena ismini alan Azize Olga’nın, Kiev’de bir Ortodoks merkezi kurma girişimleri olmuştur. Slavlar göçebe bir düzenden yerleşik bir düzene geçtikleri zaman tanrı inançları da gelişme göstermiştir. Neticede Slavlar bu yeni dinle tanıştıktan sonra geleneksel olan din ile Hristiyanlık harmanlanmıştır. Slavlarla iletişimi sağlayabilmek ve Yeni Ahit’in okumalarını kolaylaştırmak için Aziz Kiril (826-868) Slav alfabesini oluşturmuş, bu sayede Ruslara Hristiyanlığın yolunu açmıştır. Ardından edebî ve dinî eserler tercüme edilmiş ve halk bilinçlendirilmiştir. Tercüme edilen eserlerin içinde azizlerin hayatını konu alan eserler de ortaya çıkmıştır. Aziz Feodosi Peçerski, Aziz Boris ve Gleb’in hayatını konu alan bir eser ortaya çıkarmış, bundan sonra azizlerin hayatını konu alan ve “jitiye” olarak adlandırılan bu tür, Rus edebiyatında bir gelenek hâline gelmiştir.

Ruslar peyderpey bu yeni yola girmişlerdir ve yeni dinin kabulünden sonra da eski inancın kültürü tamamen yok olmamıştır. Eski tanrılar zamanla isim değiştirmiş lakin fonksiyonları aynı kalmış ve bu özellikler azizlere atfedilmiştir. Örneğin; Vladimir’in Hristiyanlığı kabulünden sonra adaletin, savaşın ve gök gürültüsünün tanrısı olan Perun’un ahşap tasviri, bir atın kuyruğuna bağlanıp Dinyeper Nehri’ne doğru sürüklenmiştir. Üstelik bu tasvir artık bir put ya da bir şeytan olarak görülmüş, nehre kadar sopalarla dövülmüş ve nehirde batırılmıştır. Tanrı Perun’un batırıldığı yerin adı uzun yıllar boyunca “Perun derinliği” olarak anılmıştır. Tanrı Perun, bu yeni dinin kabulünden sonra diğer tanrılar gibi şeytan olarak görülmüştür ve Perun tapınakları kapatılmış, onun yerine Ortodoks kiliseleri inşa edilmiştir. Kilise, bu pagan izler ile etkin bir biçimde mücadele etmiştir ama bu geleneksel dinin etkisi yüzyıllar boyunca toplumun hafızasında kalmayı başarmış ve Tanrı Perun’un anısı yaşamaya devam etmiştir. Perun ve Veles tanrılarının sahip olduğu özelliklerini, fiiliyatlarını Tanrı ve Hristiyan azizleri devralmıştır. Vladimir’in Kiev’de vaftiz olduğu yere Aziz Vasili adına kilise yapılmasını emretmesi Tanrı Perun’un izlerinin tamamen yok olmadığının bir göstergesi diyebiliriz. Bununla beraber Hristiyan folklorunda Perun, ateşten arabası olan gökyüzünde dolaşan ak sakallı Aziz İlyas ile anılmaya devam etmiştir. Sonuç olarak Perun’un hatırası tamamen yok edilememiştir.

Bir başka örnek ise tüccarların ve sığırcıların koruyucusu olan doğa tanrısı Veles’dir. Hristiyanlığın kabulünden sonra Veles tanrısı, Rus ikonografisinde keçi, koyun, inek ile çevrili olan Aziz Vlasios olmuştur. Aziz Vlasios’a ek olarak Aziz Nicholas da zaman zaman Tanrı Veles’in yerini almıştır. Bir nevi işlevlerinin ve kimliklerinin aynı olduğu görüşü mevcuttur. Bununla beraber Uspenskiy’e göre Aziz Nicholas ve Tanrı Veles figürlerinin birbirine benzer pozisyonlarının olması Tanrı Veles ile Aziz Nicholas’ın benzerliğinin bir kanıtıdır. Ayrıca Aziz Nicholas bir İtalyan tüccar konumuna bürünmüştür ve tahıl yüklü gemileri taşraya göndermesinin ardından kıtlığa çözüm bulmuştur. “Bu nedenle, Hristiyan bağlamı Nicholas’a olan lore’a kolayca ilham vermiş olabilir ve azizin sadece mitolojik Thunder-bearer / ejderha modeli ile açıklanırsa sorunlu olabilecek diğer figürlerle birleştirilmesi için bir açıklama sunmuştur.” Uspenski, efsanedeki Aziz Nicholas ve Peygamber İlyas’ın çatışmasının tıpkı Perun ve Veles arasındaki çatışma olduğunu vurgulamıştır.

Bir başka konu ise Slav mitolojisinde görülen şifacılık faaliyetlerinin Rus Ortodoksluğunda azizlerde yansıtılmasıdır. Slav kültüründe hem insanları hem de hayvanları iyileştirebilen, kendi kendilerine yetişmiş olan kırsal kesimdeki şifacılara “Znahar” ismi verilmiştir. Znaharların, hasta ile göz teması kurması oldukça önemli bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü şifacı, hasta ile göz teması kurmazsa bu, o hastanın tedavi edilemeyeceği, tedavinin yararlı olamayacağı anlamına gelmektedir. Tedavinin işe yarar kısmı ilaçlar değil, şifacının sözleri olduğu algısı Slav kültüründe yer edinmiştir ve şifalı ilaçların sadece bir yatıştırıcı olduğu algısı oluşmuştur. Doğu ve Orta Slav geleneğinde şifacılar, aracı ya da fısıldayan anlamlarına gelen “Şeptun” ve “Şeptuha” kelimeleri ile özdeşleştirilmişlerdir. Bu şifalı sözlerin fısıltı şeklinde söylenmesinin oldukça önemli olduğu ifade edilmiştir. Çünkü tedavinin işe yaraması için bu konuda bilgisi olmayan insanların bu büyülü sözleri duymaması gerekmektedir. Bu sihirli sözler Rusçada konuşmak anlamına gelen “gavarit” fiilinden türemiş olan “Zagovar” kavramı ile özdeşleştirilmiştir. Bu kavram, iyi amaçla söylenen sihirli sözler için kullanılmıştır. Kısacası bu sihirli sözlerin kilidi mühürlenmiş olarak karşımıza çıkmıştır.

Büyücü hekimlerin evlerine bakacak olursak şifacıların evlerinde kilit olmadığı, evin içinde ot kokusunun hâkim olduğu ve evin ardışık kalaslarla restore edildiği karşımıza çıkmaktadır. Şifacıların tedavi için kullandıkları malzemeleri ulu orta yerlere koydukları ve tedaviye başlamadan önce Tanrı’ya dua ederek şifalı ilacı hazırladıkları da bu hekimler hakkında bir başka ayrıntıyı gözler önüne sermiştir. Bundan başka şifacıların, hastalarından kendileri için beyaz bir bez parçası istediklerini görmekteyiz. Hatta şifacılar, hastalardan topladıkları paraları Tanrı’ya mum yakmak için aldıklarını ileri sürmüşlerdir. Bu hekimlerin tedavi yaptıkları mecralarda genellikle geceleri ateş yakmadıklarını, uzun süre boyunca ateşin yanmadığını ve bunun sebebi olarak da komşularının bunu tedavi amaçlı ilaç hazırlamak için değil de kötü ruhları yardıma çağırdığını düşünmemeleri için ateş yakmamaya büyük önem verdiklerini görmekteyiz.

Znaharlar, hastalıkların canlı bir töz olduklarına inanmışlardır. Hastalıkla konuşma, soru sorma, cevap bekleme, emir verme gibi durumların olduğunu görmekteyiz. Şifacılar arasında bazı tedavi yöntemleri konusunda fikir ayrılıkları ortaya çıkmıştır lakin otların tedaviye iyi gelmesi konusunda ise fikir birliği sağlanmıştır. Kırsal kesimde, bu şifacıların saf olmayan kötü ruhlarla irtibat halinde oldukları düşünülmüştür ve kırsal kesim, şifacılara hep şüphe ile yaklaşmıştır. Şüphe ile yaklaşılsa da şifacıların kendi ruhlarını bu kötü güçlere teslim etmediklerini de düşünmüşlerdir. Şifacılar, toplumda saygı gören kesim olarak karşımıza çıkmıştır. “Bu iş öncelikle yaşlı erkekler, yalnız bekâr erkekler ya da dul kadınlar ve yaşı geçmiş bakire kızlar tarafından yapılmıştır.” Buradan hareketle şifacılar insanlara yakın ilişkilerde bulunmamışlardır.

Şifacı hekimler genellikle erkeklerden oluşmuş fakat kadın hekimlerde varlıklarını göstermişlerdir. Bu hekimler ise “Znaharka” ismini taşımıştır. Bu kadın hekimlerin dış görünüşleriyle normal insanlara benzedikleri karşımıza çıkmaktadır.

Kadın hekimler, büyücü hekim ve koca karı hekimi ile de hastalara destek sağlamıştır. Bu hekimler, şifacı hekimi tamamlamıştır. Hatta Moskova öncesi dönemde sıradan insanlar arasında iyileştirme gücünün kadınların elinde olduğu ifade edilmiştir.

Bu hekimler, erkeklerin müdahale edemedikleri durumlarda hastaya müdahale etmişlerdir. Çünkü bazı hastalıklar için yalnızca nazik bir kadının elinin işe yarayacağı algısı o dönemin zihniyetinde mevcut olarak karşımıza çıkmıştır.

Doğu Slav mitolojisinde bu şifacıların büyülerini insanlar, hayvanlar ve kendilerinden korkan bekçiler için kullandıkları görülmüştür. Büyücü hekimlere yağmuru engelleme, kaderi önceden bilme gibi yeteneklerin atfedildiğine inanılmıştır.

Büyücü hekimlikte ot ile tedavi edebilme, üfürükçülüğün ise sonradan eğitim ile kazanılabileceği anlayışı mevcuttur. Üstelik hekimliğin kan bağıyla anadan kızına geçtiğini de görmekteyiz. Hatta şifacı hekimlerin geneli erkek olsa da en iyi şifacı hekimler kadınlar olarak ifade edilmiştir. Kuzey Rusya kültüründe dişleri tam olan kişinin büyü yapma gücüne sahip olacağı anlayışı hâkim olmuştur. Büyücü hekimlerin her hastalığı tedavi edebildikleri algısı o dönemde hâkim olan algı olarak karşımıza çıkmıştır. Bununla beraber Slav toplumunda hastalıkların ortaya çıkmasında tanrının hoşnutsuzluğu, şeytan, nazar, Porka ve maleik cadılık gibi unsurların etkisi olduğuna inanıldığı ifade edilmiştir.

Porka’nın İngilizcede kesin olarak bir karşılığı olmasa da Batı’da bir büyücü tarafından yapılan kötülüğü belirten Latince “maleficium” sözcüğünden geldiği ileri sürülmektedir. Bir başka anlamı ise daha erken dönemde yaralama, hasar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ayrıca büyüleri bozma, nazar, kötü sözler, zedeleme, korku sonucu yakalanılan hastaları tedavi etmişlerdir. Bu hekimlerin çoğunlukla çocuklarda uyku sorunu, yılan sokması ve diş ağrısı gibi olaylarda uzman oldukları ileri sürülmüştür. Bundan başka şifacılar, hayvanlarla ilgili her türlü kötü durumlarda onlara yardım etmiştir.

Bunun yanında çalınan eşyaları bulmuşlar ve hırsızları yakalamışlardır. Bu geleneğin özellikle Kuzey Rusya’da hâlâ varlığını sürdürdüğü ileri sürülmüştür. Bu şifacılar Tanrıdan ve kutsal doğadan ilham alarak hastaları iyileştirmişlerdir. Bu büyü hastaların ekmek, su, votka, sarımsak gibi yiyecek ve içeceklerine yapılmıştır. Büyücü okunmuş su ile hastanın hasarlı yerine bu suyu dökerek ve hastanın her yanını silerek buna ek olarak da yaptığı bitkisel ilaçları hastaya vererek hastalığı iyileştirmişlerdir. Bunların dışında toprak, kesici aletler, kutsal su ve Paskalya Bayramı’nda kullanılan masa örtüsünün de hastalıklara iyi geldiği öne sürülmüştür. Şifacıların ya da halk hekimlerinin bu özellikleri geleneksel inancın, kültürün önemli bir ögesi olarak karşımıza çıkmıştır.

Büyücüler genellikle insan içine pek çıkmamışlar ve karanlık dünyalarında işlerini yapmaya devam etmişlerdir. Halk hekimleri ise kendilerini gizlememişler, dua etmeden ve istavroz çıkarmadan işlerine başlamamışlardır.

Başkaca büyücülerin diğer büyücüleri çağırması aşamasında şifacılar, büyücüleri uzaklaştırmıştır. Hatta kırsal kesim, şifacıların sözüne itibar etmişler ve onların sözü ile birlik olmuşlardır.

Şifacı hekimler cadılardan ve büyücülerden farklı olarak şeytana başvurmamışlardır. Şifacılar; büyülerin, suların, bitkilerin, insanlara iyi gelecek malzemelerin gücünü kullanmışlardır. Yalnız büyü bilgisi, büyücülerinki gibi günahtır ve bu bilginin devam edebilmesi için şifacının bu bilgiyi ölmeden önce birine aktarması gerekmektedir. Büyücülerin olduğu gibi şifacılarında, su falına bakarak geleceği tahmin etme gücü olduklarını görmekteyiz. Bu şifacı hekimler zamanla yerini köylü hekimlere bırakmıştır. Şifacılar hem büyücü hem de ebe olarak ifade edilmiştir. Üstelik Rusya’da papazların bu hekimlerden yararlanması engellenmeye çalışılmıştır. Ayrıca 19. yüzyılda Rusya’daki kırsal kesimin, diplomalı olan doktorlara itibar etmedikleri ileri sürülmüştür. Buna ek olarak halk bu doktorların sıradan insanlara çare bulamayacaklarını sadece varlıklı insanların hastalıklarına çare bulacaklarını düşünmüşlerdir ve şifacı hekimlere gitmeye devam etmişlerdir.

Rus Ortodoks Kilisesi’ndeki azizlerin de tıpkı Slav kültüründe varlığını sürdürmüş olan şifacı hekimler gibi canlı varlıklara şifa verdiklerini görmekteyiz. Ruslar, azizlerin bu özelliklerinin temelini dine dayandırmıştır. Örneğin; Aziz Nikolay’ın şiddetli bir fırtınanın olduğu zaman yüksek bir direkten düşmüş olan bir denizciyi dirilttiğine inanılır. Nikolay’ın mucizeleri ölümcül değildir, aksine gücünü hastalarının mezarından ve kalıntılarından almış, onları iyileştirmiştir.

Aynı şekilde Aziz Filaret de genç yaşındayken kekeme bir kız çocuğunu iyileştirmiştir. Şifacı olan azizlerin mabetleri yapılmış ve ikonaları kutsallaştırılmıştır. Örneğin; Aziz Nikola’nın ikonu 12. yüzyılda Knez Mistislav Vladimiroviç’i iyileştirdiği öne sürülmüştür. Hastalar, hastalığın türüne göre belirli azizleri tercih etmişlerdir. Örneğin; ayak ağrısı için Aziz Simeon Verhoturski’e, bel ağrısı için Aziz Serafim’e başvurmuşlardır.

Rus halkı bu ikonların güven ve sevgiyi temsil ettiğine ve kötü ruhları uzaklaştırdığına inanmışlardır. Örneğin; Vladimirli ikonası, 1395 senesinde Moskova’yı Timur’un saldırısından korumuştur.

Bir başka örnek ise Büyük Petro döneminde gerçekleşen Poltava Savaşı’nda Aziz Meryem’in Kazanlı ikonasına dua edilmiştir ve Rus ordusu savaştan muzaffer bir şekilde çıkmıştır. Ruslar, Hristiyanlığı kabul ettikten sonra da şifa etkisi olduğuna inanılan ve kutsal sayılan putların yerine Azizlerin ikonlarına dua ederek ikonlardan şifa beklemişlerdir. Bununla birlikte azizler öldükten sonra da onların kutsallığının atfedildiği ikonlardan her türlü yardım beklenilmiştir ve Rus halkı bu ikonlara saygı duymuş, onlara ibadet etmiştir. Ruslarda, azizlerin ikonlarını evlerinin duvarlarına astıkları zaman bu ikonların evlerini muhafaza ettikleri algısı mevcuttur. Bu ikonların ailedeki doğum, ölüm ve evlilik kayıtlarını tuttukları öne sürülmüştür. Slav mitolojisinde akrabalık ve doğumla ilgili olan Tanrı ise Rod’dur. Aynı zamanda hayat veren bolluk ve bereket tanrıçası Makoş’un da doğum, ölüm, evlilik, el işi kayıtlarını tuttuğu karşımıza çıkmaktadır. Tanrıça Makoş daha sonra Pareskeva Piyanitsa ile ilişkilendirilmiştir. Pareskeva ise evlilik, bereket, sağlık, el işi gibi konularda etkili olan tanrıçadır. Rus azizlerinden biri olan Pareskava, Makoş ile ilişkilendirilmiş bir putperest özelliklerini taşıyan azize olarak kayıtlara geçmiştir. Nehirlerde, su kuyularında yaşadıklarına inanılan suda boğularak intihar eden ya da anneleri tarafından lanetlenmiş olanların ruhuna ise “Rusalka” ismi verilmiştir.

Bu kadınları onurlandırmak için Rusalnaia Nedelia festivalleri düzenlenmiştir. Nedelia Bayramı ise Aziz Paraskeva ve Aziz Sreda ile bağdaştırılmıştır. Ayrıca Aziz Nedelia, Aziz Anastasia ile de bağdaştırılmıştır. Paraskeva, Nedelia, Sreda bu üç azize pagan tanrıçalarının Hristiyan kimlikleri olarak kabul edilmiştir. Bununla birlikte Stoglav Konseyi; Saint Paraskeva, Aziz Sreda ve Nedelia’yı paganizme dayanan kaderin tanrıçası olarak niteleyen bir kararname çıkarmıştır. Daha sonra azizlerin bu özellikleri Tanrı ile eş olmasından dolayı kilisenin bunu kabul etmeyeceği anlayışı gün yüzüne çıkmıştır.

Slav mitolojisinde bolluk tanrıçası Makoş’un el işlemelerindeki boynuzlu betimlemeler XIX. yüzyılda Rus kadınlarının bayram kıyafetlerinde karşımıza çıkmış ve bu kıyafetlerdeki betimlemeler Makoş’a atfedilmiştir. Bununla beraber Levkiyevskyaya, Makoş’u aile, doğum ve her türlü kadın fiiliyatlarının koruyucusu olarak adlandırmıştır. Makoş ile ilişkilendirilen Paraskeva Pyatnitsa’nın evlilik ve bereket konuları üzerinde etki etme özelliği mevcuttur.

Slav mitolojisinde koruyucu olarak nitelendirilen çeşitli tanrıların putları ya da resimleri olduğu gibi azizlerinde özellikleri itibari ile ikonları karşımıza çıkmaktadır. Üstelik azizlerin ikonları ailedeki doğum, ölüm ve evlilik gibi konularının kaydını tutmaktadır. Slav mitolojisinde de Makoş, Rod, Pareskava gibi tanrı ve tanrıçaların varlıklarını, azizlerin sürdürdüğünü görmekteyiz. Hristiyanlıktan sonra yasaklanan eski inancın, Hristiyanlığın devlet dini haline geldikten sonra da devam ettiğini ve “dvoeveri” kavramının varlığının ortaya çıktığını görmekteyiz. Rus halkı tarafından ibadet edilen Aziz Petr Muromski ve Azize Fevroniya, evlilik, aşk, aile, iyilik gibi konularda etkili olmuşlardır.

Ruslar, Aziz Aleksandr Nevski’yi güneşe benzetmişlerdir. Slav mitolojisinde eski güneş tanrısı olarak bilinen aynı zamanda gökyüzünün tanrısı olan Yüce Tanrı Svarog ve onun oğlu yeni güneş tanrısı Dajbog önemli tanrılar olarak karşımıza çıkmıştır. Rus halkı için çeşitli çabalar göstermiş olan Aziz Aleksandr Nevski’nin, Svarog ve Dajbog gibi saygı görülmesi ve Aziz’in ikonuna ibadet edilmesi ve Nevski’nin güneşi temsil ettiğine inanılması pagan inancının kalıntılarının olduğunu gösterir.

Slav mitolojisinde yeraltı ve evlilik tanrısı olarak bilinen, Lel ve Polel’in annesi olduğu düşünülen Tanrı Lada’dan aynı konularda Rus halkı yardım beklemiş ve Tanrı Lada’ya ibadet etmiştir. Buradan hareketle Tanrı Lada’yı, Aziz Pyotr Muromski ve Azize Fevroniya ile bağdaştırabiliriz.

Kilisenin eski inançları devam ettirmesi, insanları Tanrı’ya karşı gelmek ile suçlamaları, bu insanları azizlerin affetmesi ve merhamet göstermeleri, eski geleneği devam ettirenleri doğru yola yöneltmeye çalışmaları bizlere pagan inancının hâlâ varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Aynı zamanda Rusya toplumunun çeşitli dinlere sahip olduğunu, Hristiyanlığın ve paganizmin tarihsel olarak iç içe geçtiğini, geleneklerin çoğunun Hristiyanlık içinde yeni anlamlar kazandığını ifade edebiliriz.

Bununla birlikte diğer toplumlarda da tek tanrılı inanca geçmelerine rağmen eski pagan geleneklerinin devam ettiği görülmüştür. Örneğin; Ahmet Yaşar Ocak’a göre mitolojide yer alan ögeler, Türk toplumunda İslamiyet’in kabulünden sonra da farklı görünümlerle etkisini devam etmiştir. Bu ögelerin aynı şekilde varlığını sürdürdüğü iddia edilemez. Ancak İslam kültürü içinde bu yeni dinin terimleri ve kendi has unsurlarıyla yer aldığını söylemek mümkündür. İskandinav mitolojisinde de benzer ifadeler mevcuttur. İzlandalı yazarlar İskandinav mitolojisindeki Ragnarok’u evrenin sonunu getirecek bir savaş olarak tanımlamışlardır. Bazı akademisyenler, Hristiyan yazarlar kıyamet düşüncesini Ragnarok’un bu betimlemesiyle bağdaştırmışlardır. Sonuç olarak bu süreç Rus toplumunda olduğu gibi diğer toplumlarda da benzer şekilde yaşanmış, eski kültür ve gelenekler şekil değiştirerek yeni kültür ve gelenekle harmanlanmıştır.

 

Özge MERT

 

Kaynakça

AKYILDIZ, Cemile Ercan: “Germen Mitolojisinde Yaratılış”, Atatürk Üniversitesi  Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 18/1, Erzurum 2014.

ASLANOVA, Sevinç: Rus Ortodoks Kilisesi, A.Ü. S.B.E. Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 2006.                 

AVŞAR, Lale, “Kubadabat Çinilerindeki Harpi-Şiren Figürünün İzini Sürerken”, Akademik Bakış Dergisi, Sayı: 31, Kırgızistan 2012.

BULGURLU, Vera Geelmuyden: “Doğu Ortodoks Dininde İkonaların Anlamı”, İkonolar, Çev.: Ali Özdamar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2005.

ELIADE, Mircea: Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi -Muhammed’den Reform Çağına-, Cilt: III, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2017.

EREN, Mariia Talianova: “Slav Sihirli Sözlerinin Morfolojisi: Yapısı ve Sınıflandırılması”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 6, Sayı: 81, Elazığ, Kasım 2018.

GOLEMA, Martin: “Slavic Mitra. Benevolent and Legal Pole of the Function of Religious Sovereignty in the Slavic Mythology and Epic”, Studia Myhtology,Slavica, XVI, 2013.

GREEN, Garry: Slavic Pagan World Complation, Lulu, October I, 2009.

HUNT, Priscilla: “Ivan IV’s Personal Mythology of Kingship”, Slavic Review,

Vol. 52, No. 4, Winter 1993.

KAIRJANOV, Abay: “Türk Süper Etnosunun Ritüelleri”, çev. Halit Aşlar ve Tolganay Temirkanova, Berceste, Sayı: 138, Aralık 2013.

KENNEDY, Mike Dixon: Encyclopedia of Russian & Slavic Myth and Legend, ABC-CLIO, Oxford, England,  1998.

LENHOFF, Gail: “Christian and Pagan Strata in the East Slavic Cult of St. Nicholas: Polemical Notes on Boris Uspenskij’s Filologičeskie Razyskanija v Oblasti Slavjanskix Drevnostej”, The Slavic and East  European Journal, Vol. 28, No. 2, 1984.

MAMYTOV, Abdimuhamet: Rus Ortodoks Kilisesi’nde Azizlik, Berian Yayınevi, Ankara 2013.

MARINICH, Vladimir G.: “Revitalization Movements in Kievan Russia”, Journal for the Scientific Study of Religion, Vol. 15, No. 1, 1976.

OCAK, Ahmet Yaşar: “İslâm’ın Temel İnançları Etrafında Oluşan ‘Mitolojik’ Kültür: “İslâm Mitolojisi” Yahut İslâm İlahiyatının İhmal Edilmiş Önemli Bir Sorunsalı”, Milel ve Nihal, İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt: 6, Sayı: 1, Ocak-Nisan, İstanbul 2009.

 Öksüz, Gamze: Rus Mitolojisi, Çeviri Bilim, İstanbul, 2014.

RATHBURN, Robert R.: “The Russian Orthodox Church as a Native Institution Among The Koniag Eskimo of Kodiak Island”, Arctic Anthropology, Vol. 18, No. 1, 1981.

RIHA, Thomas (Ed.): “The Kurbsky-Ivan the Terribble Correspondence”, Readings in Russian Civilization, Vol. 1, Russia Before Peter the Great, 900-1700, 1969.

TOPSAKAL, İlyas: Rus Misyoner Kaynaklarına Göre Rus Çarlığı ve Türkler

(1552-1917), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2018.

UZELLI, Gönül: Slav Mitolojisi İnanışlar ve Söylenceler, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2016.

ZGUTA, Russell: “Witchcraft and Medicine in Pre-Petrine Russia”, The Russian Review, Vol. 37, No. 4, 1978.

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir