İhtiyarlığına, yorgunluğuna ve içinde bulunduğu işgal atmosferine aldırmadan kadim dostunun yanına gidecekti. Ama bu sefer hiç olmadığı kadar bitkindi. Namaz sonrası bir parça ekmeğe tereyağı sürerek sigara altı yapmış olmasına rağmen, en son ne zaman silindiği belli olmayan camın önünde duran tütün tabakasına doğru gitmeye dahi eriniyordu. Akça Köse’de bu sabah farklı bir hâl vardı. Ama ne olursa olsun gidecekti. Ata yadigarı bir dostluktu onlarınki. Vakti zamanında büyük dedesi Saruca’nın, henüz ilkokul çağlarındayken babaannesi Alçin Ana’nın kilerinden aldığı ceviz tohumunu Hür Tepe’ye ekmesi ile başlamıştı bu dostluk. Yani Akça Köse, hatta babası dahi dünyaya gelmemiş iken… Çünkü Saruca vasiyet etmiş, “Neslimin erkekleri aksatmasınlar, ileride ulu bir ağaç olacak bu güzelliği ziyaret etsinler. Onlara emanetimdir. Emanetime sahip çıksınlar.” demiş. Fakat torunları arasında en vefalı Akça Köse çıkmış. Dedesinin vasiyetini büyük bir sorumluluk şuuru ile sahiplenmiş ve o kadar bağlanmış ki ceviz ağacına, samimi olarak her sabah dertleşmeye, onunla ilgilenmeye gidermiş.

Bugün de aynı sorumlulukla gitmeliydi Hür Tepe’ye. Ceviz ağacı, kargalara bırakılmayacak kadar kutsaldı onun için. Dalgın ve bitap hâlini birden terk ederek, kararlılıkla oturduğu koltuktan kalktı. Boyasız, alelade oda kapısının arkasında asılı ceketine yöneldi. O sırada ceketinin sağ dış cebindeki yarısı dışarıda kalmış keçe börküne takıldı gözü. Börkünü giydi. Ceketini omuzlarına attı. Kilidi ve kolu olmayan kapıyı açmak için hafif yukarı kaldırarak içeriye doğru çekti. Tam unutacakken geri döndü ve camın önündeki tütün tabakasını aldı. Kapıyı kapatmadan odadan çıktı. Dış kapıya doğru yaklaşırken Ağustos ayı olmasına rağmen yayla sabahının serinliğini iliklerinde hissetti. Tozdan rengi dahi belli olmayan ayakkabılarını giydi. Kapıyı, pas tutmuş demir sürgüsünden açtı. Dün akşam sardığı tütün geldi aklına. Hemen tabakasını açtı. Sarılmış tütünü üzeri çatlamış eliyle dudaklarının arasına yerleştirdi. Ceketinin sol cebinden kibritini çıkararak nihayet yaktı ve derin bir nefesle tütünü ciğerlerine çekti. Kapıyı kapattı, sol eliyle çene kısmında yoğunlaşmış köse sakalını sıvazladı ve tek sırdaşı yadigara doğru yürümeye başladı.

Pek sıkıntılı bir hava vardı. Tuhaf bir sis kaplamıştı etrafı. Güneş henüz görünmüyordu. Kurban Bayramı’nın ikinci günüydü ama saat çok erken olduğu için kimsecikler yoktu ortalıkta. Toprak yolda yürürken bir an sendeledi. Hemen toparladı kendini. Elindeki bitmeye yaklaşmış tütünü oracıktaki sivri taşın üzerinde söndürdü ve attı. Karşıda Hür Tepe’de onu bekleyen ceviz ağacına bakarak ilk defa yedi yaşında gittiği günü hatırladı. Heyecanı bir kat daha arttı. Tepeye az bir mesafe kala Burmalı Çeşmede mola verdi. Yorulmuştu. Sanki saatlerce saman balyası taşımıştı. Görklü sudan bir miktar avucuyla içti. Yüzünü yıkadı ve çeşmenin kurununa oturdu. Akan suyun sesiyle çeşmeye dair anılarını hatırladı. Burmalı Çeşme’ye su, Şavklı Göze’den geliyordu. Çok berrak ve lezzetli bir suyu vardı. Kim bilir bu gözeden, bu çeşmeden kimler su içmiştir, nice dertli çobanlar hayvanlarının susuzluğunu bu çeşmeden gidermiştir? Nice büyük komutanlar aşkar atlarını yine bu çeşmeden, bu gözeden sulamışlardır; hatta Saruca dedem de ceviz ağacına giderken mutlaka burada dinlenmiştir, diye geçirdi içinden. O sırada çobanın küçük oğlu Eşref’in ayak sesleri ile irkildi. Yerinden kalkarak ona doğru yöneldi. Tebessüm ederek başını okşadı, gözlerinden öptü ve “Buraları sev emi Eşref.” diyerek cevap beklemeden yoluna devam etti.

Kısa ama yorucu bir tırmanıştan sonra Hür Tepe’ye vardı. Ceviz ağacı tüm ihtişamı ile karşısındaydı. Sanki karşısındaki ağaç değil, ona kollarını açmış bir şekilde bekleyen hiç görmediği dedesi Saruca idi. Kalbi çok hızlı atmaya başlamıştı. Başı dönüyordu. Kendisini ceviz ağacının dibine zor attı. Sırtını ve başını ağaca yaslayarak bir süre dinlendi. Aynı zamanda aşağıdaki köyünü temaşa etti. Güneş doğmuş, bir mızrak boyu yüksekliğe dahi erişmişti. Bu arada nefes alıp vermesi de hızlanmaya başlamıştı. Bir anda gözü sol tarafta yerde duran, bir şekilde dalından düşmüş yeşil cevize kaydı. Başı sol omzuna doğru düştü. Nefes almıyordu artık. Gözleri yerdeki ceviz tanesinde sabitlenmişti. Akça Köse istemese de ceviz ağacı kargalara kalmıştı.

Muhammet TANG

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir