İnsanlardan oluşan bir toplumda düzen tesis etmenin yolu her zaman belli başlı kurallardan ve bu kurallara uymamanın sonucunda karşılık olarak verilen yaptırımlardan oluşmuştur. Hukuk, suç, ceza gibi daha birçok kavram insanın toplum hâline geldiği yerlerde ortaya çıkmıştır. Nitekim en küçük ve ilkel kabilelerin dahi -her ne kadar ilkel olsa da- kendi içlerinde bir hukuk düzeni ve ceza sistemleri vardır. Sonuç olarak cezalandırma dediğimiz yöntem, suçla ve düzeni bozan fiillerle başa çıkmanın çaresi olarak görülmüştür. Bu cezaların şüphesiz en eskisi ölüm cezasıdır. Hammurabi Kanunları gibi, bilinen en eski yasalarda dahi ölüm cezasının yer aldığı bilinmektedir. Ölüm cezası çok eskiden beri uygulanması, muhafazası veya kaldırılması ile ilgili birçok münakaşanın sebebi olmuştur. Ölüm cezasına karşı Avrupa kıtasında ilk itirazlar ortaya çıktığı zaman, kıtadaki idam cezasını müdafaa eden akımların güçlü olması sebebiyle bu fikirler güçsüz kalmış ve idam cezasının muarızları da bir süre sonra fikirlerinden dönmüşlerdir. Ama daha sonra rasyonalizm ve hümanizm fikirlerinin de gelişmesi ve etkisiyle idam cezasına karşı çıkışlar çoğalmıştır. Modern anlamda ilk karşı çıkışı ise Cesar Beccaria “Suçlar ve Cezalar Hakkında” isimli eserinde dile getirmiştir.

Beccaria, yukarıda sözü geçen kitabında, “Asla insanları daha iyi bir hâle getirmemi ölüm cezasının geniş tatbikatını görünce, iyi teşkilâtlanmış bir devlette bu cezanın hakikaten faydalı ve adilâne olup olmadığının tetkikine sürüklendim.” demek suretiyle meselenin neden tartışmaya değer bir konu olduğunu belirttikten sonra, problemi şu şekilde sorgulamaktadır: “Acaba insanlara hemcinslerini boğazlamak hakkı nereden gelebiliyor?”

İdam cezasının caydırıcılığı konusunda ise tartışmalar sürmektedir. Bu kısımda verilerle birlikte devam edersek konu daha iyi anlaşılacaktır. Dünyada suç oranlarına bakarak bir sıralama yapılacak olursa en çoktan en aza doğru ülkelerin durumları şöyle: 1. Venezuela, 2. Papua Yeni Gine, 3. Honduras, 4. Güney Afrika, 5. Afganistan, 6. Trinidad ve Tobago, 7. Brezilya, 8. Namibya, 9. El Salvador, 10. Kazakistan, 11. Bangladeş, 12. Porto Riko, 13. Peru, 14. Jamaika, 15. Nijerya, 16. Suriye, 17. Arjantin, 18. Dominik Cumhuriyeti, 19. Malezya, 20. Somali, 21. Moğolistan, 22. Libya, 23. Tanzanya, 24. Kosta Rika, 25. Guetamala.
Bu sıralamayı cinayet özelinde yaptığımızda ise yine yukarıda olduğu gibi listede başı çoğunlukla Afrika ve Güney Amerika ülkeleri çekiyor. Dünya Ekonomi Forumu’nun ülkelerin güvenlik durumlarını baz alarak yaptığı sıralamaya göre en düşük suç oranları ise şöyle: 1. Finlandiya, 2. Singapur, 3. İzlanda, 4. Bahreyn, 5. İsviçre, 6. Umman, 7. Birleşik Arap Emirlikleri, 8. Yeni Zelanda, 9. Hong Kong, 10. Japonya, 11. İspanya, 12. Estonya, 13. Avusturya, 14. Portekiz, 15. Norveç, 16. Lüksemburg, 17. Hollanda, 18. Avustralya, 19. Katar, 20. Fas, 21. Suudi Arabistan, 22. Azerbeycan, 23. Danimarka, 24. Slovenya, 25. İrlanda.
19 eyaletinde ölüm cezası yürürlükte olan ABD listede 64, insanlık dışı uygulamalarıyla bilinen Çin ise 56. sırada kendine yer bulmuş durumda. ²

Çin, 2018’de de dünyanın en yüksek sayıda ölüm cezası uygulayan ülkesi oldu, ancak bu konudaki bilgiler devlet sırrı olarak saklandığından ölüm cezası uygulamalarının gerçek boyutları bilinmiyor. UAÖ, Çin’de her yıl binlerce kişinin ölüm cezasına mahkum edildiği ve öldürüldüğü kanaatinde.

Vietnam’da yetkililer daha önce yapılmayan bir şekilde ölüm cezası sayılarını kamuoyuna açıkladı ve 2018’de en az 85 ölüm cezasının uygulandığını bildirdi. Bu sayılar Vietnam’ın dünyada ölüm cezasına en sık başvuran beş ülkeden biri olduğunu doğruladı. Buna göre 2018’de en yüksek sayıda ölüm cezası uygulayan ülkelerin sıralaması şöyle: Çin (binlerce kişi), İran (en az 253 kişi), Suudi Arabistan (149 kişi), Vietnam (en az 85 kişi) ve Irak (en az 52 kişi).

2018 sonunda ölüm cezası 106 ülkede tüm suçlar için yasal olarak kaldırıldı, 142 ülkede ise yasalarda veya uygulamada kaldırıldı.( Uluslararası Af Örgütü) (İdam cezasının olduğu ülkeler: Afganistan- Hindistan- Nijerya- Amerika Birleşik Devletleri- İran- Japonya- Tayvan- Kuveyt- Zimbabve- Libya- Tayland- Guyana- Uganda- Bengladeş- Irak- Endonezya- Botsvana- Birleşik Arap Emirlikleri- Bahamas- Küba- Belarus- Yemen- Suudi Arabistan- Vietnam- Suriye- Mısır- Güney Sudan- Demokratik Kongo Cumhuriyeti- Etiyopya- Çin- Sudan- Komorlar- Somali- Barbados- Malezya- Çad- Pakistan- Umman- Singapur- St Kitts ve Nevis- St Lucia- Bahreyn -Kuzey Kore -Ekvatoryal Gine -St Vincent and the Grenadines- Filistin-Trinidad ve Tobago- Lesoto- Antigua and Barbuda- Belize- Dominika- Jamaika- Ürdün)³

Şimdi asıl konumuza gelelim. Yukarıda verilen verilerle birlikte konuşacak olursak, idam cezasının caydırıcılıkla doğrudan bir ilişkisi olmadığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle en çok infazın yapıldığı Çin’in suç oranları da dikkate alınarak yapılan güvenlik sıralamasında çok aşağı sıralarda yer alması bunun küçük bir örneği. Avrupa Konseyi üyesi olan ülkelerde ise şu anda idam cezası uygulanmıyor, zaten çoğunun hukuk sistemlerinde de yok. İdam cezasını hâlâ uygulayan ve yasalarında yer veren ülkelere bakılınca şu durum rahatlıkla görülebilir; idam cezasının uygulandığı ülkeler suç oranı tablosunda başı çeken ülkelerle hemen hemen aynıdır veya aynı konumda yer almaktadır. Bu da idam cezasının suçtan caymak için yeterli bir neden olmadığının kanıtıdır. Dünya Ekonomi Forumu da suçların, daha doğrusu güvenliğin ülkelerdeki ekonomik refah ve hukuki güvenlik seviyeleriyle alakalı olduğu fikrindedir. Zaten yayınlanan raporda da bu fikir kanıtlanır niteliktedir. Suç oranı az ülkelere baktığımızda büyük bir bölümü refaha ermiş ve hukuki güvenlik standartlarını yerleştirmiş Avrupa ülkelerinin listeyi doldurduğunu görürüz. Bizim fikrimizce de cezanın ağırlaştırılması ile suç oranının azalacağı fikri yanlıştır.

Cezaların, suç oranları üzerindeki caydırıcı etkisi; cezanın kesinliği/kaçınılmazlığı, ağırlığı ve ivediliği üzerinden analiz edilmektedir. İşlenen suçun yaptırımı olarak idam cezası olsa dahi bundan kurtulacağını bilen fail, suç işlemekten caymamaktadır ama dört duvar arasında her gün ölmek ve bundan bir kaçışın olmaması onu caydırmaktadır. Yapılan araştırma bulguları, bu üç faktörün de suçluluk üzerinde caydırıcı olmakla birlikte ancak bu faktörlerin caydırıcılık düzeylerinin farklılık arz ettiğini ortaya koymaktadır. Cezanın kesinliği, sertliği ve süratliliği değişkenleri arasında özellikle cezanın kesinliğinin diğer değişkenlere kıyasla suçta daha caydırıcı olduğu belirtilmektedir. Suç işleyen bireylerin yakalanacağı ve ceza alacakları yönünde güçlü bir inancın olması, bireyleri önemli ölçüde suç işlemekten caydırmaktadır. Bu da suçluların yakalanma görevini üstlenen polis teşkilatının, suç ve suçlularla mücadelede daha etkin hale getirilmesi anlamına gelmektedir. Bu çerçevede, suçların aydınlatılma oranın yüksek olması, cezanın caydırıcılığını arttıran önemli bir faktör olmaktadır. Suçluların yakalanma riskinin düşük olması ise, suça eğilimli olan bireyleri daha çok suç işleme yönünde motive etmektedir. Diğer bir deyişle suç işleyen bireylerin suç işledikten sonra yakalanmamaları, yargılanmamaları ve ceza almamaları, suçluları daha çok cesaretlendirebilmektedir. Bu da suç işleme oranının artmasında etkili bir faktör olmaktadır.

( A) Ölüm cezasının suçları önleme tesiri müsbet olarak hiçbir zaman tesbit edilememiştir. Eğer bu cezanın mevcut olduğu bir memlekette, deneme maksadiyle bu ceza muayyen bir zaman için (meselâ beş veya on sene) kaldırılmış ve bu müddet zarfında suçların çoğalmış olduğu anlaşılmış olsa idi, ölüm cezasının, hakikaten, suçları önlediği neticesine varılabilirdi. Bu yapılmadığı için, ölüm cezasından korkarak suç işlemiyenlerin sayısı tesbit edilememekte, sadece, ölüm cezasından korkarak bir takım kimselerin suç işlemekten çekinecekleri tahmin edilmektedir.

B) Ölüm cezasının suçları önleme tesiri yoktur. Çünkü suçu işlediği esnada cezayı düşünen sadece adi suçları işleyen kimselerdir. Büyük suç faillerinin suçu işlerken sonunu düşünmedikleri kendi ifadeleriyle sabit olmuştur. Zaten suçu işlerken her suçlunun içinde cezadan kurtulacağı ümidi vardır. Bu ümit cezanın her türlü önleyici tesirine mani olur. Cezanın şiddetini değil, her suç işleyenin mutlaka ceza göreceğini müstakbel suçlulara telkin etmek ve bunu fiilen göstermek lâzımdır ki suçlar önlenebilsin. Ölüm cezasının diğer cezalara nisbetle ağır bir ceza olduğu katiyetle isbat edilemez. Hatta bütün ömrünce mahpus olarak kalmaktansa ölümü tercih edenler mevcuttur. Cezaevlerindeki “intihar” vakaları hürriyeti bağlayıcı cezaların ölümden daha ağır olduğunu gösterebilir. Ölüm cezasında korkutucu ve önleyici bir hassa mevcut olsa idi idam sahnesine şahit olan kimsenin ölüm cezasını müstelzim bir suç işlememesi lâzım gelirdi. Halbuki ingiliz Parlâmentosuna verilen bir rapora göre 167 ölüm mahkûmundan 121 tanesi son dakikalannı birlikte geçirdikleri ceza evi rahibine başkasının idamında hazır bulunduklarını söylemiştir. Aynca, ölüm cezasının tamiri kabil olmaması, bölünmek ve derecelendirilmek suretiyle suçluya uydurulması imkânı bulunmaması keyfiyetleri ileri sürülerek bu ceza, ceza infaz ilmi bakımından da tenkid edilmekte ise de bu tenkidlere, ölüm cezası verilirken çok dikkatli davranıldığı, zaten diğer cezaların da tamirinin kabil olmadığı, yine diğer cezaların ve bilhassa müebbet cezaların da derecelendirilmeleri imkânı bulunmadığı ileri sürülmek suretiyle cevap vermek mümkündür . (Hakkı Demirel) )

Türkiye’de de son zamanlarda siyasette idam cezası konusu tartışılmaktadır. Özellikle miting meydanlarında slogan atarak idam cezasının gelmesini isteyen bir kitle zuhur etmiştir. Diğer taraftan ise idam meselesinin meclise getirilerek bu işin halledileceği söylenmekte ve gaz alma işlemi -kitlenin coşkusuna bakacak olursak- gayet başarılı sonuçlanmaktadır. Ancak bu tartışmalar yapılırken Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmalar ve Türkiye’nin hukuki yapısı es geçilmektedir. Peki, Türkiye’ye idam cezası geri gelebilir mi? Şimdi de bunun cevabını arayacağız. İdam cezası ülkemizde 1984 tarihinden beri fiilen ve 2004’ten itibaren de hukuken bulunmamaktadır. Ölüm cezası önce 2001 tarihinde savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışındaki suçlar için kaldırılmış, 3 Ağustos 2002 tarihinde de “Savaş ve çok yakın savaş tehdidi hallerinde işlenmiş suçlar hariç” şartı ile kaldırılmıştır. 7.5.2004 tarihli 5170 Sayılı kanun ile Anayasa’ dan ölüm cezaları ile ilgili maddeler kaldırılarak Avrupa Birliği kriterlerine uyum çalışmalarının en önemlisi gerçekleştirilmiştir.

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (MSHS) 23.03.1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme, 6. maddesinde yaşam hakkını düzenlemekle beraber, ölüm cezası istisnasına yer vermektedir. Buna göre madde;

“1. Her insanın doğuştan gelen yaşama hakkı vardır. Bu hak yasalarla korunacaktır. Hiç kimsenin yaşamı keyfi olarak elinden alınamaz.

2. Ölüm cezasını kaldırmamış olan ülkelerde idam hükmü, ancak suçun işlendiği anda yürürlükte olan yasalara uygun olarak ve bu Sözleşme ile Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi hükümlerine aykırı olmamak şartı ile, en ağır suçlar için verilebilir. Bu ceza ancak yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş kesin bir karar üzerine uygulanabilir.

3. Yaşamdan yoksun bırakma eyleminin soykırım suçunu oluşturması durumunda, bu maddenin hiçbir hükmünün Sözleşme’ye Taraf Devletlerden hiçbirine Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi hükümlerinden doğan herhangi bir yükümlülüğüne herhangi bir biçimde aykırılık olanağını vermeyeceği açıktır.

4. Ölüm cezasına çarptırılan herkesin, cezanın affedilmesini ya da daha hafif bir cezaya çevrilmesini istemeye hakkı vardır. Genel af, özel af ya da ölüm cezasının değiştirilmesi kararı her durumda verilebilir.

5. Ölüm cezası on sekiz yaşın altındaki kimseler tarafından işlenen suçlar için verilemez ve hamile kadınların idam cezaları yerine getirilemez.

6. Bu maddenin hiçbir hükmü, Sözleşme’ye Taraf herhangi bir Devlet tarafından, idam cezasının kaldırılmasını geciktirmek ya da önlemek için kullanılamaz.”

şeklinde düzenlenmiştir. MSHS’nin 6. maddesinde hangi sebeplerle ölüm cezası verilmesi gerektiği tahdidi olarak sayılmıştır. Ölüm cezası verilebilmesi için, öncelikle çok ağır ve ciddi bir suçun varlığı aranmıştır.

MSHS md. 4’e göre, taraf devletler;
“Ulusun yaşamını tehdit eden kamusal tehlike ortaya çıktığı ve bunun varlığı resmi olarak ilan edildiği zaman, sözleşme çerçevesindeki yükümlülüklerinden sapma teşkil eden önlemleri (…) alabilirler.”

Ancak bu hallerde bile aykırı önlemlere konu kılınamayacak haklar vardır ve yaşam hakkını düzenleyen md. 6 bunlar arasında sayılmıştır. O halde, ölüm cezası istisnası için getirilen ve yukarıda sıralanan kayıtlamalar, istisnai rejimlerin varlığı ve uygulanması dönemleri için de geçerlidir.

Türkiye ise MSHS’yi 15/08/2000 tarihinde imzalamıştır. Söz konusu belge, Türkiye bakımından 23/12/2003 tarihinden itibaren hüküm doğurmaya başlamıştır. Böylece Türkiye, MSHS’nin 6. maddesinde yer alan yaşama hakkı ve ölüm cezası için getirilen koşulları kabul etmiştir. MSHS’nin 4. maddesinde ulusun yaşamını tehdit eden kamusal tehlike ortaya çıktığı zaman sözleme çerçevesindeki yükümlülüklerden sapma teşkil eden önlemlerin alınabildiği düzenlenmişse de, 6. maddede yer alan yaşama hakkı ve ölüm cezası düzenlemeleri istisna getirilemeyecek düzenlemeler olduğundan her koşulda Türkiye’nin uyması gerektiği unutulmamalıdır.

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan Ek Seçimlik 2 No’lu Protokolü

MSHS’ne imza koymuş bulunan devletlerin imzasına açılan Ek Seçimlik 2 No’lu Protokol, 11.07.1991 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ek Seçimlik 2 No’lu Protokol, aşağıda inceleyeceğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6 No’lu Protokolü gibi barış zamanı-savaş zamanı ayırımını öngörerek ölüm cezasını “barış zamanı” bakımından kaldıran bir belgedir. Protokolün 1. ve 2. maddelerinde bu durum şu şekildedir:

Madde 1-
“1. Bu Protokole Taraf bir Devletin egemenlik alanında bulunan hiç kimse idam edilemez.

2. Her bir Taraf Devlet, kendi egemenlik alanı içinde ölüm cezasını kaldırmak için gerekli bütün tedbirleri alır.”

Madde 2-
“1. Bu Protokolü onaylama ve Protokole katılma sırasında konulan, savaş sırasında işlenen askerî nitelikteki çok ciddi suçlar için verilen mahkûmiyet kararına uygun olarak savaş zamanında ölüm cezasının infazını öngören çekince dışında, bu Protokole konulan herhangi bir çekince kabul edilemez.”

Yukarıda görüldüğü üzere Ek Seçimlik 2 No’lu Protokolün 2. maddesinin 1. fıkrasına göre, savaş zamanı ön şartı gerçekleşmiş bile olsa çok ciddi nitelikli askeri suç olmadıkça ölüm cezasının verilmesi mümkün değildir. Ayrıca Ek Seçimlik 2 No’lu Protokolün aynı maddesinde, savaş zamanında çok ciddi nitelikli askeri suçlar için verilebilecek olan ölüm cezası mahkûmiyetinin sadece savaş zamanı içinde infaz edilmesine imkân verilmektedir. Türkiye bu protokole 06/04/2004 tarihinde imza koymuştur. Daha sonra da onaylamak üzere “Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeye Ek İkinci İhtiyari Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”u çıkarmıştır. Sonuç olarak da söz konusu protokol Türkiye bakımından 02/06/2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır. Böylece ölüm cezası Türkiye açısından, ciddi nitelikli askeri suçlar haricinde savaş zamanı varlığını sürdürmekte iken barış zamanı açısından tamamen kaldırılmış bulunmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 No’lu Ek Protokolü: Barış Zamanı Ölüm Cezasının Kaldırılması

BM bünyesinde hazırlanan uluslararası sözleşmeler ve bu sözleşmelere istinaden oluşturulan kurumlar aracılığı ile insan haklarının korunması yanında bölgesel düzeyde yapılacak sözleşmeler ve oluşturulacak kurumlar vasıtası ile insan haklarının korunması da oldukça önemlidir. Özellikle Avrupa için son derece önemli adımlar atılmasını sağlayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kurumu bölgesel düzeyde insan haklarının korunması ve geliştirilmesi bakımından büyük katkı vermektedir.

Tam adı İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi olan AİHS’nde, Ölüm Cezasının Kaldırılmasına İlişkin 6 No’lu Protokol ise ölüm cezasının bölgesel alanda ortadan kaldırılması adına ilk düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu Protokol, 28.04.1983’te imzaya açılarak ve oldukça kısa bir zamanda 5 onay şartını gerçekleştirerek, 01.03.1985 tarihinde yürürlüğe girerek eklenmiştir.
6 No’lu Protokol de, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin Ölüm Cezasının Kaldırılmasını Amaçlayan Ek Seçimlik 2 No’lu Protokolü gibi barış zamanı-savaş zamanı şeklinde ikili bir ayrımı öngörmektedir. 6 No’lu Protokolün 1. maddesinde; “Ölüm kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” Hükmü getirilerek, barış zamanında ölüm cezasını bütünüyle kaldırmaktadır. Protokolün 2. maddesinde ise; “Bir devlet barış zamanında ya da yakın savaş tehdidi durumunda işlenen suçlar bağlamında, yasalarında ölüm cezasına ilişkin hüküm bulundurabilir.” diyerek savaş zamanı dışında yakın savaş tehlikesi zamanlarında işlenmiş olan eylemler bakımından da ölüm cezası yaptırımına yer vermiştir. Türkiye 6 No’lu Protokolü 15.01.2003 tarihinde imzalamıştır ve onaylamak üzere 26.06.2003 Tarih ve 4913 Sayılı “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Korumaya İlişkin 11 No’lu Protokol ile Değişik Avrupa Sözleşmesine Ek 6 No’lu Ölüm Cezasının Kaldırılmasına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”u çıkarmıştır.Daha sonra Bakanlar Kurulunun 15.08.2003 tarih ve 2003/6069 sayılı kararı ile bu protokolün onaylanması kararlaştırılmış ve nihayet protokol Türkiye bakımından 01/12/2003 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 13 nolu Ek Protokolü: Ölüm Cezasının Tamamen Kaldırılması

03.05.2002 tarihinde Bakanlar Komitesinin Vilnius toplantısında imza ve onaya açılan İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesinin Ölüm Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına ilişkin 13 No’lu Protokol, devletlerin tamamına yakını tarafından imzalanmış ve 19 devlet tarafından onaylandıktan sonra gerekli koşulları sağlayarak 01.07.2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 13 No’lu protokol ölüm cezasını barış zamanında olduğu gibi savaş veya yakın savaş tehdidi altında da kaldırmaktadır. Bu bağlamda 6 No’lu Protokoldeki savaş zamanı barış zamanı ayrımı tümüyle ortadan kaldırılmıştır. Yani ölüm cezası artık hangi zaman olursa olsun herhangi bir suçun cezası olarak infaz edilemeyecektir. 13 No’lu Protokolün 2.maddesinde; “AİHS md.15 çerçevesinde, bu protokol hükümlerinden hiçbir sapma yapılmayacaktır.” hükmüne yer verilmiştir. Bunun anlamı, 13 No’lu Protokolün tarafı devletlere, AİHS md. 15’te öngörülen ve savaş zamanı ve diğer kamusal tehlike hallerinde uygulanabilirliği bulunan olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma olanağının tanınmadığıdır. Dolayısıyla her ne olursa olsun protokole taraf olan devletlerin, ulusal hukuklarında halen mevcutsa, ölüm cezalarını kaldırmaları ve protokole uygun düzenlemeler yapmak zorundadır. AİHM verdiği kararlar ile 6 ve 13 No’lu Protokollerin isabetli bir şekilde taraf devletlerce uygulanması yolunda oldukça aydınlatıcı yorumlara imza atmıştır. AİHM için salt ölüm cezasının ulusal hukuk mevzuatından çıkarılması protokole uygun davranmak için yeterli değildir. Ölüm cezasına mahkum edilme riskine karşı AİHM; “Bir yabancı, kendisine ölüm cezası verildikten sonra ciddi olarak bu cezanın infaz edilmesi riski ile karşılaşabileceği bir ülkeye iade edildiğinde…” şeklindeki tanımlama ile birlikte, taraf devletin, AİHS md.2 ve 6 No’lu Protokolün 1.maddesi bağlamında sorumluluğunun gündeme gelebileceğini belirtmektedir. Ölüm cezasını kaldıran birçok ülke de iç hukuklarında ölüm cezası bulunan ülkelere suçluların geri verilmesini yasaklayıcı hükümler koyarak Protokole uygun düzenlemelere imza atmışlardır.

“Yeni Türkiye’’ olarak adlandırılan bu beşeri zeminde yargı sistemi, aile yapısı, dış politika gibi mesele ve müesseselerin infisahına ve laçkalaşmasına; her kurumun, her kuruluşun bu talan ve yağmadan payını aldığına şahit olduk. Burada da yargıyı örnekleyecek olursak saraylarda yapılan açılış törenleri ve devasa -hangi mimariden olduğu anlaşılmayan ucube- adliye binaları ile iyice siyasetin cenderesine düşen Türk Yargısı; ülkemizde aslında demokrasi, insan hakları gibi kavramların ne kadar “dostlar alışverişte görsün’’ usulünde olduğunun en büyük göstergesi. Bugün artık Türk Yargısı; güce tapan, entelektüellikten uzak, siyasi iktidarın sopası haline gelmiş bir araçtan daha fazlası olabilmiş değil ve o yolda da tam gaz gidiyor. Türk Yargısının kararlarını artık kendisi vermiyor, sosyal medyanın tepkisi ve siyasi iktidarın ihtirasları ne yapılacağını belirliyor. Her alanda olduğu gibi yargıda da kurumları tarafgir insanların insafına bırakan siyaset, anayasa hukukunun insanların temel hak ve hürriyetlerini genişletmek için kurduğu mekanizmaları sadece kendisi için var olduğu inancında ve bu mekanizmaları başka insanların kullanmasını çoğu zaman altında başka amaçlar arıyor. Bugün Türkiye’de olanları açıklamak için hukuk çaresiz kalıyor. Türkiye’de bir hukuk veya yargı var mıdır, bu sorunun cevabı muğlaktır. Var olduğunu farz edersek bunun anayasa ve kanunlarda yazılı olan hukuk olmadığına emin olabiliriz. Çünkü hukukun ensesinde artık siyasetin demir yumruğu beklemektedir. Varsayalım yukarıda saydığımız antlaşmalar, maddeler vs. hiç olmadı ve idam cezası ülkemizde uygulanmaya başlandı; böyle bir duruma düşmüş yargı ve yargı sisteminde idam cezasının siyasette mıntıka temizliği yapmak ve muhalif sesleri kısmak için bir sopa gibi kullanılmayacağını kim garanti edebilir? İnsanları cehennemle korkutan bu güruhun, bu dünyada kendilerinin yarattığı cehenneme Türkiye’yi ve Türk milletini de sürüklemeye hakkı yoktur. Kendini modern dünyaya entegre etmiş ve hukukunu buna göre dizayn etmiş bir Türkiye böyle kısır tartışmaları belki kısa süreliğine yaşayacaktır ama bu dönemler sona erdikten sonra Türkiye yine modern hukukun yolunda gitmeye devam edecektir. Ki neredeyse 200 yıldır devam eden bu modernleşme çabası ortadayken, dünyada idam cezasına yönelimler azalırken, Türkiye’nin modern dünyanın tersine gitmesi düşünülemez.

İdam cezasının böylesine çarpık bir adalet sisteminde çok fazla mağduriyete sebep olacağı açıktır. Türkiye’nin durumu açısından konuşacak olursak idam cezası siyasetin yumruğu olarak kullanılmak isteneceği de şüphesiz. Neticesinde mağduriyetin giderilemeyeceği bir ceza olan idam cezasına karşı dünyada eğilimler gittikçe azalmaktadır. Türkiye için bu konuyu tartışmanın ne kadar yanlış bir durum olduğu ortadadır. İdam cezasının geri dönülemez sonuçları vardır. Suçu ve suçluyu caydırdığı iddiası ise çürütülmüştür. Ayrıca Türkiye mevzuatına bu yönde düzen vererek ve uluslararası antlaşmalara taraf olarak hukuk sistemi buna göre düzenlemiştir. Türkiye’de idam cezasının uygulanması ve geri mevzuata girmesi mümkün değil, imkansıza yakın görünmektedir.

Yararlanılan Kaynaklar ve Bağlantılar:

Ölüm Cezası, Yazan : Asistan Dr. Hakkı Demirel

Erem, Adalet Psikolojisi, 1950

Ceza veya Kriminal Yaptırımın Suç Oranları Üzerindeki Caydırıcı Etkisi
Zahir KIZMAZ

Resmi Gazete, Sayı No: 25984, 02.11.2005
https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2005/11/20051102.htm

Resmi Gazete, Sayı No.25155, 01.07.2003
http://www.resmigazete.gov.tr/main.aspx?home=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2003/07/20030701.htm&main=http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2003/07/20030701.htm

Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Ölüm Cezasının Kaldırılması ve Türkiye’deki Süreç, M. Balkan Demirdal

World Economic Forum, The Global Competitiveness Report 2019

Traité Théorique Et Pratique Droit Pénal Français, 1898

Uluslararası Af Örgütü

Cesar Beccaria, Suçlar ve Cezalar Hakkında

İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl:5 Sayı:10 Güz 2006/2 s.67-97

Yaşama Hakkı ve Ölüm Cezası

Zafer GÖREN

Türk Ceza Kanununun Yürürlükten

Kaldırılmış Hükümleri

Kanun Numarası : 765

Kabul Tarihi : 1/3/1926

Yayımlandığı R.Gazete : Tarih: 13/3/1926 Sayı: 320

Yayımlandığı Düstur : Tertip: 3 Cilt:7 Sayfa: 519

İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sy.17, 2011, s.309-322

Hukuk Tarihi Açısından Ölüm Cezası ve İnfaz Şekilleri

Dr. Mehmet KÖROĞLU

0 cevaplar

Cevapla

Want to join the discussion?
Feel free to contribute!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir